Seyyid Muhammed Tabâtabâî Kimdir, Tarihte Önemi Nedir?

19 Zilhicce 1253 (16 Mart 1838) tarihinde Kerbelâ’da doğdu

Tabâtabâî nisbesi dedesi Seyyid Mehdî'nin Muhammed Mücâhid Tabâtabâî'nin kızı ile evlenmesi, Sengilecî nisbesi de Tahran'da oturdukları mahalleyle ilişkilidir. Tabâtabâî İlk eğitimine Tahran'da başladı. Bu sırada Fransızca dersleri aldıysa da bunu fazla sürdüremedi. Babasından, Hâdî-i Necmâbâdî ve Mirza Ebü'l-Hasan Cilve'den Arapça, fıkıh, fıkıh usulü ve aklî ilimleri öğrendi. 1299 Şevvalinde (Ağustos 1882) İstanbul üzerinden Mekke'ye gittiyse de hacca yetişemedi ve umre yapıp atebâta döndü; Mirza Hasan eş-Şîrâzî'nin ders halkasına katıldı. Babasının vefatının (1300/1883) ardından ailesini öğrenim gördüğü Sâmerrâ'ya getirtti. 1311 Cemâziyelevvelinde (Kasım 1893) tahsilini tamamlamış güçlü bir âlim ve müctehid olarak Tahran'a döndü.

Nâsırüddin Şah, o sırada Tahran'da nüfuz sahibi olan Şiî âlimi Mirza Hasan Âştiyânî'ye karşı Tabâtabâî'den faydalanmak istediyse de o bunu kabul etmedi. Bu esnada muhafazakâr Şiî ulemâsı baskı ve adaletsizlik, yönetimde ve sosyal hayatta Batılılaşma yönündeki eğilimler, Batı tarzı eğitim, ulemânın nüfuzunu azaltan reformlar ve yabancılara tanınan imtiyazlar gibi sebeplerle Kaçarlar yönetimine karşı muhalefet sesini yükseltiyordu. 1903'te Sadrazam Aynüddevle'nin kendisine karşı cephe alması ve rakibi olan Meşrutiyet karşıtı Şeyh Fazlullah Nûrî'nin nüfuzunu arttırmaya başlaması üzerine hükümet muhalifleri arasına katılan Şiî âlimi Abdullah b. İsmâil Bihbehânî kendisine yardımcı olarak Tabâtabâî'yi seçti. Meşrutiyet hareketine öncülük yapan "âyetullah" unvanına sahip bu iki âlim Şiî literatüründe "âyeteyn" veya "hücceteyn" diye anıldı. 1905 yılında Aynüddevle'yi görevinden uzaklaştırmak için anlaşan iki âlim, hükümetin siyasetini protesto etmek amacıyla Tahran'da Mescid-i Şâh'ta tüccarlarla bir toplantı yaptı. Toplantı zorla dağıtılınca bunlar, Tahran'a yakın bir ziyaretgâh olan Şah Abdülazîm'in türbesine sığınıp (Aralık 1905) bir meclis kuruluncaya kadar Tahran'a dönmeyeceklerini ilân ettiler. Bu harekete "hicret-i suğrâ" adı verildi. Burada karşılaştıkları baskı yüzünden daha sonra bir grup âlimle birlikte Kum'a geçen iki âlimin (Temmuz 1906) bu hareketi de "hicret-i kübrâ" diye nitelendi. Muzafferüddin Şah, Aynüddevle'yi görevden alıp yerine Adudülmülk'ü getirerek isteklerini kabul edince Tahran'a döndüler. Din âlimlerinin ve aydınların öncülük ettiği Meşrutiyet hareketi, 1906 yılında ilk defa millî bir meclisin ve meşrutiyet hükümetinin kurulmasıyla sonuçlandı. Meclisin kurulması yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Ulemâ kendi arasında anlaşamadığı gibi liberallerle de meclisin işleyişi, fonksiyonu, yetkisi ve çıkarılacak kanunlar hususunda fikir ayrılıkları yaşandı. Bu meclis, Muzafferüddin Şah'tan sonra yerine geçen oğlu Muhammed Ali Şah tarafından 23 Haziran 1908'de kapatıldı; binası top ateşine tutuldu, çok sayıda milletvekili öldürüldü ve Tabâtabâî başta olmak üzere Meşrutiyetçiler'in önde gelenleri işkenceye mâruz kaldı; Tabâtabâî Meşhed'e sürgüne gönderildi. Burada etrafında toplananlara düşüncelerini anlatan Tabâtabâî meşrutiyet yanlısı gizli bir dernek kurdu. Muhammed Ali Şah'ın muhalifler tarafından Temmuz 1909'da tahttan indirilmesi üzerine Tahran'a döndü. Bu arada muhalefet hareketi yeni simalar ve gruplar kazandı; Tabâtabâî de verdiği mücadelelerle yorulmuş olduğundan kenara çekildi; daha sonra da Kum'a göçtü (Kasım 1915), oradan Irak'ta Kâzımeyn'e gitti, ardından Kirmanşah'ta ikamet etti. Oğlu Muhammed Sâdık görevle İstanbul'a tayin edilince (Haziran 1916) yaşlı ve hasta olduğundan onu da yanında götürdü. Tabâtabâî, 1918 sonbaharında döndüğü Tahran'da 10 Şubat 1921 tarihinde vefat etti ve Şah Abdülazîm'in mezarı civarında defnedildi.

