Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

“Allah’a emanetiz…”

Fecrin en uzak olduğu geceydi. Ama hiçbir fikrimiz yoktu. Bize göre bir cuma akşamı ailecek biraraya gelmiş, keyifle sohbet ediyorduk.
Kayınbiraderimin "köprüde tanklar varmış" demesiyle yüzler ekşidi ve televizyonu açtık. Ekranda "terör saldırısı" yazsa da aklımıza yatmadı. Tam kapıya yönelmiştik ki yine kayınbiraderim, "Meclis'in üzerinden alçak uçuş yapıyorlarmış abla" dedi. Kayınvalidemle göz göze geldik; "Anne, Allah'a emanetiz" dedik ve ayrıldık.
Evimiz İstanbul'un bir ucu ve tabur komutanlığının ordan geçmeden varamıyorsun. "Allah'a emanetiz" dedik, sürdük. Evden çocuğun ihtiyaçlarını ve telefonlarımız için şarj aletini alıp, kızkardeşimin evine yöneldik. Evden çıkmadan, insanları da sokağa davet etme imkânım olduğunu akıl edip tivit attım. Twitter'ın herhalde bir işe yaradığı tek gündü. Yazdım:
"Tankın üzeri, hapis veya mezar… Ne gerekirse bu ülke için hazırız. Siz paralel pisliklere bu ülkeyi işgal ettirmeyeceğiz!" Saat 23:44.
Bugünden bakınca nasıl bu kadar sarih görmüş, "işgal" diyerek adını koymuşum diyorum. Herhalde karşında "ölüm ya da kalım" olunca, resim netleşiyor. O saate değin sadece Binali Yıldırm'ın bir kalkışmadan bahsettiğini biliyoruz. Aklımız, kalbimiz ve dualarımız Cumhurbaşkanımızda. O'nu daha ne görebilmişiz ne duyabilmişiz. Sümeyye Erdoğan'ı aradım, sesinde üzüntü olmaması beni ümitlendirdi. "Atatürk Havalimanı" dediyse de bizim Anadolu yakasının bir ucundan varmamız imkânsızdı.
Sonra evlâdımı "Önce Allah'a, sonra sana emanettir" diyerek kızkardeşime bıraktım, son kezmiş gibi öpüp ayrıldım. Bilmiyordum ki karnımda ayrılamayacağım bir tane daha var. Varlığını ertesi gün öğrenecek, adını iki gün sonra "Tayyip yok, güneşli günler bizi bekliyor" diyen asker kılıklı FETÖ'cünün videosunu gördüğümde alacaktı. Tayyip'ler bitmezdi, evelAllah.
Kızkardeşimin eşi, eşim Suheyb ve ben yola koyulduk. Yolda son ses dombra dinlediğimizi ve yol boyu herkesi bulunduğu kentin meydanlarına çıkmaya davet ettiğimi videolardan ve tivit arşivimden biliyorum. Hatırlıyorum diyemem çünkü telaştan ve heyecandan hafızam bölük pörçük.
Artık Cumhurbaşkanımızın da sesini duymuştuk. Kalbimizde ümitsizliğe yer yoktu, sadece coşku vardı. Hayatımda ilk kez ülkeme canımla sahip çıkma imkânı verilmişti. Çevreden geçen arabalarla kornalara basa basa gittik. Park edip Kısıklı'ya yönelmiştik ki genç bir adam "köprüye gidiyoruz, köprüde ihtiyaç var" diye bağırıyordu. Koşa koşa köprü yolundan aşağı doğru ilerledik. Bir polis "geçmeyin ölürsünüz" diye gidenleri uyarıyordu ama kendisine kulak asan olmadı. Çünkü Allah'a emanettik.
Askerî bir otobüs, içindeki eli silahlı askerlerle birlikte kalabalığı yararak aramızdan geçti. Eşimin elindeki cam şişeyi otobüsün üzerinde parçaladığını hatırlıyorum. Artık köprüye metreler vardı. Tanklar göz hizamızdaydı. Eşim omuzlarımdan tuttu, "Burdan gerisini gelme. Bana bir şey olursa Yusuf'a sen bakarsın" dedi ve bacanağı ile birlikte arkalarına bakmadan koşarak uzaklaştılar.
