Ne çabuk da unutmuşuz damda geçirdiğimiz günleri? Yok canım, çapkınlıktan filan söz etmiyorum. Öyle Bir Geçer Zaman ki'de, Mete'nin damdaki hallerini görünce hatırladım. Ben de dama çıkıp anteni Çamlıca'ya çevirmek için az uğraşmamıştım zamanında.
Ev halkı, damdan televizyona kadar zincir oluştururdu. Televizyon başındaki, komut verirdi: "Olmadı, karlı görünüyor, biraz daha çeviiir..." Bu emir tıpkı denizaltılarda olduğu gibi, aile üyeleri tarafından sırayla tekrarlanıp en sonunda 'damdaki kemancıya' iletilirdi.
O zamanlar, neredeyse her gün, anten ayarlamak için damdan düşen ya da elektrik akımına kapılarak hayatını kaybeden 'televizyon şehitlerinin' haberlerini okurduk. Ve öyle bir geçti ki zaman...
Şimdi, televizyonu bile cep telefonumuza sığdırdılar. Millet otobüste, evine giderken dizisini izliyor. Türlü dijital platform, kablolu TV, çanak çömlek, bilgisayar emrimizde. Şirketler artık televizyonlarını izletebilmek için antenlerini vatandaşın bulunduğu yere ayarlıyor. Çamlıca tepesi ise mesai boyunca her daim karşımda... Üzerindeki anten direkleri, sanki İstanbul'un acısını dindirmek için batırılmış akupunktur iğnelerine benziyor...
Ha, unutmadan... Mete dama çıkıp görüntü aradığında gündüz vaktiydi. Ama o yıllarda televizyonda gündüz yayını yoktu. Karşınızda bulabileceğiniz yegane görüntü, meşhur ayar saatiydi! Bir de Cemile'nin evinin arkasında sürekli ekrana gelen kule, bir baz istasyonunun direği. Eh, bu da benden küçük bir 'ayar' olsun!