Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Ömer Seyfettin’in tokat gibi öyküsü... Diyet!..

Bana okumayı sevdiren yazarların başında gelir Ömer Seyfettin.. Ve Diyet onun en çarpıcı öykülerinden biridir. Geçen hafta, size bu öyküyü nakletmeye başlamıştım. Bugün sonu.. Ama önce geçen hafta okuyamayanlar için bir özet..

*

Çeliğe çifte su vermenin sırrını bilen tek adam olarak, Yeniçerilerin kırılmaz, paslanmaz, en keskin kılıçlarını yapan usta, paraya değer vermez. Konuşkan da değildir. Yalnız adamdır aslında.. Bir gün iftiraya uğrar.. Bir hırsızlık üzerine kalır. Savunamaz da kendini ve kadı şeriat gereği kararı bildirir.
"Sağ kolu kesilecek.."

*

Koca Ali bu sonucu duyunca, ömründe ilk kez sarardı. Dudaklarını ısırdı. Karara boyun eğmekten başka yolu yoktu...
Sendeleyerek ayağa kalktı. Yargıca dik bir sesle:
- Kolumu bırakın, kafamı kesin! diye dilekte bulunmuş oldu.
Bu, ömründe onun ilk dileğiydi. Fakat yaşlı yargıç hak yemez biriydi.
- Hayır oğlum, dedi. Sen adam öldürmedin.
Eğer çobanı öldürseydin, o vakit kafan giderdi. Ceza suça göredir. Sen yalnız hırsızlık ettin. Kolun kesilecek Hak bu şekilde istiyor. Yasaların kestiği yer acımaz...
Koca Ali'nin kolu kafasından oldukça değerliydi. Çeliğe "çifte su"yu bu iki koluyla veriyor, bu iki eliyle sınırlarda dövüşen binlerce gaziye çelik kalkanları kıran, ağır zırhları yırtan, demir tolgaları ikiye biçen tüy şeklinde hafifçe kılıçlar yetiştiriyor, yok pahasına, pir aşkına çalışıyordu.
Onu, Ağa kapısında bekçilerin odası altına kapattılar. Cezanın uygulanacağı günü burada bekliyor, asla sesini çıkarmıyor, çolak kalınca örsünün başlangıcında çekiç vuramayacağını düşünerek, tanrısı ölen inançlı bir kişinin yasını duyuyordu.
Kolunun diyetini verecek on parası yoktu...
Şimdiye kadar para için çalışmamıştı.
Tüm şehir halkı, Koca Ali şeklinde büyük bir ustanın kolu kesileceğine acıdı.
Bu kadar yakışıklı, mert, çalışkan, kuvvetli, güzel bir insanın ölünceye kadar sakat sürünmesine en duygusuz gönüller bile dayanamıyordu.
İşte herkes onu seviyordu.
Sipahiler onlara oldukça ucuza kılıç döven bu adamı kurtarmaya sözleştiler.
Kentin en büyük zengini Hacı Mehmet'e başvurdular; bu adam Karun kadar mal sahibi olması durumunda son aşama cimriydi.
Hâlâ kentin pazar yerinde ufak bir dükkânda kasaplık yapıyordu. Düşündü, taşındı; nazlandı. Suratını ekşitti. Başını salladı: Fakat sipahilerle iyi idame gerekiyordu.
- Değil mi ki siz istiyorsunuz, dedi. Ben de onun kolu için rejim veririm. Fakat bir koşulum var.
- Ne şeklinde? diye sordular.
- Varın kendisine açıklayın. Eğer ben ölünceye kadar bana, asla para almadan hizmetçilik, çıraklık etmeye yanaşırsa...
- Pekâlâ, pekâlâ...
Sipahiler, Ağa kapısına koştular. Hacı Kasap'ın önerisini Koca Ali'ye söylediler. O, ilkin "kasaplık bilmediğini" ortaya sürdü.
Kabul etmek istemiyordu. Sipahiler:
- Adam sen de! Kasaplık iş mi? O denli cenk gördün. Kılıç salladın. Bağlı koyunu yere yatırıp kesemez misin? diye üstelediler.
"Kula kul olmak", ölümlü dünyada "birisine gönül borcu duymak" acıların en büyüğüydü.
O daha oldukça gençken, vezir amcasının kayırmasını bile çekememiş, gönül borcu altında kalmamak için aile ocağından firar etmiş, gurbet ellerine atılmıştı.
Şimdi kör talihi, onu bak kime köle edecekti?
Sipahiler:
- Hacı'nın yaşı yetmişi aşmış... Aslına bakarsan daha ne kadar yaşar ki... O ölünce gene sen özgür kalır, bizlere kılıç yaparsın.
Haydi, düşünme usta, düşünme! diyorlardı.
Hacı Kasap, kesilecek kolun diyetini yargıca saydığı gün Hoca Ali'yi arkasına taktı. Dükkânına getirdi. Bu adam pek titiz, pek huysuz, oldukça çekilmez biriydi. Asla durmadan dırdır söylenirdi. Cimriliğinden şimdiye kadar bir hizmetçi, bir çırak tutamamıştı.
Koca Ali'yi eline geçirince derhal dükkânının köşesine bir set yerleştirdi.
Üzerine bir şilte koydu. Geçti, oraya oturdu.
Her şeyi ona yaptırmaya başladı. Fakat her şeyi... Sabah namazından beş saat ilkin kentten iki saat ötedeki mandırasından o gün satılacak koyunları ona getirtiyor, ona kestiriyor, ona yüzdürüyor, ona parçalatıyor, ona sattırıyor...
