Büyüleyici ilkbahar, erken bir yazın şemsiyesi altında, güzellikleriyle; ılık, rüzgarlı, ferah sıcağıyla, aniden çöktü üzerimize. Henüz doğmamış armonilerin arasında, bazen bir imge sanki yeryüzü. Bir Turgut Uyar şiirindeymişcesine:
"Hey koca dünya nasıl avucumuzdasın nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden"
Sahici insanların, çevresine saçtığı ışık ve güzellik. Bir ilkbahar gibi. İnsana armağan.
Ama bazen bu güzellikler arasında, ağır basan da "maskeli toplum" duygusu. İnsanlar istedikleri gibi değil de, çoğunlukla başkalarının istediği gibi yaşıyorlar sanki. Büyük bir sahne. Her gün paylaşılan roller. Tazelenen makyajlar. Sessizlik; sahnede perdenin kapanmasına az kaldı. Sonra üstlenilecek yeni roller. Oysa soluğumuzun farkındalığını, minnet duygusuyla yaşamaya sarılmanın güzelliğini, derinlerde kıpır kıpır hissetmenin bütünlüğü, günümüzün ne çok gerisinde kaldı. Kendimizi bilerek, tanıyarak yaşamak; ne çok gerimizde. Ömrün güzelliklerle harmanlanması, iyinin kucağında dans ederek yaşamak. Sanki günümüz insanı için, fantezi gibi. Can Yücel ne demişti, ölmeden önce yazdığı ironik şiirinde:
"Ne yaman, zor imiş yonca yolması
Bizim memlekette adam olması."
Belki de bütün sanatların en yücesi; 'insan olma sanatı' üzerine, düşünmek gerekli. Şöyle kalabalıklardan uzaklaşarak, ruhumuzun çığlıklı sessizliğine bağdaş kurup, önce bakmak sadece kendimize. Kendimizi, kendimizin aynasından görebilmek yeteneği. Yaratma, hayatı dönüştürme tutkusu, ne güzel mesela. İnsanın insana uzattığı el; yaratıcılıkla, iyilikle buluştuğunda, nasıl güzelleşiyor. Bir anda sıradan olan görüntü, nasıl yüceliyor. Her kalbin içinde saklı, örselenmiş iyilik duygusu, bir gözyaşı damlasına dönüşüveriyor anında. Çünkü karşılığı insan. İnsanın saklı özü. Günümüzde kendisinden bile sakladığı insanlığı. İşte bundan uzaklaşıldığında; ne yazık ki günümüz insan ilişkilerinde, hemen bir 'tahsildarlık' hali çıkıveriyor ortaya. Bütün anlamlarıyla, verdiğinin karşılığını 'acilen' almaya yönelik; o vahşi 'tahsilat' duygusu. Buradan inşa edilen insan iletişimi. Buradan yükselen hayatlar. Ah yazık, kulakları sağır, dudakları mühürlü, kalbi körleşen insanlık. Yazımı sonlandırmadan, aklıma Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adlı kitabında aktardığı, İngiliz bir madenci çocuğunun minik öyküsü geldi.