Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Demokratik siyasette nefret ve şiddete yer yoktur

Geçen haftayı "Uzak tarih" olarak gören bilinçsiz ve sorumsuz bir avuç egosu şişkin öfkelinin, topluma siyaseti kavga, kamplaşma ve tepişme olarak sunmalarını hayretle izlemiyor musunuz? Bir hayat tarzı olarak benimsediğimiz çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin ve istikrarımızın, onların öfkelerine ve nefretlerine kurban edilmesi mümkün olabilir mi?
Bu coğrafyanın üzerinde yaşayan insan topluluklarına ne kadar hassas dengeler sunduğunun farkında değil bunlar... Sayıları milyonları bulan Suriyeli sığınmacılar, kendi ülkelerinde ölümün kol gezdiği ve Anadolu'nun kucak açtığı ilk insanlar mı sanki?

Unuttuk mu?
20'nci yüzyılın son döneminde yüzbinlerce Bulgaristanlı Türk'ün göçüne tanık olmadık mı? Ya da Saddam'ın zehirli gazlarından kaçıp Anadolu'ya sığınan Iraklı Kürtleri hatırlamıyor muyuz? Humeyni rejimi geldiğinde milyonlarca İranlının, ülkelerinden kaçmak durumuna düştüklerini görmemiş miydik?
1923-39 arasında Yugoslavya'dan Türkiye'ye 120 bin kişi sığınmıştı.
İkinci göç dalgası da 1952-67 arasında yaşandı. Kosova'dan Makedonya'dan, Bosna'dan gelenlerin sayıları 200 bine yakındı. Ya Kırım Tatarları? Kemal Karpat'a göre, 1783-1922 arasında Osmanlı topraklarına göç eden Kafkasyalı ve Kırımlı insanların sayısı 1 milyon 800 bin civarındadır. Daha sonra da 1940'ların sonunda Stalin'in sürgününden kaçan Tatarlar geldi.

Daha önceki tarih
1912'deki Balkan Savaşı sonrasında yurtlarını bırakıp Türkiye'ye göç eden milyonları unuttuk mu? Sovyet Devrimi'nden kaçan Beyaz Rusları...
1864'ten başlayan Çerkez göçünü...
Katolik yobazlığından kaçan İspanya Yahudilerini... Bunları da mı hatırlamayalım?
Ya bizim verdiğimiz göçler?...
Mübadele ile giden Anadolu insanları...
Tehcir sonrası Ermeni göçü... Kıbrıs olaylarının rüzgârında göçe zorlanan İstanbullu Rumlarla "Fetih"ten beri birlikte yaşamıyor muyduk? 1950'de sayıları 130 bindi, şimdi 2000'in altına indiler...

Yeter artık
Şişkin egolarımızla ve bilinçsizliğimizle Anadolu'yu da çevre coğrafyasının trajedilerine yönlendirmemeliyiz. Ve unutmamalıyız ki insan sevgisi ve hoşgörü olmadan "Vatan Sevgisi" içi boş bir kavramdır. "Vatanımda yaşayanlardan sadece benim gibi olanları ve benim gibi düşünenleri seviyorum" çizgisinde siyasete bakıyorsanız, beyniniz hastalıklıdır. Kişilere dönük hastalıklı takıntılarla 20'nci yüzyılın ikinci yarısında bir başbakanın ve iki bakanın idam edildiğini unutmamalıyız.
Öfkelerinin boyu akıllarından uzun olan ve vücut salgıları ile düşünce ürettiklerini zannedenler, yakın ve uzak tarihte bu coğrafyanın insanlarına kendi vatanlarında yaşamayı cehennem haline getirmediler mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA