Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Manevi hastalıklar ve tedavi yolları

Bazen oturup dinlenmek istersiniz. Hayatın sorumlulukları, yükü sizi yorar. "Bir nefesleneyim" der, uzaklara dalarsınız. Gelin bugün manevi boşluklarımızı konuşalım. Tedavi etmemiz gereken hastalıklarımızı paylaşalım. Paylaşalım ki bu hastalıklara yakalananlar kendilerini tedavi edebilsinler. Yakalanmayanlar ise en azından uzak dursunlar
Maddi hastalıkların rutin bir tedavisi vardır ama manevi hastalıkların tedavisi zordur. Ciddi bir arınma, gayret ve çaba gerektirir. Yetkin bir elin yol göstermesi lazım. Evet elbette Kuran-ı Kerim ve sahih hadisler bütün manevi hastalıklarda tedavinin en doğru yoludur. Ancak Kuran'ı doğru anlamak, Hz. Resulullah'ı doğru etüt etmek şartıyla. Kuran'ı kendi keyfine göre yorumlayan, sünneti alaşağı eden bir zihniyet ilim erbabı olamayacağı gibi bırakın hastayı tedavi etmek, hastalığın bizzat kendisi olur. Bazı manevi hastalıklar şunlardır:
HIRS: Ölçüsüz arzuya hırs deriz. Efendimizin de hatırlattığı gibi, "İnsan yaşlandığında bile iki arzusu hep aynı kalır. Hayata karşı hırs ve mala karşı hırs". Sonsuz kazanma hırsı imani kaygıyı da içinde barındırır. Elbette mal ve yaşam arzusu gibi hırslar olabilir, ama bütün bunların kontrol altında olması şarttır. Kişi "Benim malım" der durur, ama "malı ve mülkü yediği ve giydiğidir" der Hz. Resulullah. Bu hastalığın tedavisi sadece "kanaattir".
KİBİR: Büyüklenme olarak ifade ettiğimiz kibir de manevi hastalıkların başında gelir. Kuran-ı Kerim, "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme" der (İsra/37). Efendimiz, "Kalbinde zerre kadar kibir barındıran cennete giremez" buyuruyor. "Kibir ve büyüklenme içinde olanı Allah küçültür" (Mümin/35). En büyük kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları aşağılamaktır. Kibrin ilacı ise "tevazudur".
KENDİNİ BEĞENME: Şımarık bir edayla insanların önünde kendini övenleri görürsünüz. Yüce Allah bazı insanlara güzellik, boy bos ikramında bulunur. Ama bu özellikler kişinin kendi kabiliyetinden veya baba ile annesinin özelliğinden değil, ilahi bir gerekçeyle verilmiştir. Kişi bunu övünmek veya aşağılamak için kullanmaz. Hiçbir günah işlemesek bile şu kendini beğenme hastalığı bizi dibe çekmeye yeter. Kendini beğenme hastalığının ilacı, nimetin esas sahibi olan Allah'ı unutmamaktır. Hani halk arasında söylenir ya, "Güzelliğinle böbürlenme, bir çıban yeter. Malına güvenme, bir kıvılcım yeter" diye.
MAL SEVGİSİ: "Yazıklar olsun malını sayıp sayıp durana! Zanneder ki malı onu ölümsüzleştirecek" (Hümeze/1-3). Bu ayet malını yanlış yolda kullananı, sınırsız beklenti içinde olanı kınar. Helalinden mal edinmek elbette kınanmaz. Zira Müslümanın ekonomik olarak güçlü olması, onun hayır ve hasenat yolunu açar. Nitekim sahabe içinde zengin olanlar olduğu gibi diğer asırlarda da cömertliğiyle ün kazanan kişiler vardı. Bazı kişiler Müslümanların el açan, dilenen, örselenen, aşağılanan, iki kuruşa muhtaç, ekonomik özgürlüğü olmayan insanlar olmasını arzu eder. İslam'ın böyle bir emri de, projesi de yoktur. İslam'ın emrettiği helalinden kazan, zekâtını ver, sadakada cömert davran, helal yolda harcadır. Onun için ayette "Dünyadan nasibini unutma." (Kasas/77), "Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver" (Bakara/201) buyuruluyor. Yaşantımızın kalitesi, mal ve mülke bakışımızı belirler. Bazen durup da "Bu kadarı da yeter artık" demek lazım. İlaç budur.
CİMRİLİK: "Ne savur ne de tut. İkisinin arasında orta yolu bul" (Furkan/67) diyor Kuran. Onun için malın tümüne değil kırkta birine zekât konuldu. İnsanın cimriliğini bilen Allah, fıtrata uygun emir verdi. Malının tümünü (külçe altını) getirip Hz. Peygamber'in yanında yere koyan ve "Bütün malım budur. Al onu Ey Allah'ın Resulü" diyen kişiye Hz. Peygamber'in "Altınını al götür. Ona ihtiyacımız yoktur" demesi dikkat çekicidir. Yani "Kendi çoluk çocuğunun rızkını getirme" demek istedi muhtemelen. Cimriliğin ilacı, fakirlik korkusunu aşmaktır.
HASET: Her er yerde, her toplumda, bazen birçok ailede görülen bir hastalıktır bu. Çekememezlik, başkasının imkânlarını, sevincini hazmedememek. İhlası öldüren şey hasettir. "Ateşin odunu öldürdüğü gibi haset de ameli öldürür" buyuruyor Hz. Peygamber. Hasedin tedavisi, haset ettiğin kişiye dua etmektir. Ve onun gıyabında tövbeyle Allah'a yönelmektir.

ÖNYARGI-SUİZAN
En büyük hastalıklarımızdan biri de önyargılı oluşumuzdur. Bu son derece yaygın ve helak edici bir hastalıktır. Kuran-ı Kerim zandan sakındırıyor: "Ey iman edenler. Zandan çokça sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı?" (Hucurat/ 12). Suizan şöyle başlar: "Bana göre, dediler ki, duydum ki, şu yazarın dediğine göre, şu habere göre, komşum dedi ki..." Sonra birer günah zinciri gibi sarmalar bizi. Bir müddet sonra yalanı ilk yayan dahi uydurduğu yalana inanır. Kötü zan insanı küçültür. Kişi başkasının günahını, kusurunu sayıp duracağı yerde kendi günah ve kusurunu sayıp durursa ve arkasından tövbe ederse çok daha hayırlı bir iş yapmış olur. Suizanın-önyargının ilacı "sükût"tur. Boş konuşmamaktır. Dille Allah'ı bol bol zikretmektir.

FALCILIK NEDİR? FALCIYA İNANMAK CAİZ MİDİR?
Arapça'daki "F-E-L" kökünden olan "fal" sözcüğü "iyimserlik" ve "iyiye yorma" manasına gelmektedir. Hayırlı ve hayra teşvik edici sözler de bu kabildendir. Bu manaya gelen fal için Peygamberimiz (SAV), "İslam'da huzursuzluk yoktur. Ancak falı (iyi sözü) beğenmekteyim" buyurmuştur. Görüldüğü üzere bir şeyi uğursuz saymak, onun etkisinde kalmak yersiz ve dayanaksızdır. Bilakis ümitvar olmak, Allah'a güvenip O'ndan güç alarak hayatımızı değerlendirmek her Müslüman'ın görevidir. Günümüzde halk arasında "fal" diye ifade edilen ve kahve fincanı veya birtakım şeylere bakarak kişinin geleceğiyle ilgili hususlarda hükümler çıkarmanın ise dinimizde yeri yoktur. Günümüzdeki manasıyla fal, cahiliye döneminde müşriklerin uyguladıkları oklarla nasibini tespit etmek ve gelecekle ilgili bilgiler aktarmaktır ki, bunu yapmak ve ona inanmak dinen caiz değildir.
"Allah'ın isimleri ve bazı sureler belli sayıda okunursa şu olur" deniyor. Doğru mu?
Bazı sureler ve ayetlerin fazileti hakkında hadisler vardır. "Şöyle okunması iyi olur" tarzında Peygamberimizin yönlendirmeleri olmuştur. Bazı dualar hakkında da sabah ve akşam okunmalı tarzında bilgiler vardır. Allah'ın yüce isimlerinin hangisinin hangi sıkıntılara çare olduğu hakkında ise âlimlerimizin tecrübeye dayanan bilgilerini bulabilirsiniz.
Vefat edenler şu anda cennet veya cehenneme girmişler midir?
Ölen kişiler kabir âleminde cennet veya cehenneme benzer bir hayat sürüyorlar. Peygamberimiz (SAV) "Mezar ya cennet bahçesinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür" buyurmuştur. Ancak mahşerden (kıyametten) sonraki cennet ve cehennem hayatı henüz başlamamıştır. Bununla beraber İslam itikat âlimlerine göre cennet ve cehennem şu anda vardır, yaratılmıştır, ama dolu değillerdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA