Ankara'nın tarihi

İç Anadolu'nun kuzeybatısında Ankara çayının geçtiği ovanın doğusunda yer alır. Ovanın şehir yakınlarında en alçak yeri 835 m., istasyonda ise 851 m. yüksekliğindedir. Üzerinde kalenin bulunduğu tepenin (978 m.) ovadan yüksekliği 120-130 metredir. Şehir müstahkem mevkii yanında ana yolların kesiştiği bir kavşak noktası olması sebebiyle de tarih boyunca büyük önem kazanmıştır.

İslâm Öncesi Ankara. Ankara'nın verimli Çubuk ovasının güneyinde, su ihtiyacını temin edebileceği Hatip çayının (Bentderesi) kenarında, savunmaya son derece uygun sarp kayalık bir tepenin eteklerinde ve İlkçağ'ın en önemli yolları üzerinde kurulmuş bulunması, Anadolu'nun en eski şehirlerinden biri olduğu izlenimini bırakmaktadır. Nitekim büyük Hitit merkezlerinden pek uzakta olmayan bu bölgedeki arkeolojik kazılar Ankara'nın çevresinde Gâvurkale, Karaoğlan, Ahlatlıbel, Etiyokuşu gibi, kuruluşları Kalkolitik ve Bakırçağ dönemlerine ait olan iskân yerlerini ortaya çıkarmıştır.

Ayrıca bugün bir kısmı şehrin merkezinde kalan çeşitli yerlerde Paleolitik devre ait taş aletlerle kalenin eteğinde Neolitik devre ait bir el baltasının bulunması, bu arazinin ilk insanlar tarafından da yer yer iskân edilmiş olduğunu göstermektedir. Fakat eski Ankara'yı teşkil eden Hacıbayram tepesi ile civarında yapılan kazı ve sondajlar, ilk şehri Frigler'in kurduğunu (m.ö. VIIIVII. yüzyıllar) ve kalıntılar arasında Hititler'e veya daha eski kavimlere ait izlerin bulunmadığını ortaya koymuştur. Öte yandan şehrin kurucularının Frigler olmasına karşılık kalede Frig izlerine rastlanmamaktadır. Bu durum karşısında araştırmacılar, şehrin kurulduğu yerin seçiminde en önemli sebebin müstahkem kale tepesi olduğunu göz önüne alarak, Frigler'in burada bir kale inşa etmeden tepenin sadece eteklerine ve yamaçlarına yerleşmiş olabileceklerini mantıklı görmemekte ve ilk kalenin yine Frigler tarafından yapıldığını, ancak bu kalenin tarih boyunca geçirdiği onarımlarla genişletmeler sırasında ortadan kalktığını, hatta ilk kurucularının belki yalnız tepeyi iskân eden Hititler olduğunu tahmin etmektedirler.

Şehrin çeşitli devirlerde Ankyra, Ankras, Angora, Engürü, Engüriye gibi şekillerde kullanılan isminin kimler tarafından konulduğu ve ne anlam taşıdığı kesin olarak bilinmemektedir. Grek tarihçisi Pausanias burayı Frig Kralı Midas'ın kurduğunu ve orada bulduğu bir gemi çapasını sembol alarak şehre Ankyra (Grekçe "gemi çapası") ismini verdiğini rivayet etmektedir. Stephanos Byzantios ise, Pausanias'tan daha önce yaşamış olan Afrodisyaslı Apollonios'a atfen, Pontus Kralı Mithridates'in (m.ö. 111-63) müttefiki olarak Mısırlı Ptolemaioslar'a karşı savaşan Galatlar'ın, kazandıkları bir deniz savaşı şerefine bu şehri kurduklarını ve zaferin sembolü olarak Ptolemaioslar'dan ele geçirdikleri gemi çapasından dolayı da adını Ankyra koyduklarını yazmakta, o devre ait Ankara sikkelerinde de bir çapa resmi bulunmaktadır.

Tarihçi Arrhianos'un açıklamasına göre, büyük İskender'in ünlü kördüğümü çözdüğü Gordion'dan sonra Ankyra'ya geçerek Pers ordusunu orada beklemesi, Ankara'yı Galatlar'ın kurdukları yolundaki efsaneyi çürütmekte ve esasen arkeolojik kazılar da şehirdeki Frigler'e ait kalıntıları gün ışığına çıkarmak suretiyle Pausanias'ın naklettiği efsanede gerçek payı olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu efsanede de yer alan Ankyra adının gemi çapasından geldiği yolundaki yorum, Yunanlılar'ın, şehrin eski adını kendi dillerindeki ankyraya benzetmelerinden ve telaffuzunu ona uydurmalarından ibarettir. Yine buna paralel olarak Ankyra'nın İslâmî devirde aldığı Engürü, Engüriye gibi şekiller de müslüman halkın bu adı Farsça engûr (üzüm) kelimesine benzetmesinden kaynaklanmıştır. Bazı araştırmacılar ise, Anadolu'daki pek çok yerleşme merkezinin Hititçe adlar taşımalarını göz önüne alarak, ilk defa ünlü tarihî coğrafya bilgini W. M. Ramsay'ın "eski zamanların kokusunu taşıyor" dediği (Anadolu'nun Tarihî Coğrafyası, s. 29) Ankyra adını Hititçe tabletlerde araştırmışlar ve Ankuwa şehir adıyla birleştirmek istemişlerdir (Reallexikon der Assyriologie, I, 109). Fakat bugün Ankuwa'nın çok kuvvetli bir ihtimalle Alişar höyüğü olduğu kabul edilmektedir. Daha sonraki yıllarda Hitit tabletlerinde bir Ankuruwa şehir adına rastlanması, aranan ismin bulunduğu hissini uyandırmışsa da (Ar, s. 49-55), bu adın sadece bir defa ve tercüme veremeyecek derecede kırık bir tablette görülmesi, dolayısıyla şehrin yerini tesbit etmeye yarayacak coğrafî bir ipucunun elde edilememesi problemi çözümsüz bırakmıştır. Ankuruwa şehrinin bugünkü Ankara olduğu ispat edilememekle birlikte, ismin aslının Hititçe'den geldiği ve bu adı taşıyan ilk şehrin Hititler tarafından kurulmuş olduğu kabul edilebilir. Nitekim Ramsay, Araplar'ın 776 yılında Ankara'yı ele geçirdikleri yolundaki kendisinin de muhtemel görmediği bir rivayeti reddetmek için Bizans kaynaklarında, Kapadokya'nın güneyinde (asıl Hitit bölgesi) aranması gereken başka bir Ankyra'nın daha bulunduğundan bahsetmektedir (Anadolu'nun Tarihî Coğrafyası, s. 395). Ayrıca Antikçağ'da, biri yine Anadolu'da Simav gölünün kenarında, diğeri Makedonya'da olmak üzere iki Ankyra, Güney Sicilya'da bir Ankyrai (veya Ankyrina), Orta İtalya'da muhtemelen Parma yakınlarında bir Ankara ve Orta Mısır'da bir Ankyron şehri ile Trakya'da bir Ankyraion burnunun bulunması (RE, I/2, s. 2219-2223; Ramsay, harita 2), bu adın köklü bir geleneğe sahip olduğunu göstermektedir.

Arkeolojik buluntulara göre Ankara'nın tarihi Frigler'le başlamaktadır. Hacıbayram tepesi zirveyi teşkil etmek üzere Hal civarından Çankırıkapı ve Dışkapı'ya kadar olan kısım Frig höyüğü olup Anıtkabir, Bahçelievler ve Çiftlik tümülüsleri (yığma tepe) asillerin, İstasyon civarı ise halkın mezarlığıdır. Gerek mezar tümülüslerinin büyüklüğü gerekse açılan mezarların içindeki eşyanın zenginliği Ankara'nın önemli bir prenslik olduğunu ortaya koymaktadır. Şehrin çeşitli kesimlerinde bulunan ve adlarına Ankara kabartmaları denilen sekiz kabartma ise burada büyük bir sarayın yer aldığını ve ayrıca Frigler'in Hititler'le yakın ilişkiler içinde olduklarını göstermektedir. Çünkü bu kabartmalar üslûpları itibariyle büyük ölçüde Hitit karakteri taşımakta, hatta Frig prensi için bizzat Hitit ustaları tarafından yapıldıkları kanaatini uyandırmaktadır. Ankara, Frig Devleti'ni yıkan akıncı Kimmerler'in geri çekilmesinden sonra Lidyalılar'ın ve milâttan önce 547 yılından itibaren de Persler'in yönetimi altına girdi; ancak şehrin bu dönemlerdeki durumu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir.

Persler'in Frigya satraplığında yer alan Ankara'nın bu dönemde Lidya'nın başşehri Sardes ile İran'ın başşehri Susa'yı birbirine bağlayan ve devrin en önemli, en güvenli yolunu teşkil eden Kral yolu üzerinde bulunması sebebiyle zengin bir ticaret merkezi haline gelmiş olması gerekir. İskender ve Selevkoslar devrinde eski önemini nisbeten kaybettiği anlaşılan Ankara, milâttan önce 278-189 yılları arasında Trakya'dan gelen Galatlar'ın Tektosages kolunun başşehri oldu; en parlak çağını ise Romalılar döneminde (m.ö. 189-m.s. 395) yaşadı. Pontus Kralı Mithridates'in eline geçtiği dört yıl (m.ö. 88-84) hariç 580 yıl süren Roma döneminde, Augustus'tan (m.ö. 27 - m.s. 14) itibaren Galatya eyaletinin başşehri olan ve âbidevî mimarlık eserleriyle süslenen Ankara, aynı zamanda dinî yönden de bölgenin merkezi haline geldi. Bugün, bitişiğinde Hacı Bayram Camii'nin inşa edildiği Augustus Mâbedi'nin Bizans döneminde de (395-1073) kiliseye çevrilmiş olduğu göz önünde tutularak temellerinin altında Frig-Galat tanrıları Men ve Kybele'ye ait mâbed kalıntılarının bulunduğu ileri sürülmektedir.

İlk yapılışı milâttan önce II. yüzyılda Roma hâkimiyetinin başlangıç dönemine ait olduğu sanılan İç Anadolu'nun en büyük mâbedlerinden Augustus Mâbedi, tanrılaştırılan Augustus'un kült merkezi haline getirilmiş ve duvarlarının iç yüzüne, imparatorun kendi ağzından icraatını anlatan Res Gestae Divi Augusti'nin (İlâhî Augustus'un başarıları) Latince aslı, dış yüzüne de yerli halkın anlayabilmesi için Grekçe tercümesi hakkedilmiştir. Bu arada Augustus şehre bir şeref unvanı olarak Sebaste adını vermişse de bu isim halk tarafından tutulmamıştır (Ramsay, s. 29, not 4). Ankara'daki Roma eserlerinin en büyüğü olan Çankırıkapı Roma Hamamı, dünyadaki Roma hamamlarının da en büyüklerindendir. Kazılar sırasında havuzun döşemesinde bulunan, niyet tutmak için suya atılmış paraların en eskisinden Caracalla zamanında (211-217) yapıldığı, en yenisinden ise VIII. yüzyılın sonlarına kadar faal durumda olduğu anlaşılmaktadır. Kalıntılarında yangın izine rastlanmayan binanın pek çok büyük taşı, kalenin IX. yüzyılın başına tarihlenmesi gereken ve aceleyle yapıldığı anlaşılan onarımında kullanılmıştır. Bu durum, hamamın sanıldığı gibi Araplar tarafından tahrip edilmediğini, aksine taşların 806 yılında şehri kuşatan Hârûnürreşîd'e karşı kalenin tahkim edilmesinde kullanılmak üzere bizzat Bizanslılar tarafından sökülmüş olabileceğini düşündürmektedir.

Ankara'nın Hıristiyanlık'la ilk teması 50 yılında havârilerden Saint Pierre'in, 51 yılında da Saint Pavlus'un burayı ziyaret etmeleriyle başlamıştır. Bunlardan, üçüncü seyahati sırasında Ankara'ya gelen Pavlus bir süre şehirde kalarak ilk hıristiyan cemaatini oluşturmuş ve Yeni Ahid'de yer alan Galatyalılar'a Mektub'unu yazmayı da burada tasarlamıştır. Azizlerden Saint Eustachios ise Ankara'da idam edilmiştir (Ramsay, s. 368). Ankara, çok tanrılı dinler döneminde olduğu gibi II. yüzyıldan itibaren de Hıristiyanlık'ta önemli bir merkez haline gelmiş ve 314, 358, 375 yıllarındaki üç büyük sinod (rahipler meclisi) burada toplanmıştır. IV. yüzyılı olduğu gibi Bizans döneminin ilk iki yüzyılını da sulh ve sükûn içinde geçiren şehir, büyük bir imar faaliyetine sahne olarak surların dışına taşmış ve çoğunluğu dinî mahiyette çeşitli binalarla süslenmiştir. VII. yüzyıl başlarından itibaren İranlılar'ın, onların arkasından da Araplar'ın saldırıları başlamış ve şehir yaklaşık X. yüzyılın ortalarına kadar çeşitli defalar el değiştirmiştir. İstilâcı kuvvetlerin uzun süre kalmamalarına karşılık fazla tahripkâr davranmaları, özellikle surların dışındaki mahallelerin tamamen harap olmasına yol açmış ve sonuçta yine Bizanslılar'a geçen şehir tekrar surların içine kapanmıştır. 1073'te Selçuklular tarafından fethine kadar yaklaşık 150 yıl sakin bir dönem geçiren Ankara 1101'de Haçlılar'ın eline düşmüş ve onlardan tekrar Bizanslılar'a intikal ederek tahminen yirmi yıl yine bir hıristiyan şehri olarak kalmıştır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA