Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İnsan Hakları’nın Temel Direği Masumiyet Karinesi...

"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" der
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası.
Bu madde kökeni Roma Hukuku'nda olan "Masumiyet Karinesi"ni ifade eder. İnsanların suçlulukları kanıtlanana dek, suçlu sayılamayacakları ve suçlu olarak lanse edilemeyeceklerini belirler.
Karine, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde yer alır. Bu bildiriye imza koyan ülkeler, bu doktrine yasalarında yer vermek zorundadırlar.
Masumiyet Karinesi'nin en önemli özelliği şudur..
Sanık Masumiyet Karinesi gereği suçsuz sayıldığı için yargılanır. Mahkemede bu anayasa maddesi gereği gerçeğe ulaşılmaya çalışılır.
Gerçeğe ulaşmak için suçlanan kişiden masum olduğunu ispat etmesi istenemez.
İspat yükü, tamamen iddia eden taraftadır.
"Masumiyet Karinesi / Suçsuzluk İlkesi/ Presumption of Innocence; suç kesinleşmediği sürece kimsenin suçlu ilan edilemeyeceğini ifade eden, Uluslararası Temel Hukuk Doktrinidir.
Evrensel hukuk kurallarına göre, bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur; kişinin suçluluğunun kanıtlanamamış olması suçsuz ilanı için yeterlidir.
Masumiyet Karinesi, öyle sağlam bir hukuk temelidir ki, insanlara, baskı ve işkence altında bazı şeyleri zorla söyletilebileceği kabul edildiğinden, tek başına "İtiraf" dahi yeterli kanıt kabul edilmez.
Dahası.. Şüphe, sanık lehine değerlendirilir.
Bunun temelinde de, Hukuk'un ve İnsan Hakları'nın özü vardır..
"Bir suçsuz bir dakika hapiste yatacağına, bin suçlu aramızda dolaşsın.." Masumiyet karinesi, sanığın masum olduğunu değil suçsuz olduğunu öne sürer ve yargılama süreci kesinleşinceye kadar hiç kimse suçlanmaz.
"Masumiyet Karinesi köklerini Eski Roma Hukuku'ndan alır" dedik.
Eski Roma hukuku "Ei incumbit probatio qui dicit, non qui negat" der.
Yani, "Suçu ispatlamak görevi savunanda değil, itham edendedir." Buradan İngilizlerin Sözlü Anayasası'na geçmiş, ordan da tüm Avrupa'ya ve bize, Osmanlı'ya, ardından Cumhuriyet Anayasa'sına girmiştir.
Yani o kadar köklüdür.

*

Bütün bunları niye anlattığımı tahmin edersiniz.
Son günlerde bütün yurtta sosyal medya bazı insanları, daha suçları kesinleşmediği halde, sadece beyana dayanarak "Suçlu olarak lanse etmeye" yani altında imzamız bulunan İnsan Hakları Evrensel Kuralı'nı ihlale ve linç etmeye başladı.
Linç, dünya hukuk tarihinde "yargısız infaz"a verilen addır.
Linç öyle boyutlara ulaştı ki, bu lince katılmayan, ses çıkarmayan, ya da "Olay yargıya intikal etmiştir. Lütfen yargı sonuçlarını bekleyelim" diyen, yani İnsan Haklarına ve Anayasal Hukuka saygı duyanlar bile linç edilmeye başlandı.
Yayınlarını tamamen sosyal medyaya göre ayarlayan, yazılı ve sözlü medya da onlara uydu ve bu lince katıldı.
Unuttukları, unuttuğumuz, Hukukun bir gün hepimize lazım olabileceğini düşünmeyişimizdi.

*

Esas olan eylemdir. Eylemi lanetlemek için, suç işlenmesini bile beklemek gerekmez.
Örneğimiz Şiddet..
Şiddetin her türlüsüne "Lanet" edilir.
Aslı da "Güçlünün güçsüze şiddeti"dir.
Tüm doğada da böyledir.
Aslan geyiği parçalar mesela.
Güç kaynağı bazen fizikseldir.
Bazen de, durumsal..
Mesela kadın öğretmenin, erkek öğrencisini dövmesi, durumsal uygulamaya girer. Ya da bir kadın liderin, ülkesindeki bazı guruplara şiddet uygulaması..
Ya da mesela sokakta bir kız çocuğunun bir kedi yavrusunu tekmelemesi..
Sosyal medyanın peşine takılıp sadece "kadına şiddet"in öne çıkarılması, öbür şiddet türlerinin haber bile olmaması, o iğrenç, o korkunç, o lanet "şiddet" kavramını darlaştırır, küçültür..
Şiddet denen Evrensel Suçun, her tür şiddet suçunun hedefi "eylem"dir.
Eylem olmalıdır.
Çünkü, eylemi her zaman lanetleyebilirsiniz.
"Adam"ı lanetlemek için ise, Yargı'nın sonucunu beklemek zorundasınız.
Bir gün herkese lazım olacak Hukuk'un ve Evrensel İnsan Hakları Bildirisi'nin temel maddesi, Masumiyet Karinesi, öyle emreder.

*

Gazeteci dostlarım!.. Sevgili Meslektaşlarım!..
Gözlerinizi bir an sosyal medyadan kaldırın, sosyal medyaya göre yazmak, sosyal medyaya göre gazete çıkarmaya çabalamak yerine, birazcık da hukuk okuyun..
Hiç değilse Hukukun ve İnsan Haklarının temel ilkelerine birazcık bakın.
Bakın ki, yarın size de lazım olacak o temel ilkeleri öğrenin ve saygı duyun..
Lütfen!..

***


Nice yıllara Gazi Hoca!..

Dünya çapında Beyin Cerrahımız, Prof. Dr. Gazi Yaşargil 95 yaşına girmiş.. Bizim gazetede bir küçük haberi vardı..
Bakalım ötekiler nasıl vermişler..
Biz Türkler, Türk'ün kıymetini tarih boyunca bilemedik.
Geçen haftalarda gene dünya çapında bir bilim kadını hem de, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Sümerolog'u, o antik Sümer Tabletlerini ilk çözen okuyan Muazzez İlmiye Çığ, hem de 104 yaşına girdi. Bu devirde 104 yaşına girmek bile haber. Muazzez İlmiye Çığ adlı o dev, üstelik bir ülkenin dünya gururu.
Kaç haber çıktı hakkında..
Atatürk düşmanları, Atatürk'e saldırmak yasak olduğundan, "Gözlerime bak, ne demek istediğimi anlarsın" diye, Atatürkçüler'e söver, onlarla alay ederler.
Onlar daha çok yazdılar Çığ'ı inanın..
Gazi Yaşargil, ihtisasını yaptığı İsviçre'de yerleşme kararını insanlık için vermişti. Çünkü o çok hassas beyin cerrahisinin gerektirdiği en ileri teknolojik aletlere orda sahip olabilir, orda geliştirebilirdi, ancak..
Ne kadar haklı olduğunu ben bilirim.
Bir kuzenim, New York'un en ünlü beyin cerrahıydı. "Artık ülkeme hizmet etmek istiyorum" dedi. Geldi. Sağlık Bakanlığı'ndan görev istedi. Anadolu'nun bir kasabasına gönderdiler.
Bir ay sonra baş vurdu.
"Ben beyin cerrahıyım.
Burada apandisit ameliyatı yapacak aletler bile yok. Beni hiç değilse yeterli bir ameliyathanesi olan bir yere yollayın." Cevap bile vermediler.
Yeğenim, lanet etti, çekti döndü, Amerika'ya..
İnsanların randevu almak için aylarca beklediği, araya ne torpiller koyduğu Dr. Yaşargil, 65 yaşına geldiğinde İsviçre'de ameliyat yapma hakkını kaybetti. Ülke yasaları 65 yaş üstüne ameliyat yapma izni vermiyordu çünkü.
Gazi Yaşargil, "Artık ülkeme hizmet etmek istiyorum" dedi. O sıralar hastanesi bile olmayan (Örsan Öymen, Bodrum'da hastane olmadığından, İzmir'e yetiştirilmek istenmiş ve yolda ölmüştü, hatırlayın) Bodrum'a yerleşmek istedi.
İsviçre'deki tüm hastanesini oraya taşıyacaktı. Çoğu kendisi tarafından icat edilmiş ve tıp alemine kazandırılmış çok özel aletler dahil..
Gümrük ve Tekel Bakanlığı, Prof. Yaşargil'in getireceği her şeye bir gümrük vergisi belirledi ki dağlar gibi..
"Lanet" dedi Hoca..
Ülkesinden, Bodrum'dan vazgeçti.
Kendisine kapılarını açan, hatta tüm nakliye masraflarını da karşılamayı vaat eden yığınla ülkeden birini seçti ve gitti, beynini, hünerini, bilgi ve yeteneğini onlara verdi.
94 yaşındaki Hoca'nın zihni hala sapasağlam. Şimdi yaşam boyu öğrendiklerini meslektaşlarına öğretiyor.
Kitaplar yazıyor. Seminerler veriyor. Doğum gününde karantina yüzünden, internet üzerinden bir seminer düzenlemiş gene..
Dünya Tıp Tarihi yazdı, Prof. Dr. Gazi Yaşargil'i..
Biz Türkler, yazamadık!..

***


Hem de ne dost, Türk dostuydu Gian Carlo...

Yıllar yıllar evvel, bir maç için gittiğim Roma'da, o ünlü Via Veneto'daki otelimin lobisinde oturuyorum. Kapıdan Gian Carlo girdi..
Bir zamanlar ikimiz de Ankara'daydık. Ben genç gazeteci. Gian Carlo da Avrupa Ortak Pazarın (OECD) Türkiye Genel Sekreteri. M. Ali Ağabey, (Kışlalı) zamanın en önemli diplomatik muhabirlerinden. İngilizce Out Look dergisini de çıkarıyor. Sık sık uğrar, ordan tanışırız..
Sarılma, öpüşme.. Bana dedi ki..
"Eğer yürümeye üşenmezsen, sana gerçek Roma'yı gezdireyim.
Çünkü oraya araç girmez.."
Ben gittiğim bütün yabancı kentlerde yürüme meraklısıyım. Hele de Roma'da..
İspanyol merdivenlerine sırtımızı verip, alnımızın doğrusuna yürümeye başladık, daracık yollardan..
Pantheon'u geride bırakıp, Tiber Nehri'nin çizdiği kavisin tam içine girdik.. İşte bin yıldır aynen duran eski Roma.. Nasıl birebir korumuşlar.
Gian Carlo, hem gezdiriyor hem, tarihi anlatıyor. Nasıl harikulade vakit geçiriyorum.
Milyonlar tutan bakım masraflarını yüklemek için o devasa, o tarihi Fernessi Sarayı'nı 1 lirete Fransa'ya kiralamışlar, onlar da elçilik yapmış.
600 liretin 1 dolar ettiği devirlerde, 1 lirete saray.. İyi mi?. Ama masraf milyon.. Daracık daracık sokaklar. Hiç görmediğim, hemen hiçbir turistin görmediği Roma burası. Çünkü ne metro var, ne taksi girebiliyor.
Pantoloncular Sokağı. Semerciler Sokağı.. Pabuççular Sokağı.. Her meslek erbabı bir sokakta otururmuş.
Hayranlıktan bayıldım ama yorgunluktan bittim, acıktım da..
Gian Carlo "Şimdi hakiki, bir İtalyan Locandasına gideceğiz" dedi.. Lokanta lafımızı onlardan aldığımızı da böylece öğrendim.. Yani benim evin salonundan biraz büyük.. Bir kaç masa var. Masada o filmlerde gördüğümüz kırmızı beyaz ekose örtüler..
Daha girerken Gian Carlo herkesle selamlaştı. Mahalle aile lokantası.. Herkes birbirini tanıyor. Herkesin masası adeta belli.. Tek yabancı ben. Bir karı koca işletiyor. Kadın servis yapıyor, erkek merdivene çıkmış perde takıyor..
Yemekten çıktık. Gian Carlo "Dünyanın en iyi kahvesini içmek ister misin" dedi.
Hem de ben.. Kahveci ben, istemem mi?.
Gene daracık yollardan dolana dolana gitmeye başladık.. Yani bir saate yakın yürüdük, ya da bana mı öyle geldi ki, birden burnuma nasıl nefis, nasıl enfes bir kahve kokusu çarptı. Köşeyi döndük bir meydan..
Meydanın taa öbür tarafında bir kafe..
Kafenin de, meydanın da adı ayni..
St. Eustachio!.
Yaklaştıkça koku artıyor..
İyice yaklaşınca, kapının üzerindeki yazıyı okudum. İngilizce "Dünyanın En İyi Kahvesi" yazıyor.
50 metre kadar kuyruğa girdik.. Bir fiş verdiler. Ordan çıktık, bir o kadar daha kuyruğa girdik. Fişi verdik, birer espresso aldık.. Aman yarabbim.. Böyle bir lezzet, ne gördüm, ne de duydum. Ondan sonra her gidişimde o kafeyi dolana dolana ve kokuyu takip ederek hep buldum.
Otursak size üç gün üç gece anlatacağım o Roma tatili için, Gian Carlo'ya hayat boyu teşekkür ettim.

*

Bütün bunları niye yazdım!..
Dün Hürriyet'te Yalçın Bayer'de okudum. Gian Carlo ölmüş!. Çok sevdiği, taptığı Roması'nda ölmüş ve orda toprağa verilmiş, bu büyük Türk dostu!.
Eşi de Türk'tü. Üstelik meslektaşım, Cumhuriyet'te beraber yazardık. Nilgün Cerrahoğlu..
Başımız sağolsun, Millet!.

***


Tebessüm
Akıllara seza bir tipi patlamış ve bütün ova diz boyu karlar altında kalmıştı. Durumu belirlemek için ovayı dolaşan kaymakam bir çiftçi ile konuşmaya başladı..
"Durum pek fena değil" dedi, çiftçiye.. "Daha fazla kar yağsa, daha büyük zarar, hatta felaket olabilirdi."
"Komşuma daha çok kar yağdı" dedi, çiftçi...
"Nasıl yani" dedi şaşıran kaymakam..
"Onun daha çok tarlası var" dedi çiftçi.


Sevdiğim Laflar
"Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz, ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel şeyler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır."
Mevlana

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA