Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Holokost: İnsanlığın felaketi

Kötülük çok ürkütücü, zalim bir kavram. Holokost'u biraz olsun düşünmek bile yeter. Auschwitz, Yahudilerin değil, Yahudi olmayanların 'kötücül' gerçeği ve onların 'soykırımı' aslında

Münih'e gitmiştim.
İşlerim çoktu. Bir akşamüstü bir yabancı kentteyken hep yaptığım gibi nereye gittiğimi bilmeksizin yürüdüm. Çok sevdiğim yerlerden tren istasyonuna geldim. Metro hattı da oraya bağlanıyordu. Öylesine bakıyordum etrafıma.
Ansızın Buchenwald denen tabelayı gördüm.
Donup kaldığımı bugün bile bütün ayrıntısıyla anımsıyorum. Tam o anda bildiğimiz Almanca tınılarıyla, Alman istasyonlarındaki bildiğimiz hoparlör sesiyle Buchenwald dendiğini ayrımsadım. Gerçekten donup kalmıştım.
Orası, milyonlarca insanın katledildiği bir toplama kampıydı. Bende ayrıca bir öyküsü vardı. Ve işte şimdi şu kadar yakınımdaydı.
Gidip birisine ne kadar ötede olduğunu sordum, "20 dakika" dedi. Münih'in 20 dakika ötesinde yüz binlerce insan öldürülmüştü. Hiçbir şey bana Yahudi Soykırımı'nı/Holokost'u ve altındaki 'kötülüğü' bu kadar somut, bir çelik kadar sert, soğuk ve sağlam anlatamaz.
Kendimden kuşkuya düştüğümü anımsıyorum, ben Münih'te yaşayan ve Yahudi olmayan birisi olsaydım ne yapardım diye düşündüğümü de unutamadım.
Kendimi kötücül, kötü bir insan sanmam.
Gene de esas olarak kötülerin kazanacağını düşünürüm. İyiler, sadece filmlerde ve romanlarda kazanır. Hayatta kaybederler. Bunu yazarken hem üzgün hem de mahcubum. Ne var ki, iyilik üstüne kurulu olduğunu sandığımız dünya ne yazık ki, kötücüllerin hamleleriyle gelişiyor. Hatta hep düşünmüşümdür.
Şiddetle kötülük arasında elbette bir bağ var ve büyük teoriler bile şiddettir. Kuşkusuz, sıradan şiddetten söz etmiyoruz. Ama Marx'ın, Freud'un, Einstein'ın, hatta Kepler'in, Copernicus'un, Şeyh Bedrettin'in görüşleri kötücüllük olarak adlandırılmadı mı başlangıçta ve onların kötücüllükle bir ilişkisi olduğu söylenmedi mi?
Kısacası, kötülük konusu her zaman ilgimi çekmiştir. Çok istesem de doğrudan bir ders vermedim bu konuda. Ama verdiğim her derste konuyu uzun uzun işledim. En önemli felsefi konuları arasındadır. İnsanın neden bilerek ve isteyerek kötülük yaptığı her daim çekici olmuştur. Yeryüzünde öleceğini aklıyla bile bile yaşayan tek varlık olduğu gibi, insan, hemcinsini tasarlayarak, planlayarak öldüren tek varlıktır da. Kötülük, içimizdedir.
Biz fark etmesek de orada durur ve kımıldar, bizi yönlendirir. O çok masum sanılan çocuklara bakın. Onlardan daha zalim, daha kötücül, daha dehşet veren yaratıklar bulmak olanaksız gibidir. Doğada bulunan ve kötülük diye bildiğimiz şeyler sadece içgüdülerdir ve hayatta kalmakla ilgili şeylerdir.
Bu nedenle dinler önemlidir. Dinleri çıkarsanız insanlık ve tarihi kalmaz. Doğrudur, din adına, din için savaşlar olmuştur.
Katliamlar yaşanmıştır. Ama gene de insanı kötülükten arındırır mı arındırmaz mı, o derecede ileri giden güçlü bir şey söyleyemeyeceğim ama, bizi kötülükten bir nebze olsun uzak tutan şey dinlerdir, buyruklarıdır.

'KÖTÜ İNSAN' BİR GERÇEK
Sıradan kötülük başlı başına bir olgudur.
Bizzat o kötülüklerle yaşayan insanlar var.
Çalmak, zarar vermek, acı çektirmek ama en basitinden, en sıradanından, ilginç bir konudur dışarıdan bakıp izleyen için. 'Kötü insan' bir gerçek. Ama bu kötülüklerin basitlikler, ucuzluklar düzeyinde teşekkül etmesi o kadar önemli değil. Sonunda insanız. Kendimizi yetiştirmek çabasındayız. Eğitimli ve olgun insanlar olmaya çalışıyoruz. Bir yere kadar.
Gene de içimizde çiğ yanlar kalıyor. Onların yarattığı dürtüler bazen bizi de şaşırtıyor ama biraz üzülerek, biraz utanarak üstünde durmaksızın geçip gidiyoruz.
Asıl mesele öteki, büyük kötülük. İnsanın içinde dolaşan iblisler. Damarlarında zaman zaman akan siyah kan. Kötülüğün yeryüzünde kurulması gereken gerçek olduğuna inanan yanı, insanın. Bilerek, isteyerek, düşünerek, tasarlayarak işlediği kötülükler insanın.
Bu başlı başına bir olgu ve kendi içinde derinlikleri var.
Yıllardır Japon sineması ve edebiyatını izlerim. O kültürün özünde bir kötülük olgusu var örneğin. Bununla Japonlar kötüdür, kötülük yanlısıdır gibi saçma bir şey söylemiyorum.
Fakat Batı edebiyatında olduğundan daha derin bir damar olduğu kesin. Sadece Yukio Mishima'yı okumak bile bu konuda başlı başına bir deneyimdir. Denizi Yitiren Denizci da diğerleri de hep gelip bu çizgiye saplanır: İnsanlar bilinçleriyle kötüdürler.
Kötülük böylesine değerlendirildiğinde elbette Tanrısal bir boyut kazanıyor. Bu algının altında basit bir gerçek var: inanç sistemlerinin hemen tamamında insana hayat veren ve verdiği hayatı geriye alan tek kuvvet Tanrı'dır.
Daha açık söyleyeyim: öldürmek Tanrı'nın uhdesindedir ve onun yetkisidir. İnsan iki şey yaparak Tanrılaşabilir: Ya yaratarak, yoktan var ederek ya da öldürerek, var olanı ortadan kaldırarak.
Tanrı'nın yaratıcılığına söyleyecek söz yoktur da, öldürücülüğü her zaman gizli veya açık bir isyan duygusu uyandırmıştır.
Yunan tragedyası tam da budur: insan isyan eder, iyi, doğru, güzel bir nedenle de olsa isyan eder, vakar içinde başkaldırır, Tanrı'ya karşı gelir. Tragedya budur. Batı bilinci bu gerçekle örülmüş, yoğrulmuştur. Ne bileyim, ilk romanlardan biri sayılan, bana göre gelmiş geçmiş en güçlü ve güzel 10 roman arasında sayacağım Laclos'nun Tehlikeli Alakalar'ı bal gibi bir kötülük romanıdır. Ama gene o çizgide hiçbir şey Marki de Sade'ın yerini tutamaz.
Sade, işlediği, içerdiği kötülükle yerleşik ahlak anlayışını, değer yargılarını alt üst etmek istiyordu. Bu nedenle 'ebedi' diye anılmıştı.
Bütün o kötülük duygusunun ve ediminin içinde, altında bir arınma arayışı vardı.
Fransız Devrimi'nin yazarından da başka bir şey beklemek olanaksızdı. Fakat Genet'de işler daha da karışır. Genet, kötülüğün somut ve sıradan halini anlatacaktır. Buna mukabil, Sartre onu da 'aziz' diye tanımlayacaktır. Aynı şey: kötülük her zaman kötü değildir!

AUSCHWITZ'İN TANIK OLDUKLARI

Bütün bunlar iyidir, güzeldir de hiçbir şey, geçenlerde 90. yılı nedeniyle yeniden anılan, anımsanan Auschwitz'in tanık olduğu kötülüğü karşılamaz. Yeryüzünde insana ait bir kötülük varsa, onun sembolü Yahudilere karşı uygulanan soykırımdır, kendi adıyla Holokost'tur.
Daha fazla bu konuda ne yazılıp ne söylenebilir, bilmiyorum. Naziler, sistemli bir biçimde insanları yok etmeye karar verdiler ve bunu uyguladılar. Gerçek kötülük olabildiğince basit olandır. Ürkütücülüğü de bu özelliğinden kaynaklanır. Soykırım o derecede basitti: Yok etme kararını vermek ve bunun mekanizmasını hazırlamak. İşin ilginç yanı, bu anlayış, bu uygulama, modernliğin en üst düzeyine işaret ediyordu. Düşünün ki, bir devlet, toplama kampları kuruyor, oraya milyonlarca insan aktarıyor. Onları öldürecek.
Kayıtlarını tutuyor. En ince ayrıntılarına kadar yazıyor her şeyi. Yok etme makinalarını oluşturmak için planlar yapıyor, mühendislik akılları kullanıyor. Ve neticede milyonlarca insanı ortadan kaldırıyor.
O insanların bir tek günahı yoktu. Tek günahları başka bir dinin mensubu olmalarıydı.
Komşularıyla aynı dili kullanıyorlardı.
Aynı ülkenin vatandaşıydılar. Sadece dinleri, inançları farklıydı. Bu nedenle 'ortadan kaldırılmaları' için devlet, diğer insanlar, büyük ve gitgide büyüyen bir nefretle, hınçla, kinle davranabiliyordu. İnsanlar insanlara kırdırılabiliyordu.
Onlara aklın alamayacağı kadar kötü işler yaptırılıyordu. İnsanlıklarından soyunmaları, soyutlanmaları isteniyordu.
İnsan nasıl bu noktaya gelebilir? Kimse, hiçbirimiz masum değiliz. Claude Lanzmann'ın yönettiği 9.5 saatlik Shoah ('felaket' demek İbrancada) filmi ortada. Ama bunların hiçbiri gidip bizzat tanıştığım, dünyanın en ilginç yaşam öykülerinden birinin sahibi Jorge Semprun'un yazdığı Yazmak ya da Yaşamak'ta anlatıldığı kadar ürkütücü değildir.
Semprun, bir komünist ve Direniş mensubu.
Yakalanıp Buchenwald'e gönderiliyor.
1945'te bir Haziran günü müttefikler kampa girene kadar orada kalıyor. Yolculuğunun hikayesi, Büyük Yolculuk'ta. Kamp ise hem andığım kitapta hem de Ne Güzel Pazar isimli kitabında anlatılıyor. Kendisini, dostum Büyükelçi Aydın Sezgin'in himmetiyle buldum.
Uzun uzun konuştuk. Hâlâ yayınlamadığım o söyleşide anlattı, bu kötülük düşüncesinin iç yüzünü. Yahudi soyunun kırıldığı cehennemden geliyordu.
Uzun sözün kısası, tüm bu yazıları bile kötülük kavramının bir tür 'romantizasyonu' olarak düşünüyorum. Kötülük bütün bunların ötesinde çok ürkütücü, zalim bir kavram. Holokost'u biraz olsun düşünmek bile yeter.
Auschwitz, Yahudilerin değil, Yahudi olmayanların 'kötücül' gerçeği ve onların 'soykırımı' aslında...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA