
SABAH'ın 25. yılı eki için konuşmuştuk Cem Yılmaz'la. 'Türkiye'deki mizah anlayışını değiştiren adam' dobra dobra anlatmıştı; neden hâlâ kendini amatör bir komedyen olarak kabul ediyor, Türkiye'deki magazinciliğin nesini sevmiyor, hayatından memnun mu, baba olmak siter mi... Kaçıranlar internetten bulup okusun derim, çünkü bugün o söyleşinin devamı var. Cem Yılmaz gibi birini bulup yakalamışken bir güne sığdıramazdım konuştuklarımızı! İşte en samimi haliyle Cem Yılmaz karşınızda...

Yıllar, çok yıllar sonra "Bu adam bizi çok güldürmüştü" diye anılmak mı istersiniz, bir sinemacı olarak mı? - Gülünmekle ilgili hiçbir sorunum yok benim! Derinlik arayışı peşinde değilim ama insan derinleşmek ister elbette... İşin kumaşı en başında neyse, hatıralarda öyle kalmasını isterim doğrusu. Ne olduğu yerden daha aşağıda bir yerde bırakmak isterim işimi, ne de gidilecek bir yer var diye düşünüyorum.

İşiniz ne? - Öyküler anlatmak, fikir vermek, fikir almak; bunları da eğlenme başlığı altında yapabilmek... Yeni şeyler denemek de mümkün. Mesela bir müzikalde oynar mıyım? Bilmiyorum. Ama bir müzikal film yapmayı düşünürüm, yapacağım da. Çok istiyorum.

Herkes merak ediyor; Yahşi Batı'nın devamı ne zaman? - 2012'de falan olur...

İçinde olacağınız başka projeler var mı halihazırda? - 'Dondurmam Gaymak'ın yönetmeni Yüksel Aksu'yla çok güzel bir film projemiz var. Senaryo onun, ben sadece oynayacağım ve inanılmaz bir film.

Genelde kendi senaryolarınızı hayata geçirdiğiniz için tekel halindesiniz! - Hayır, zaten o yanlış anlaşılmayla vakit geçirmiştir insanlar. İnsanlar teklif etmiyor ki! Ben o konuda çok cömertimdir yoksa...

Az mı geliyor teklif? - Çok gelmiyor tabii ama yana yakıla da aramıyorum. Açık açık söyleyeyim, benim rezervde dört-beş tane öyküm var film olabilecek. Bunlar geçmiş zamandan beri elene elene bugüne kadar geldi; 'bunu yapalım, öbürünü yapalım, GORA'nın devamını yapalım' derken onlar bekliyor halihazırda. Şimdi insanların izlediği şeyler on-on beş senedir kenara atılan öykülerden oluşuyor.

Tam bu noktada Hokkabaz'a gelirsek... - Hokkabaz benim sakinleşme filmim. 'Karikatür', 'zorlama', 'komik mi' falan diye konuşulan dönemlerde, tüm bunlardan kurtulmak için kendime yarattığım bir alan. 'Her Şey Çok Güzel Olacak' da öyleydi. İkisi de yoğun şekilde gösteri yapmaktan çıktığımda hayata geçirdiğim işler...

Artık yapmayacak mısınız 'Hokkabaz' gibi filmler? - Yapmaz olur muyum, en sevdiğim tür bu! - 'Hokkabaz'dan sonra çok kırıldınız eleştirilere ve bunu da çok belli ettiniz. Bu konuda hiç arkasına dönüp bakmayacak o kadar az insan var ki Türkiye'de, biri de sizsiniz bana göre. Niye bu kadar çok takıyorsunuz merak ediyorum... - Biraz amatör ruhtan gelebilir bu...

Hiç umrunuzda bile olmayabilir... - Ama hiç umurunda olmayan adam 'Hokkabaz' filmini nasıl yazsın?

İyi bir oyuncusunuz, çok başarılı şekilde 'umrumda değil' rolü yapabilirsiniz en azından... - (kahkahalar) Anladım. Doğru söylüyorsun ama yapamam. Şimdi sinema filmi yapmak insanın gerçekten kabiliyetini aşan bir şey. Onu öğrenmeye çalışırken, içine farklı şeyler de katmaya çalıştım. Film çıktığında 'değişik bir şeyle ilgilenmiş' diyen o kadar az insan oldu ki! O az sayıdaki insan da, Leman'da beni ilk çıktığım zaman izleyen insanlardı. Ama yalnızca gösteriyi izleyip kahkaha atan adama şoklama oldu, 'aa hiç komik değil ki' diye...

'Kıymetim bilinmiyor' duygusu var mı derinlerde bir yerde? - Yok yok öyle değil de, ne biliyor musun? İnsanın özenmesi, yani bir şeyler yapmaya özenmesi için farklı ortamlar olması lazım. Eşitin bir sürü insan olması lazım. Mesela şu sıra Yavuz Turgul'la çalışıyorum, orada bir şey duyduğumda kendimi bir şey öğrenmiş hissediyorum. Böyle zamanlar çok az oluyor hayatta. Şöyle söyleyeyim; 15 senedir birinden bir şey öğrendiğim çok nadirdir. İnsanın birilerinden bir şey öğrenmesi lazım. Yani kendi kendine, kendi keşfinle, bir kitaptan, bir filmden keşfetmek dışında, birinden duyup feyz almak için sinema, sahne gibi dünyalar biraz kısır... Bir eleştiriden feyzlenmek, bir eleştiriden de bir şey öğrenmek isterim ben.