Kendi döneminde İslâm dünyasının ve özellikle ülkesinin içinde bulunduğu olumsuz durumu erken farkeden ve hayatı boyunca bu hususta mücadele veren bir aydın olarak Tabâtabâî'yi etkileyen birçok ilim ve fikir adamı vardır. Başta babası Seyyid Sâdık olmak üzere Cemâleddîn-i Efgānî, Mirza Melkum Han, Mirza Yûsuf Han, Nâzımülislâm Kirmânî, Şeyh Hâdî-i Necmâbâdî, Abdurrahman b. Ahmed el-Kevâkibî ve Zeynelâbidîn-i Merâgī bunlar arasında sayılabilir. Tabâtabâî'nin modern Batı düşüncesini benimsemesinde masonlarla ilişkisinin olmasının yanı sıra Rusya'ya, Arap dünyasına ve Türkiye'ye yaptığı seyahatlerin, liderlerle ve devlet adamlarıyla şahsen görüşmesinin de rolü olmuştur (Abdul-Hadi Hairi, s. 81). Onun reformcu düşüncelerle tanışmasına vesile olan ilk kişi, Melkum Han'ın 1858'de halkı modern düşünce ve gelişmelerden haberdar etmek için kurduğu, aynı zamanda İran'daki ilk mason locası olan Ferâmûşhâne'ye mensup reformcu bir aydın olan babası Seyyid Sâdık'tır. Gençlik yıllarından itibaren Melkum Han ve Mecdülmülk gibi yazarlardan, Sipehsâlâr ve Efgānî gibi reformculardan etkilenen ve Kevâkibî gibi modernistlerin görüşlerinden haberdar olan Tabâtabâî'yi diğer âlimler arasında seçkin kılan özellik reformcu düşüncenin en güçlü savunucusu olmasıdır. Bu yönüyle siyasî değişimi âlimlerin de temsil edebileceğini göstermiş ve bu rolü laik aydınların tekelinden kurtarmıştır. Meşrutiyet ve ona bağlı olan özgürlük ve kanun yapma gibi meselelerde meşrutiyetçi ulemâdan çok meclis içindeki radikal modernist gruba yakın durmuştur. Savunduğu konularda bir taraftan geleneksel Şiî düşüncesini ihmal etmediği izlenimi vermekle birlikte esasta Batılı fikirlerin etkisinde kaldığı, en azından düşüncelerini Batılı söylemin terimleriyle ifade ettiği görülür.

Tabâtabâî'ye göre kendi dönemindeki İran'ın en temel problemi halkın eğitim seviyesinin istenen noktada olmayışı, yönetimin adaleti gerçekleştirmek yerine istibdada başvurması ve devletin kötü yönetilmesidir. Halkın eğitim seviyesinin düşük olması haklarını bilmemesine, bu hususta bir arayışa girmemesine ve meşrutiyet gibi bir rejimin uygulanamamasına yol açmaktadır. Yönetimin adaleti temin edememesi ve baskıcı bir tutum izlemesi halkın devlete olan güvenini sarsmakta ve devletin giderek zayıflamasına, yabancıların ülke topraklarında nüfuz kazanmasına yol açmaktadır. Bu sebeple önce halkın eğitim seviyesi yükseltilmeli, bunun için de modern okullar açılmalı ve desteklenmelidir. Devletin âdil bir şekilde yönetilmesi için de halk iradesinin yönetime tam olarak yansıtıldığı meşrutiyet rejimi benimsenmeli ve bağımsız bir mahkeme olan "adâlethâne" tesis edilmelidir. Ülkede mevcut problemlerin çözümü, toplumun bütün kesimlerinin temsil edildiği katılımcı bir anlayışla oluşturulacak meclis yoluyla mümkündür. Tabâtabâî buna "meclis-i adâlet" adını vermekte ve bununla, devlet adamlarıyla milletin ülke problemlerini çözmek için birlikte hareket edecekleri bir kurumu kastetmektedir. Bundan dolayı bir taraftan geleneksel Şiî İslâm hukukunun (şeriat) hâkim olmasını isterken bir taraftan da yeni kanunların yapılması gerektiğinden söz etmektedir.

Mason olmakla suçlanan Tabâtabâî'nin bu teşkilâta girdiği ve bir madalyası bulunduğu vefatından sonra ileri sürülmüştür. Bunun başlıca sebepleri modern düşünceler taşıması, babasının ve gençliğinde etkilendiği, dinî müesseseyi sorgulayıcı tavrı ve reformcu görüşleriyle tanınan Şeyh Hâdî-i Necmâbâdî'nin de mason olmasıdır. Mirza Melkum Han ve Efgānî ile yakın ilişkisini de buna eklemek gerekir. Tabâtabâî, Sâmerrâ'da kaldığı yıllarda Efgānî ile iletişim kurmuş ve görüşlerinden etkilenmiş, özellikle İslâm topraklarının kâfirlere karşı korunması noktasında ulemâya verdiği cesaret onun üzerinde derin etki bırakmıştır. Farklı tanıtanlar bulunsa da Tabâtabâî'nin sağlam karakterli ve dürüst bir kişi olduğu kanaati daha yaygındır. Ona isnat edilen olumsuzluklar, daha çok kendisini meşrutiyet yolundaki amaçlarına alet ettiği söylenen Bihbehânî'ye yakınlığından kaynaklanmıştır. Bihbehânî'nin aksine Tabâtabâî'nin meşrutiyet ve modernizm yolundaki çabalarının asla kişisel çıkar amacı taşımadığı kaydedilir (a.g.e., s. 107). Tabâtabâî'nin bugüne ulaşan herhangi bir eseri bilinmemektedir. Ancak şiire meraklı olduğu, bir divan teşkil edecek kadar şiirlerinin bulunduğu, Konya seyahatinde kaybolan sandığı ile birlikte bu divanın da kaybolduğu belirtilmektedir. Görüşleri daha çok konuşmalarından ve kayda geçen mektuplarından öğrenilmektedir.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA