Elazığ, Sürsürü mahallesinde bir taziye evindeyiz... Büyük depremde, yerle bir olan, en çok can kaybının yaşandığı Dilek Sitesi'nde çöken blokta eşini ve iki yaşındaki çocuğunu kaybeden Murat Yıldız'ın akrabalarının evi burası... Sadece kendisi ve dokuz yaşındaki Miraç hayatta kalmış. Acılarını dostlarının, akrabalarının desteğiyle şimdilik içine gömen Murat Yıldız kapıda karşılıyor bizi. Yanımızda biri daha var: Vural Baygeldi. Kendisi Murat Yıldız'ın ailesini enkazdan teker teker çıkaran, küçük Miraç'ı kurtaran kişi... Müzik öğretmeni.
ARTIK BİZE KİM PATATES KIZARTACAK BABA!
Miraç için o bir kahraman. Kapıda görür görmez boynuna atlıyor Vural Bey'in... Elazığ örfüne, adetine bağlı, kapalı bir toplum. Taziye evleri ve taziye geleneği ise en mahrem alanlarından biri. Yani öyle, gazeteciye falan açık bir alan değil aslında. En ağır soruları, acılarını yok sayarak bir sustalı zamansızlığıyla soran gazetecilerden çekiniyorlar... Halimizi, tavrımızı görünce içlerini dökmeye başlıyorlar.
Murat Yıldız aslen Diyarbakırlı. 36 yaşında. Belediyede çalışıyor. Depremden 15 dakika önce arkadaşlarının yanına gitmiş, çay içmeye... Derken gümbür gümbür, yer gök inlemiş. Göz gözü görmemiş tozdan topraktan... Kendini nasıl eve attığını hatırlamıyor. Ama ikinci kattaki evleri, sağdan solda devrilen diğer blokların arasında kalmış. "Bir saat ağladım durdum, henüz yardım ekipleri yoktu, çok erkendi" diyor. O sırada yine civarda oturan, kendisini ve ailesini zar zor dışarı attıktan sonra, nereye, kime koşabilirim diye o kıyamet meydanında can havliyle koşarken Vural Baygeldi çıkmış karşılarına... Vural Bey duymuş acılı babanın çığlıklarını. Derken eline ne geçtiyse, demir, kürek, taş... Kazmaya başlamış. Önce Murat Yıldız'ın eşini çıkarmış. Sonra iki yaşındaki oğlunu. Onların yaşayıp yaşamadığından emin değil... Sonra Miraç'ın sesi gelmiş. Miraç'ı sağ salim çıkarmış. Ardından ambulans gelmiş. Sonradan öğrenmişler ki, hanım enkazda can vermiş. Küçük oğlan da ambulansta... Miraç'ı hayatta tutan annesinin üzerine düşen demir kapı olmuş. Demir kapıyla annesinin arasındaki boşluğa sığınmış Miraç, o küçücük alan hayat boşluğu olmuş ona. Anneciği onu öyle korumuş aslında...
Murat Yıldız, gözlerime temas etmeden konuşuyor. Öyle uzaklarda bakışları. Soranlara "Ben iyiyim" diyor, "Ama oğlum bir garip o günden beri. Yaşananlar olmamış gibi davranıyor. Gülüyor, oynuyor... Bu konu açıldığında başka odaya geçiyor. Şimdi akrabalarımızda kalıyoruz. Şanslıyız yine de... Sadece geçenlerde Miraç durup dururken 'Artık kim bize patates kızartacak baba?' dedi. 'Biz kızartacağız oğlum dedim. Bir gün sen, bir gün ben!"
Miraç'la babası Murat Yıldız'ın hikayesi, 6.8'le Elazığ'ı yerinden oynatan ve ne iyidir ki ilk defa devletin tüm birimlerinin hızla müdahale edip can ve mal kaybının artmasına mani olduğu, yaraları hızla sardığı depremin hikayelerinden biri. Depremin ilk saniyesinden itibaren sahada olan, gazetemizin tecrübeli fotomuhabiri arkadaşımız Uğur Yıldırım'la, içimizde düğüm düğüm büyüyen bir kederle şehri ve köyleri gezdik, insanları dinledik. Ve gördük ki büyük acılardan geçip bir hafta gibi kısa bir sürede en azından manevi olarak toparlanmaya başlayan Elazığ halkının sırrı gakkoşluk yani mertlik, kardeşlik kültüründe yatıyor. Kendisinden başkasını kendinden daha çok düşünmek, yardıma, dayanışmaya önem vermek, ve vatan olmadan hiçbir şey olmayacağını çok iyi bilmek bunun sırrı...
KENDİ EVİMİZDE GİBİYİZ
Elazığ Garı'na gelen konaklama treni de geçen hafta ortasında kapılarını depremzedelere açtı. 10 vagonluk trende her vagonda televizyondan çamaşır makinasına, buzdolabından yatak odasına her şey düşünülmüş. Bir vagonunun kapısını çalıyoruz. Tahire Dilekçi açıyor kapıyı ve içeri buyur ediyor. Oğlu, gelini ve iki torunuyla birlikte kalıyorlar. İki gecedir buradalarmış. Evleri yüzde 10 hasarlı... Depremde Hazar Düğün Salonu'nda bir düğündelermiş. "Oğlum salonda bir oraya bir buraya sallandık, tavan çöktü. Bizi Allah üçüncü kattan dışarı attı. Evimize koştuk. Ama girilecek gibi değildi. Çok şükür burada rahatız şimdilik. Ev gibi olmaz hiçbir yer ama ev ortamında gibiyiz. İnanıyoruz ki inşallah bir an önce bütün sıkıntılarımız bir feraha erecek. Devlet bizi boşluğa bırakmaz... Bunu biliyoruz."
KÜÇÜK MİRAÇ'I ENKAZDAN KURTARDI AMA...
Vural Baygeldi (solda) küçük Miraç'ı depremden bir saat sonra enkazdan kurtardı. Fakat ne yazık ki, yine Vural Bey'in enkazdan çıkardığı Miraç'ın annesi ve iki yaşındaki kardeşi hayatını kaybetti. Baba Murat Yıldız ise Miraç'la yalnız kaldı.
HER ŞEYE SIFIRDAN BAŞLIYORUZ
Çevrimtaş Köyü Muhtarı Ramazan Alpaslan
Depremde neredeyse tamamı yıkılan, iki kişinin hayatını kaybettiği Çevrimtaş Köyü'ndeyiz. Köyün muhtarı Ramazan Alpaslan "Biz üç kuşaktır bu köyün muhtarlığını yapıyoruz" diyor. Dedesi, babası ve şimdi kendisi... Köyü, Alpaslan ailesi kurmuş desek yeridir. Köyün her türlü altyapısıyla, yoluyla, eviyle, insanlarının derdiyle onlar uğraşıyor 100 yıldır. Köyüne, toprağına sevdalı bir aile. Bugünlerde kendi ve ailesini unutmuş vaziyette. Köyün, köylünün bir an önce ayağa kalkması için uğraşıyor. Fırat Nehri'ni tepeden gören, kayısı ağaçlarıyla kaplı, muhteşem, rüya gibi bir köy aslında burası. Ama bugün kerpiç evlerin toza, dumana döndüğü, bir enkaz köyü... "Çok ilginçtir diyor" Alpaslan, "Depremden birkaç gün önce hayvanlarımız huzursuzlandı. Depremi hayvanlar hisseder derler ama hiç bu kadar net bir duruma rastlamamıştım. Birkaç gün öncesinden sıkıntılı halleri vardı. Yemleri bile nazlana nazlana yemeye başladı o iştahlı hayvanlar."
Köyde yıkılmayan ama ağır hasarlı tek ev muhtarın iki katlı binası. Alt katında da ahırları varmış. Deprem olduğunda karısı, oğlu ve kızıyla yalın ayak kendilerini dışarı atmışlar. "Bu dedik ki kıyamettir" diyor Alpaslan... Elektrikler o anda kesildiği için göz gözü görmüyor. Yıkılan evlerin tozu dumanı da cabası. Cebinde arabasının anahtarı var sadece. Arabaya atmış hızlıca ailesini. Farları yakıp şöyle etrafa bir bakınca anlamış durumu. "Bir tane sağlam bina göremedim" diyor. Hemen hızlıca tekrar eve girip, el yordamıyla ayakkabı ve cep telefonu almış. Cep telefonunun ışığıyla aşağı, köyün diğer evlerinin olduğu alana doğru inmişler. Evlerden çıkan diğer köylülerle kurtarma çalışmalarına başlamışlar. Vefat eden iki köylüyü boğazlarına kadar enkaza batmış halde bulmuşlar. Alpaslan Bey anlatırken gözyaşlarını tutamıyor. Bu konuyu burada kesiyoruz biz de.
"Yaralar hızlıca sarılıyor" diyor muhtar. Gittiğimizde köyün su tesisatı onarılıyordu. Çadır ve konteyner gelmiş köye. Kimse açıkta değil. Telef olan hayvanlarının yerine fazlasıyla vermiş devlet. Hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu köyü ziyaret ettiğinde, muhtar "Fazla hayvan vermişsiniz bakanım" demiş. "Sizin hayvanlar doğurdu varsayın muhtar" demiş tebessüm edip Nasreddin Hoca misali, ağır kederli havayı az da olsa dağıtmak için.
ANNEM LAVABODA KİLİTLİ KALDI, 60 SAAT SONRA ÇIKARILDI
Sürsürü Merkez Camisi'nin taziye evindeyiz bu kez de... 82 yaşındaki Türkan Kaplan için okunuyor dualar. Türkan Hanım oğlu Faruk Kaplan'la yaşıyormuş 30 yıldır. Torunlarıyla... Onlar da Dilek Sitesi'nden. Birinci kat... Hayriye Hanım'ın hafif astım rahatsızlığı dışında bir şikayeti olmamış hiç. Deprem sırasında lavabodaymış. Oğlu Faruk Bey "Bu deprem öyle bir şeymiş ki, insan o an hiçbir şey hatırlamıyor. Duvarlar üzerinize geliyor. Çatı devriliyor. Annem lavabodaydı. Kapıyı açamadık. Kapılar açılmıyor o anda... Açtınız açtınız. Çocukları alıp dışarı attık kendimizi, nasıl attık biz de bilmiyoruz. Zaten sonra bina gözümüzün önünde yıkıldı. Duvarlar devrildi. Annemi 60 saat sonra çıkardılar. Maalesef kaybetmiştik..."
Depremin sembol ismi Mahmut El Osman
EMİR BÜYÜK YERDEN, İNSAN İNSANI KORUMALI
Enkazdan iki hayatı, dişiyle tırnağıyla kurtaran Suriyeli Mahmut El Osman, Elazığ depreminin sembol ismi oldu. Kendisini İstanbul'a gitmeden, uçağından bir saat önce buluyoruz Elazığ'da. Mahcup ve utangaç bir genç. Gözlerinin içi gülüyor hep. Konuşurken bazen gözlerinden yaşlar süzülüyor ama gözlerindeki gülümseme yine sabit. Makine mühendisliği öğrencisi. Türkçesi çok az. Yine Suriyeli olan arkadaşı yardım ediyor ayaküstü ama derinlikli sohbetimize. Öğreniyoruz ki Mahmut artık bir Kızılay gönüllüsü olmuş. Kızılay için gönüllü çalışacak, kendi deyimiyle "İyilik için, başka hayatlar için elinden ne gelirse" yapacakmış. Kendisinden öğreniyoruz Mahmut okulunun yanı sıra halter sporuyla ilgileniyor. Depremin olduğu akşam da halter salonunda çalıyormuş.
Salondan atmış kendini dışarı. "Zorlu bir hayattan geliyoruz. Açlık, yoksulluk, savaşlar... Çocukluğumdan beri bu hayatın içinde büyüdüm ama içimde hep hayata dair bir umut taşıdım. İnsan varsa umut vardır. Hayalim hep bizim gibi zor durumda olan insanlar için bir şeyler yapabilmekti. Bir yardım organizasyonu, aşevi ve daha pek çok şey. Allah "Ben insanı dünyaya halife kıldım" diyor. Bunu iyi düşünmemiz lazım. İnsana koruma, kollama görevi verilmiş. Emir büyük yerden. İnsan insanı da, başka canlıları da korumak zorunda. Bu bir görev... İçinde bulunduğumuz yüzyılda iyiyle kötünün, hayırla şerrin, mazlumla zalimin savaşını yaşıyoruz. İyilik kazanacak... Buna inanıyorum ve bunun için dua ediyorum."
VATAN OLMAZSA HİÇBİR ŞEY OLMAZ, BU SÖZLER EZBER DEĞİL OĞLUM
Elazığ'daki Kültür Park'ta kurulan şehrin en büyük çadır kentindeyiz. Yaklaşık 500 çadırlık bir alan. Seyyar mutfağı, sağlık birimleriyle tam teşkilatlı bir yardım kampı. Çadırlardan birine misafir oluyoruz. 75 yaşındaki Halise Bakırcı ve torunları kalıyor burada. Depremde evde 10 yaşındaki kız torunuyla birlikteymiş Bakırcı. "Ayaklarım doğru düzgün tutmuyor, yürüyemiyorum. Torunuma 'Kızım beni bekleme haydi koş dışarı' dedim. Evimiz ikinci kattaydı" diyor. Ama torunu "Ölürsek birlikte ölelim nine" demiş. Elele tutuşup hızlıca aşağı inmişler. Evleri yüzde 100 hasarlı binalardan. Evden hiçbir eşyalarını alamamışlar. Şimdilik çadır kamptalar. Hayriye Hanım "Oğlum" diyor, "Burada kiminle konuşursanız aynı şeyi söyler. Hayattayız ya çok şükür. Gerisi hallolur. Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin, vatansız bırakmasın. Sanma ki bu sözler ezberedir. Elazığ insanı böyledir. Vatan olmadan hiçbir şey olmaz. Bunu böyle bil oğlum. Bugün derdimiz vardır, vatan varsa, varsa yarın geçer. Yaralar sarılır."
Fotoğraflar: Uğur Yıldırım