Sabah uyanıp yüzünüzü yıkamaya giderken kaç adım atıyorsunuz? Ya da iş yerinde, öğle yemeğine çıktığınızda? Hiç saymadınız değil mi? Haklısınız, çünkü akılda tutulmayacak kadar önemsiz detaylar bunlar; ne de olsa gün içinde belki binlerce kez yapıyorsunuz… Bir ayak ileri, diğeri onun yanına; sonra yine aynısı… Tarihin en büyük rutini; ama belki de en anlamlısı. Belki sizin için değil ama… Dışarıdan bakıldığında, insana huzur veren bir bina. Şehrin ortasında ama yeşillikler içinde. Birbirinin aynısı onlarca pencere, balkon; birbirine benzer yüzlerce yaşlıya ev sahipliği yapıyor. Bir huzurevi orası. Hani ilk gençlik yıllarında annesinin, yarı sitem dolu, "Artık yaşlanırsak huzurevine yatırırsınız bizi!" iğnelemesine, "Olur mu ya! Ben seni yanımdan ayırır mıyım!" kükremesini yapar ya insanoğlu… İşte, o kükremelere şahit olmuş onlarca anne ve babaya ev sahipliği yapan bir yer burası. Pamuk yüzlü dedelerin, nenelerin evi; bir nevi cennet… Gözyaşlarıyla sulanmış bir pamuk tarlası…
BİR İLAHİ YÜRÜYÜŞ
Her pazar, iki melek çıkıyor o binadan. Bir kadın, bir erkek. Belli 90'larını devirmişler. Eskiyen sadece bu dünyadaki fiziksel varlıkları olmuş; ruhları hâlâ gençlere taş çıkartıyor. Haftada sadece bir gün, yürüyüş için çıkıyorlar dışarı ve bu yüzden o anı, bir ibadet gibi yaşıyorlar. Tiril tiril giyiniyorlar. Erkeğin şık takım elbisesini, fötr şapkası tamamlıyor. Tıraşlı yüzü, yılların yorgunluğunu taşıyor. Kadın, 90'ına gelse de kadın; bembeyaz yüzünde, kırımızı ruj, gelincik gibi parlıyor. Ele ele tutuşuyorlar ve o ilahi yürüyüşlerine başlıyorlar. Her adımları, taş çatlasa bir karış. Mecburiyetten de olsa, her adımın keyfini çıkarıyorlar. Önce erkek atıyor adımı; küçücük de olsa, efe gibi titreten bir adım. Sonra bir tane daha… Dönüyor arkasına, bu sefer kadına destek oluyor; efeye bir ceylan eşlik ediyor. Bu yürüyüşte her şey yavaş çekim. Yan yana geldiklerinde soluklanıyorlar, etrafa şöyle bir bakıp, yine başlıyorlar adımlamaya. Bizim, biraz motivasyon, bir parça müzikle yakalayabildiğimiz ilahi ritmi, onlar otomobil gürültüsü altında, soğuk kaldırımlarda yakalıyor. Her adımda aldıkları mesafe, yavaş yavaş azalıyor; ama ellerini hiç bırakmıyorlar… Ve köşe başına geldiklerinde, geri dönüyorlar. Aynı büyük kalpler, aynı küçük adımlarla, bir saat önce çıktığı binaya dönüyor. Belki de buraya ilk bırakıldıklarında, o ayaklar geri geri atmıştı adımları. Şimdi yaklaştıkça o koca binaya, daha da sert basıyorlar yere. Haftada bir bile olsa, hayata meydan okuma bu; bir ayin, bir ibadet… Bir gün merak ediyorum ve o adımları sayıyorum. O bir hafta bekleme, saatlerce süslenme ve el ele tutuşma, sadece 650 adım için. Her biri altın değerinde 650 adım… Eğer bu dünyada, bir adımın değeri sorulacaksa, bu iki meleğe sorulmalı. Eğer bu dünyada, hayata ilişkin bir ders alınacaksa, günde binlercesini yaptığımız bir aksiyona, ilahi bir tören değeri verebilen bu iki melekten alınmalı. Hangi duygudur, bu dünyayla tek ilişkisi bir pazar yürüyüşüne kalmış insanları tertemiz giydirip sokaklara çıkaran? Hangi duygudur, anlamsız bir köşe başını insana hedef noktası yaptıran? Ve hangi ilahi güçtür, erkeği 90'ında bile centilmen yapan? Bence sebeptir… Yaşamak için bir sebep… Ne olduğu önemli değil; herhangi bir sebep! Önemli olan, saymadığımız o gençlik dönemlerimizde bile her adımımıza bu kadar anlam yükleyebilmektir. Ve yaşamı anlamlı kılacak o sebebin, hayatımıza ne zaman gireceği de belli olmaz; önemli olan, girdiğinde bocalamamaktır, hayatın tadını çıkarmaktır…