Onu belki son görüşümdü. Veda bile etmedik, öylece gitti. Vedalaşmaya vakit yoktu. Kurşunlar şiddetini artırdıkça kalabalıkla birlikte eğiliyor, biter bitmez Tekbir sesleriyle ayaklanıyorduk. Telefonum şarjı olmadığı için kapanmak üzereydi ki Mustafa Çalışkan ile görüştük. Onun da köprüde olduğunu, müdahale etmeye çalıştıklarını ama tanktan bomba bile attıkları için polis gücünün yetersiz kaldığını söyledi. O da en yakın adamını yeni şehit vermişti. Eşimi dinlemeyip ben de tanklara doğru yanaşmıştım ki onları tekrar bulabildim. Beyaz bir otobüsün orda buluştuğumuzu hatırlıyorum.
İsmail Kılıçarslan'ı gördük sonra. Önlerde olduğunu, bu işin artık bittiğini, darbenin atlatıldığını söyledi. Şekerinin çok düştüğünü söyleyerek aramızdan ayrıldı. İki gün sonra yazdığı yazıda köprüde Yıldıray Oğur gibi başka yazarları gördüğünü dile getirecek ama bize yer vermeyecekti. Eşim ve bana "pelikancı" diye saldıran Davutoğlucu ekip köprüde olduğumuzu inkâr edip, bize iftira atarken de şahitlik etmeyecek ve susacaktı. O gece bile bazı şeyleri kafada yerine koymaya yetmeyecekti yani. Canı sağolsundu.
Sonra diğer kızkardeşim ve nişanlısı ile buluştuk. Birbirimizden haberli bile değildik, Allah kavuşturdu. O sıra jetler alçak uçuş yapmaya başlamıştı. Bombalandığımıza emindik. Kızkardeşimin üzerine çuvallandığımı hatırlıyorum. Düşen bombadan nasıl koruyacaksam işte ama ablalık… Aklıma her gece bu korkuyla, bir ateş topunun her şeyi sona erdireceğini bilerek yaşamaya devam eden Müslümanlar geldi. Ülkemiz için ettiğimiz en ihlaslı dualar belki o geceydi ama yalnız değildik. Mazlumların duaları Başkomutanımız ve ülkemiz içindi; hissediyorduk.
Korku bir tül gibi üzerimizden çekildiyse, bu Allah'ın inayeti sayesindeydi. Gençler, göğüslerinde imanlarından başka zırh taşımadan, tekbir sesleriyle bile isteye ateşe koşarak can verdilerse, bu Allah'ın inayeti sayesindeydi. Bu millet, büyük milletti. Allah'ın inayeti sayesindeydi.
Sabahın ilk ışıklarına yakın, Özel Harekât ekipleri de motorlarıyla aramızdan geçmişlerdi. "O kurşunlar bitecek" diye bağırdığımızı hatırlıyorum. Kimisine masum denilen köprüdeki askerlerden bize ateş etmeyenini en azından ben görmedim. Gerçekten kurşunlarını üzerimizde bitirene değin teslim de olmadılar. Yine sabahın ilk ışıklarına yakın ilk ağladığım an gelecekti; Markar'ın, selâlara nispetle, "Ezanlar susmasın" yazdığını gördüğümde… Daha ne camiye saldıranlardan ne müezzin dövenlerden ne tankları alkışlayanlardan haberimiz vardı.
Titreyerek ağladım. Millet olmamızın ne büyük nimet olduğunu idrak ettiğim için ağladım. Rabbime şükürlerimi sıralayarak ağladım. Sabah ezanının, sadece yeni bir günü değil, yeni bir çağı da muştuladığını hissettiğim için ağladım.
Bu sene 15 Temmuz gözyaşlarımız, Yeni Çağ'ın açılışının sembolü Ayasofya'nın açılışına denk geldi. Bu millet demesin de kim desin: "Allah'a emanetiz". İyi ki…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA