herkes verir. Derinliğine bilemiyorum. Bize de Çankırı'dan telefon ettiler Defne böyle böyle diye."
Hemen oğlunuzu mu aradınız?
Çok sarsıldınız anlıyorum durumunuzu...
!!!!!!!! 
Ateş düştüğü yeri yakıyor elbette Ahmet Bey. Ama savcıdan önce, raporlardan önce bir şeyler konuşmak, hüküm vermek hep yanlış gelir bana. Bu olayda da öyle.
Yanlış anlamayın ama her şeyi Emniyet ve Adalet çözecektir inan buna. Çok doğru bulmuyorum bunları.
Siz mütedeyyin insanlarsınız. Defne rahat, kıpır kıpır bir kızdı. Kalbi ağzında denen tiplerdendi. Hiç yadırgadınız mı gelininizi?
Babası geldi mi, konuştunuz mu? Gelmedi. Ya adam aramış. Adım bile atamıyormuş üzüntüden. Biz burada kaldığımız zaman öyle bir şey olurdu. Hani şuraya sandalyeye otururdu Defne. Babayla İngilizce konuşuyorlar. Ah o Defne'nin halini görmeni isterdim o anda yani. İnsan bu kadar mı zevkle babasıyla konuşur ya? El hareketleri kol hareketleri, gülmeler, tabii İngilizce biz anlamıyoruz ama onun babasıyla görüşmesi bize haz veriyordu yani.
Yarışmaya gidip izlediniz mi onu dans ederken?
yerini kıracak diye. Evde çocuk var. Biz hanımla iki kişiyiz, aklımız gidiyordu. Kayınvalidesiyle çok iyiydi araları. Hanımım telefonla konuştu olaydan bir gün önce. Dedi ki; "Aman evladım iyi ki bıraktın yarışmayı. Aklımız gidiyordu" dedi. 10 kilo vermiş baksana. Demek ki kötü ellerin eline yakalandı. Allah kimsenin ocağına böyle acı vermesin.
Alkol almasına sitem ediyormuşsunuz diye duydum.
Nasıl teselli verdiniz oğlunuza?
Alsancak'a yürüyor. Altay'ın kadrosunun en şahane olduğu dönem, 1976-77 yılları... Takımda 3 Mustafa oynuyor, Büyük Mustafa (Denizli), Arap Mustafa ve küçük Mustafa. Ekle yanlarına Tanzer'i, Mithat'ı, Ahmet'i, Zinnur'u, daha sonra Bilal'i... Hele ki Erol (Togay) ve artist gibi Şeref'i... İzmir'e geleni koltuğunun altında birkaç golle memleketlerine yolluyorlar. Altay gururumuz. O zaman her maçtan sonra hedef Cafe Plaza... Biz keyifle içkimizi yudumlarken, sarışın güzel bir kadın içeri giriyor ve bara kuruluyor. Sigarasını masanın üstüne koyuyor. Bizi başıyla selamlayıp, siparişini 'Martini' olarak veriyor. Kendinden emin, gayet rahat ve o zamana pek de uymayan özgür tavrı ilgimizi çekiyor. Arkadaşım 'Kim bu?' diyor sessizce.
dalgalı sarı saçları ile fazla bir kadın. "Çılgın bu" dedim, hayretle. Sanki dans için yaratılmış. Bu manzara sadece Gene Kelly'li, Fred Astaire'li Amerikan filmlerinde olur sanırdım! Bir saatten fazla dans ettiler. Harikuladeydi... Kıvrak iki vücut, gözleri aşk konuşan 2 çift göz. Adam da adam hani, yakışıklı bir zenci. Kibar ve zarif. O da sıradışı bir tip. Bir müddet sonra, Hatice'nin o Amerikalıyla evlendiğini ve bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini duymuştum. İşte o kız, geçen hafta aramızdan ayrılan Defne Joy Foster'dır. Deli Hatice'nin kızı. Allah Defne'ye rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Hatice'ye de İlya peygamber sabrı dilerim."
n güzelim icracısı sarışın kadındır. Zorlukla nefes alıp, anlatmaya devam ediyor o kadın kızını, Defne'sini... Defne Joy'un annesi soranlara der ki: "Biz aşk sarmaşığı gibiyiz kocamla." Bir yıl sonra 'tek yapraklı" sarmaşığa dönerler çünkü. Eşinin yeni görev yeri Adana İncirlik'te Defne kız doğar. Dünya şirini bu melez bebek acılarla birlikte gelir adeta. Subay baba Steve Foster'ın Türkiye'deki görevi bitmiş, ülkesine, Amerika'ya dönme vakti gelmiştir. Elbette karısı Hatice ve el kadar bebesi Defne'yi de yanına alarak. "Sevinçli bir telaş" içindedir Hatice Foster. Yeni bir kıta yeni bir kent, yeni bir hayat, kolay mı? Vizeler çıkar, uçak biletleri alınır ve 3 kişilik aile gidiş için 'son saymaya' başlar. Lakin beklenmedik bir gelişme olur. Hatice Foster'in annesi 'el koyar duruma.' Kızı Hatice'nin karşısına dikilir ve gürler: "İstediğin her şeyi yaptım bugüne kadar. 5 yaşından beri babasız büyüttüm seni ama hiç hissettirmedim. Şimdi ben de senden bir tek şey istiyorum. Kocandır, senin yerin elbette onun yanıdır. Ama çocuğu götürme. Defnemiz'i burada bırak. Torunum oralara alışamaz, kopar gider bizden, memleketinden. Bırak burada büyüsün, örfümüzü adetimizi öğrensin, sonra alırsınız." Hatice Foster şaşırır, "Olmaz öyle şey" der. 
siyasetçiler, iş dünyası, akademisyenler ve jet sosyeteden "ibadullah çevresi" vardır. Tüm yakışıklılar, playboylar peşindedir ama gönlünü tek kişi çeler, evlenirler İlk eşi makine mühendisi tur tekneleri çalıştıran yakışıklı delikanlı Barış Ertan'dır (Siren Ertan'ın babası...) O evlilik çok yürümez, boşanırlar... Yılar sonra Bir Noel partisinde tanıştığı Amerikalı siyahi yüzbaşıyla kısa sürede çok iyi arkadaş olur, sonrasında âşık olup evlenme kararı alır. Ailesi "gavur" damat' fikrine karşı çıkar. Ama bakarlar ki, bu siyahi Amerikalı, yemek önceleri ve sonrası sofraya dua etmeden oturup- kalkmaz, babası son sözü söyler: "Yahu bu adam bizden daha Müslüman. Verdim kızı gitti!" Tüm Alsancak ayaklanır: "Hatice zenciye gidiyor 'deli' mi bu kadın?.." Evet, Hatice "deli"dir... "Zenciye değil sevdiğime. Yabancıya değil, aşkıma varıyorum. Mutsuz akıllılara inat mutlu deliyim" der, İzmir'de düğün dernek kurulur. Soranlara: "Biz aşk sarmaşığı gibiyiz kocamla" der... Bir yıl sonra "tek yapraklı" sarmaşığa dönerler çünkü Defne kız doğar...
anlatıyor. Diyor ki; "Kızımı kaybetmenin dışında en çok 'Uyuşturucu kullanıyor muydu? O gece de bir şey mi almıştı?' sözleri yıktı bizi. Defne'nin canı çok kıymetliydi. İğne bile olamaz, ciyak ciyak bağırırdı. Ben kızımla abla kardeş gibi, arkadaş gibiydim Savaş'ım. Hayatında bilmediğim nokta kadar şey yoktur. Uyuşturucu en sevmediği, nefret ettiği şeydi Defne'nin. Bu dünyanın içindesin sen de. Git araştır. Ya da bir Allah'ın kulu çıksın söylesin. Bir gram olsun bir yerde bir şey kullandığını bilen, duyan, gören olmuş mu?
Ben de hiç duymadım... 
Esas rapor gelince anlaşılır durumu.
Damadın İlker Yasin ne diyor?
Hangi Seda? Seda Sayan mı?
Çocuk gibidir Seda da. O da perişan olmuştur senin bu halini görünce.
Üzülmeyen kalmadı ki... 
Sen 2 evlilik yaptın, ikisinde de acı çektin. Nasıldı kızının hali vakti?
Evliliklerine nasıl tepki verdin ilk duyduğunda? 
Oğlu Can için neler düşünüyordu? Doktor olsun, mühendis olsun, sanatçı olsun?
herkesin kendi meşrebince bir şeyler veczettiği bir merhumenin, Defne Joy'un annesi o. O, İzmir'in ve yakın çevresinin bildiği namıyla "Deli Hatçe". Bunca gün sustu sustu, hep sustu... Şimdi vakit erişti, an geldi, konuşacak o anne, o 'Deli Hatçe'... Konuştu dinledim. Konuştu hüzünlendim. Konuştu sevindim. Konuştu, bir kez daha Defne'yi çok çok sevdim. Adı neden "Deli Hatçe"ye çıkmıştı, işte ta oralardan başladı yürüdü. Bir çırpıda on yılların tekmil anısını harmanladı, önüme serdi. "Defne?" dedim, doğurup, büyütüp, önce endişeler, sonra iftiharlar edip en sonra da heyhat ki; kara toprağa verdiği, Allah'a emanet ettiği biricik yavrusunu tarifledi bana. "Can?" dedim, canı yangın anlattı; yavrusu ardında kala kalan tek Can'ını, torununu anlattı, anlattı, anlattı ben hep dinledim. Ve... Siz de buyurun öyleyse...
Çünkü ve mesela; "Babası gelmedi ki... Ne cenazeye, ne eve zaten ne de Türkiye'ye..." Sordum:
Hava koşullarından cenazeye yetişememişti. Geç gelmişti. Mezara ziyaret, evde toplantılar, ortak 'napıcaz?' kararları almalar olmuş ama?
Aranız kötü müydü? Boşanmıştınız değil mi?
Sen istedin mi?
Babasını da kollamış seni de. 
Bütün aile... Hele de sen. Neden bir şeyler söylemedin şunca vakit? İlk 3-4 gün elbette şoktaydınız, perişandınız, hala da öylesiniz ama bunca suskunluk bazı el ağızlarında "Durum âşikâr, ne diyebilirler ki?" zevzekliğine dönüştü.
Buna saygı duyuyorum ama içime de kurt düşüyor? 
kadar çok ağlayıp haykırıyor ki "Böyle yaparsa almam uçağa" demiş kaptan pilot. Pazarlık etmişler, "Tamam ağlamam söz" demiş. Korkutmak için söylemişlerdir belki de. Veriyorlar sakinleştiriciyi, basıyorlar iğneleri hapları külçe gibi binip iniyor. O günden beridir de sadece 3-5 yudum su içiyor, lokma sokmuyor ağzına. 10 gün yemeden durur mu bir insan. Öleceksin, yesene abla diyorum dinlemiyor..."