12 Kasım 1999 akşamıydı. Dün gibi hatırlıyorum; televizyon karşısına oturup akşam haberlerini izlemek üzereyken, yer sanki ayağımın altından kaymıştı. Henüz üç ay önce başına gelen büyük felaketin yaralarını saramamış ülkeyi bir kez daha vurmuştu deprem. Bu kez adres Düzce'ydi…
Kısa bir telefon trafiğinden sonra, üniversiteden beş arkadaş, yanımıza alabileceğimiz ne kadar ekipman varsa arabaya atıp yola koyulduk.
Belli bir noktadan sonra güvenlik kuvvetleri, yolu kesmişti. Yardıma gittiğimizi söyleyip özel izinle ulaştık Düzce'ye...
Depremin üzerinden henüz üç saat geçmişti. Çöken binalarda yanan sobalar, enkazları içten içe yakmaya başlamıştı.
ENKAZ ALTINDAKİ YÜREK
Karşımıza bir yüzbaşı çıktı. Yanımıza 15 asker verip bizi bir binanın enkazına yönlendirdiler. Amacımız, dinleme yapıp hayatta olanların yerini tespit etmekti. Böylelikle şehre bir saat içinde ulaşabileceği söylenen arama kurtarma ekiplerine de ön hazırlık yapmış olacaktık. Kendi imkanlarımızla, enkaz altında kalmış dört kişinin yerini tespit ettik.
Yarım saatlik çalışma sonrasında bize en yakın olanı, canlı şekilde çıkarmayı başardık. Adı Murat'tı, sağlıklıydı.
Murat bize yeni evli olduğunu ve eşinin de enkazda olduğunu söyledi, yerini tarif etti.
O sırada, askerlerden biri; Murat'ın Balıkesir'de yaşayan ailesinin geldiğini ve bizle görüşmek istediğini söyledi.
Oğlunun kurtuluşuna sevinen ama gelini için bekleyen bir annenin karmakarışık hâline şahit oldum. Tek cümle edebildi: "Allah sizden razı olsun. Gelinimi de kurtaracaksınız değil mi?" Cevap veremedim. Diğer yaralılar daha derinde olduğu için iş makinelerinin gelmesini bekledik. Yarım saat sonra sivil savunma ekipleri geldi. Elimizdeki tüm bilgileri kendileriyle paylaşıp başka bir enkaza doğru hareketlendik. O sırada anne arkamızdan koştu, "Onların iş makinelerini istemem. Siz giderseniz gelinimi kim kurtaracak? Yoksa hiç umut kalmadı mı!" dedi, donup kaldık.
EŞİNİN YOKLUĞUNA DAYANAMADI
Ertesi gün tekrar geldim o enkazın başına. Murat'ın durumu iyiydi, hastanede gözetim altındaydı ama eşine henüz ulaşılamamıştı. Anne, enkazın başında, oğluna mı sevinsin, gelinine mi üzülsün bilemez hâlde bekliyordu.
O enkazdan kötü haber, akşam saatlerinde geldi. Murat'ın bir aylık eşinin cansız bedenine ulaşılmıştı. Anne yıkıldı; haberi oğluna nasıl vereceğini düşünüyordu.
"Takdiri ilahi" dedi.
Kara haber Murat'a verildiğinde hastane odasında küçük sıyrıklarla yatıyordu…
Bir hafta sonra haber aldık, Murat hayatını kaybetmişti… Doktorlar da anlam veremediler bu duruma, beyin kanaması dediler…
Murat, biricik eşinin yokluğuna dayanamamıştı…
Yıllar sonra bugün Van'da, enkaz başında yine anneler, çocuklar, eşler var…
Tonlarca beton, o ilahi sevgilerin üstünü kapatmasın, dualarımız onlarla olsun…