Ta akşam namazına kadar durmadan buyruklar veriyordu.
Zavallıya yedirdiği, içirdiği yalnız bulgur çorbasıydı.
Kimi zaman kendi artıklarını köpeğe verir şeklinde önüne atardı. Geceleri dükkânı baştan aşağı yıkatıyor, uykuya yatmadan ertesi sabah için koyun getirmek suretiyle mandırasına yolluyordu. Odununu bile ormandan ona kestiriyor, suyunu ona taşıtıyor, her işi, her işini ona gördürüyordu. Hatta evinin bahçesindeki lağım kuyusunu bile ona temizletti.
Koca Ali mütevazi suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya senelerce göğüs gerebilecekti.
Fakat Hacı Kasap'ın ikide bir:
- Ulan Ali!... Kolunun diyetini ben verdim.
Yoksa çolak kalacaktın!... diye yapmış olduğu iyiliği tekrarlamasına dayanamıyordu.
Bi gün, iki, üç gün dişini sıktı.
Durmadan çalıştı. Gece uyumadı. Gündüz koştu. Efendisinin karşısında elpençe divan durdu. Gene:
- Kolunun diyetini ben verdim.
- ...
- Şimdi çolak kalacaktın, ha...
- ...
- Benim sayemde kolun var.
- ...
Hacı Kasap bu sözleri âdeta "aferin" dercesine diline dolamıştı. Her buyruğunun yerine getirilmesinden sonrasında kır sakallı, çirkin, sıska yüzünü ekşiterek, mavi çukur gözleriyle onu tepeden tırnağa kadar süzer, "Aklında tut, benim tutsağımsın!" der şeklinde verdiği rejimi hatırlatırdı.
Koca Ali susar, yüreğinin parçalandığını, göğsüne sıcak sıcak bir şeyler yayıldığını, kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı.
Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri uğraşırken, mandıraya gidip gelirken, salhanede koyunları yüzerken, müşterilere et keserken, "Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünüyor, hiçbir şeye karar veremiyordu.
Dünyada hiç kimseye eyvallah etmeyerek azla yetinip, gururun mutluluğu için yaşamak isterken başına gelen bu bela neydi?
Kaçmayı namusuna yediremiyordu.
İşte o vakit hakikaten hırsızlık etmiş olacaktı.
Fakat bu herifin ikide bir de yaptığını başa kakmasına dayanmak ölümden pek güç, ölümden pek acı, ölümden pek ağırdı...
Hacı Kasap'a köle bulunduğunun tam haftasıydı.
Günlerden cumaydı. Gene erkenden mandıraya gitmiş, koyunları getirmiş, salhanede yüzmüş, dükkândaki çengellere asmıştı. Tezgâhın solundaki büyük, yağlı siyah taşta satırları biliyor, gene "Ne yapacağım, ne: yapacağım?" diye düşünüyor, dudaklarını ısırıyordu.
Daha efendisi gelmemişti. Satırları bitirince büyük bıçakları bilemeye başladı.
"Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünmeye öyle dalmıştı ki, kasabın geldiğini duymadı. Ansızın uğursuzun boğuk sesi yüreğini ağzına getirdi:
- Ne yapıyorsun be?...
Döndü. Efendi köşesine oturmuş, çubuğunu tüttürüyordu:
- Bıçakları biliyorum, dedi.
- Hay tembel miskin hay!...
Sabahtan beri ne yaptın?
Ses çıkarmadı. Kapakları çürümüş bu ufak, bu hain, bu yılan gözlere kırpmadan baktı, baktı. İhtiyar beklemediği bu acı bakışa kızdı. Sordu:
- Ne bakıyorsun?
- ...
Koca Ali sesini çıkarmıyor, yedi gün içinde bir ihtimal beş senelik hizmetini durup dinlenmeden görmüş olduğu halde onu gene "tembel, miskin" diye kötülemekten sıkılmayan bu fena insanı ezici bir bakışla süzüyordu. Gene yüreği parçalanır şeklinde oluyor, göğsüne sıcak bir şeyler yayılıyor, çeneleri kilitleniyor, şakakları zonkluyordu. Aniden bu titreme durdu. Koca Ali gözlerini açtı. Yedi gün buna iyi mi dayanmıştı?
Şaşırdı. Hacı Kasap çubuğu yanına bıraktı.
Hizmetçisinin bu ağır bakışından kurtuluvermiş şeklinde dırlandı:
- Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba! dedi. Ben olmasaydım şimdi çolak kalacaktın...
Koca Ali gene karşılık vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonrasında birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üzerine koydu. Kaldırdı, ağır satırı öyle bir indirdi ki... O anda kopan kolunu tuttu. Görmüş olduğu şeyin ürperticiliğinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasap'ın önüne:
- Al bakalım, şu diyetini verdiğin kolu! diye hızla fırlattı. Sonrasında giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yapmış oldu. Dükkândan çıktı.
Onun bir zamanlar geldiği yer şeklinde, şimdi gittiği yeri de, kentte kimse öğrenemedi.

***


Pazar Neşesi

Yaşadığımız günler hüzünlü.. Bu yüzden bu pazar size, hüzünlü bir tebessüm sunuyorum.
Kaynak, Takvim gazetemizin tiryakisi olduğum "Facebak/ Lütfi Albayrak" köşesi.. Aslında her gün köşeme koysam, her gün okusanız, kesip çantanızda saklasanız ve her gün baksanız değer..
Hele günümüz için o kadar önemli o kadar güzel ki bu değerleri hatırlamak..
"Hüzünlü Tebessüm" deyince aklınıza, daha doğrusu biz eskilerin aklına "Charlie Chaplin/ Şarlo" geliyor değil mi?. Bu alıntının sahibi de Şarlo.. Ama filmlerinden birinin sahnesi değil. Kendi gerçek yaşamını anlatıyor anılarında, Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü komedyeni Charlie Chaplin..

*

Küçük bir çocukken babamla, şehre gelen sirki izlemeye gitmiştik.
Gişe önünde uzun bir kuyruk, önümüzde de anne, baba ve 6 çocuktan oluşan bir kalabalık aile vardı. Fakirlikleri hallerinden belliydi..
Elbiseleri eski ama temizdi.
Çocuklar "Sirke gidiyoruz" diye nasıl mutlu, nasıl neşeliydiler..
Onların sırası gelince, babaları gişeye geçti ve "İki büyük, altı küçük kaç para" dedi. Gişedeki söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına bir şeyler fısıldadı. Belli ki cebinde o kadar para yoktu. Telaşı ve mahcubiyeti yüzünden kolayca okunuyordu.
Birden babam cebinden 20 dolar çıkardı ve yere attı. Sonra da eğilip attığı parayı yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi..
"Paranız düştü beyefendi." Adam babama baktı ve gözleri dolarak "Teşekkür ederim efendim" dedi.
Onlar biletlerini alıp çadıra girdikten sonra babam beni elimden tuttu ve kuyruktan çıktık.
Çünkü babamın adama verdiği 20 dolardan başka parası yoktu.
O günden beri babamla gurur duyuyorum.
O iki dakika, benim hayatımda izlediğim en güzel şovdu. O gün izleyemediğim sirk gösterisinden çok çok daha güzel bir şov hem de!..

***


Cüneyt'ten..

Göğü üstüme
Yorgan yap.
Toprak yatağım Olsun.
Aşk ile gönlüne
Varayım.
Sevgi, ocağım Olsun.
Her sebebin
Sebebi var.
Akıl rehberim Olsun.
Senden gelip seni Ararım.
Derdim dermanım Olsun.
Bilmez konuşur
Bilen susar
Sabır yoldaşımOlsun.
Cüneyt Korhan Oral

Latin Sözleri
"Contra hostem aut fortem oportet esse aut supplicem."
"Düşmanının karşısında ya cesur olmalısın, ya da diz çökmelisin!"
Publilius

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA