Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERHAN AFYONCU

Son hücum

Sesli dinlemek için tıklayınız.

53 günlük İstanbul kuşatma esnasında Osmanlı ordusu zaman zaman çok zor durumlara düşmüştü. Ancak II. Mehmed o zamana kadar hiçbir İslâm hükümdarının alamadığı bu şehri almaya kararlıydı. Sonuna kadar iradesini sürdürme kararlılığını gösterdi ve Fatih Sultan Mehmed oldu

İstanbul 6 Nisan 1453'te başlayan kuşatma süresince yapılan bütün hücumlara rağmen düşmemişti. Şehir düşmemişti ama dört burç yıkılmış, birçok tabya yerle bir edilmiş ve surların büyük bir bölümü de harabe olmuştu. Surların önemli bir kısmı fıçı, çuval gibi malzemelerle doldurulmuştu. Geceyi gündüze çeviren top ateşleri sürekli devam ediyordu. Şehrin yiyecek teminini tamamen kesilmişti. Galata tarafındaki toplar Haliç'teki gemilere ateş açarak, panik yaratıyorlardı. II. Mehmed, Galata'dan Küngoz Kapısı'na doğru, fıçılardan üzerinde beş kişinin rahatlıkla şehre doğru ilerleyebildiği bir köprü yaptırmıştı. Şehir kendisini bekleyen sona doğru ilerliyordu
24 Mayıs'ta karadan ve denizden aynı anda yapılacak son hücumun tarihi olarak 29 Mayıs'ta belirlendi. Ancak İtalya'dan bir donanma ve Macaristan'dan bir ordunun İstanbul'a yardıma geldiği dedikodusu Osmanlı ordugâhında yayıldı. Yapılan toplantıda Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ve onunla hareket eden birkaç vezir kuşatmayı kaldırıp, Bizans'ı vergiye bağlama fikrini ileri sürdü. Ancak Zağanos Paşa yayılan dedikodunun boş ve kötü niyetli bir uydurma olduğunu söyledi ve sonuna kadar devam edilmesi gerektiğini söyledi. Zafer kazanılmak üzereydi. Toplantıdan kuşatmaya devam kararı çıktı.
II. Mehmed, şehri teslim ederse imparatora maiyeti ve hazineleriyle serbest geçiş teklif etti. Halka dokunulmayacaktı. İmparator, teslim teklifini reddedip, haraç vermek şartıyla kuşatmanın kaldırılmasını teklif etti.


Fatih İstanbul'a giriyor.

BÜYÜK FETHE DOĞRU
Artık şehrin kaderi belli olmuştu. II. Mehmed 27 Mayıs akşamı, gece boyunca ve ertesi gün saldırının durdurulmasını ve ordunun dinlenmesini emretti. Osmanlı karargâhında bir uçtan diğerine meşaleler ve nöbetçi ateşleri yandı. 28 Mayıs, oruçla, yedi kez alınan abdestle, vakit namazları ve nafile namazlarla geçirildi. Yapılacak son taarruz için herkes hazırlanmaya başlamıştı.
Siperin önündeki hendek tamamen doldurulmuş ve kara surları yalnızca piyadelerin değil, süvarilerin bile girebilecekleri üç yerden harap edilmişti. 28 Mayıs'ta toplar eskisinden daha yoğun ateş etmeye başladı. Türk tellallar, herkesin kendisine tahsis edilen yerde ertesi sabah yapılacak büyük taarruza hazır olmalarını duyurdu. Genç hükümdar taarruz hazırlıklarının denetlemek üzere atı üzerinde Türk safları arasında gezindi.
Genç padişah akşamleyin hem ordunun hem donanmanın bütün komutanlarını toplayarak, büyük taarruz için konuşup, onları cesaretlendirdi. Dinleyenler, sultanın konuşmasını tek ağızdan tekbir getirerek karşıladı: "Lâ İlahe İlallah Muhammedün Resulullah." Bu tekbir tıpkı gök gürültüsü, yaklaşan bir fırtına gibi surlarda yankılandı. Şehirde ise "Tanrım tehditlerini bizim üzerimizde gerçekleştirme; bizi düşmanın elinden kurtar" feryatları yükseldi.
İmparator Konstantin, etrafına topladığı Bizanslılar'a cesaret veren bir konuşma yaparak, Tanrı'nın yanlarında olduğunu söyledi. Dinleyenler cesurca dayanacaklarına söz verip, gözyaşlarıyla dağıldılar. İmparator, Ayasofya Kilisesi'ne gidip maiyetiyle birlikte kutsal ekmeği kabul etti. Etrafındakilerle vedalaşırken gözyaşlarını tutamadı, ancak kendini toparlayıp kiliseden ayrıldı. Blakernai Sarayı'na giderek, orada olanlarla da vedalaştı. Gece yarısı kara surlarını incelemek üzere at üzerinde saraydan ayrıldı. Savunmacılar surlarda ve burçlarda yerlerinde idi. Kapılar kilitlenmişti. Bizanslılar topların sesini, arabaların gıcırtılarını ve merdivenlerin yerleştirilme gürültülerini dinleyerek 28 Mayıs gecesini geçirdi.


Fatih Ayasofya'da.

GÜN AĞARMADAN HÜCUM BAŞLADI
Osmanlı ordugâhında taarruz iyi planlanmıştı: Kaptanıderya Hamza Bey, Marmara Denizi boyunca uzanan deniz surlarını taciz edecek, karaya adam çıkartacak ve merdivenlerle surlara tırmanmaya çalışacaktı. Zağanos Paşa, limanın iç kısmında bulunan 70 kadar gemiyi kullanarak Haliç boyunca uzanan surlara saldıracaktı. Karaca Bey, kara surlarının harabe haline dönmüş kuzey tarafına saldıracaktı. İshak Paşa ve Mahmud Paşa ise haftalardır süren bombardımanın daha az zarar verdiği güney bölümüne saldıracaklardı. Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ve Saruca Paşa, padişahın iki tarafında bulunarak, Giustiniani'nin savunduğu Topkapı-Edirnekapı surlarına taarruz edeceklerdi.
Şafak sökmeden üç saat önce Türk karargâhında hareket başladı. On binlerce asker Bizans'a son darbeyi vurmak üzere harekete geçti. Surların önündeki hendekler dolduruluyor, toplar ateşe hazırlanıyor, kılıçlar temizleniyordu. Surların üzerinde endişe dolu gözlerle onları izleyen Bizanslılar'ın yapacak bir şeyleri yoktu.
Sabahleyin gün ağarmadan genç padişahın emriyle "Allah Allah" diyerek saldıran askerlerin sesleriyle son hücum başladı. Taarruz başladığında gün daha ağarmamıştı, yıldızlar hâlâ parlıyordu.
Hiç durmadan çalan mehter askeri coşturuyordu. Bizanslılar bu seslere karşılık vermek için şehirdeki bütün kiliselerin çanlarını çalmaya başladı. Gerek surlara gerekse şehrin farklı noktalarına, birlikleri dualarıyla cesaretlendirecek papazlar yerleştirilmişti.
Günlerden, İstanbul'da birçok kutsal eşyanın yanında onun da eşyalarının barındığı Azize Theodosia günüydü. Ve sabahın erken saatleri olmasına rağmen, kiliseler tıklım tıklım insan doluydu. Tanrı'nın korumasını hiçbir zaman esirgemeyeceğini düşünüyorlardı. İstanbul halkı meleklerin ve azizlerin koruyuculuğuna kendilerini teslim etmişlerdi. Ayasofya'ya doluşan halk eski bir kehanetin gerçekleşmesini bekliyordu. Düşman buraya geldiğinde karşısında melekleri bulacak, onlar da kılıçlarını çekerek, kâfirleri cehenneme göndereceklerdi.
Osmanlı askerleri şehre dur-durak bilmeden saldırıyorlardı. İddia edilenin aksine Batı'dan İstanbul'a büyük bir yardım gelmemişti. Ancak Osmanlı ordusunda Slavlar'dan Macarlar'a, Almanlar'dan İtalyanlar'a birçok milletten insan vardı. Hatta ganimet almak umuduyla şehre saldıran bu Hristiyanlar içinde Rum kökenli olanlar da bulunuyordu. Osmanlı ordusunun en seçkin birlikleri, surlara saldıran askerlerin arkasında düşmanın yorulmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Saatler süren çatışmaların ardından II. Mehmed son darbeyi vurmak üzere yeniçerileri savaşa soktu.
Şehre her taraftan saldırılıyordu. Ancak asıl savaş Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda oluyordu. Topların yanısıra kazılan lağımların patlatılmasıyla surlarda 100 metreye ulaşan gedikler oluşmuştu. Bizanslılar açılan gedikleri doldurmaya çalışmış, ayrıca kazıklar çakmıştı. Türk askerleri gediklere hücum edip, kazıkları temizleyerek geçecekleri yolları açmıştı.
Bir gülle parçası şehrin en büyük savunucularından olan Cenevizli Giustiniani'yi yaraladı. Adamlarının komutanlarını alarak Haliç'teki gemilerine gitmeleri, Bizanslılar'ın son direncini de kırdı. Bu yüzden müdafilerin saflarında büyük bir boşluk açıldı ve genel bir karmaşa meydana geldi. Topların kulak yırtıcı sesi ve yeniçerilerin sinir bozucu savaş naraları altında hiçbir emir duyulmadı. Bir kez geri püskürtülen Türkler, alçak dış surlarla birkaç yerinden büyük hasar almış yüksek iç surlar arasındaki boşluğu derhal doldurdu. Bazıları, Giustiniani'nin yaralandığı, terkedilmiş burçlara çıkmayı başardı.


Son hücum.

SURLARDA TÜRK BAYRAKLARI
Topkapı civarındaki surlara çıkan Türk askerlerini gören Bizanslılar şehre kaçmaya başladı. İstanbul "Şehir düştü, şehir düştü" sesleriyle çalkalanmaya başladı. Surlarda dalgalanan Bizans kartalı ve Aziz Markos'un aslanı bulunan bayrakların yerini Türk sancakları almıştı. Şehrin savunması çökmüştü. Binlerce Türk askeri içeriye girmeye başladı. Bizanslılar evlerine, ailelerinin yanına giderken, bir kısım ahali ile yabancılar Haliç'teki gemilere kaçtı.
Bizans imparatoru bir kısım adamlarıyla kaçarken, yolda ganimet arayan Osmanlı askerlerine rastladı. Sayıca az olan Osmanlı askerleri şehid olurken, yaralı olan bir tanesi üzerine saldıran imparatoru öldürdü. Fatih'in arattığı cesedi ölüler arasında bulundu.
Çatışmalar devam ederken, şehre giren yeniçeriler genelde ahşap evlerin bulunduğu dar sokaklardan geçerek merkeze; dikilitaşların bulunduğu Hipodrom'a ve Ayasofya Kilisesi'ne doğru ilerleyen süvari birlikleri oluşturdu. Şehrin içlerine doğru her taraftan akan Osmanlı askerleri birçok esir alarak Aksaray'da birleşti ve Ayasofya'ya doğru ilerledi. Öğlen olduğunda şehir tamamen Türkler'in eline geçmişti. Şehir fethedilmişti. Artık II. Mehmed İslâm Dünyası'nın en şanlı hükümdarı ve Fatih'iydi.


Ayasofya.

AYASOFYA'DA İLK NAMAZ
İstanbul tamamen ele geçirilin ce artık Fatih ünvanını kazanmış olan İkinci Mehmed, askerleri ve devlet adamlarıyla birlikte şehre girdi. Genç sultan çevreyi seyrederek Ayasofya'ya kadar atı üzerinde ilerledi. Ayasofya'nın önünde atından indi ve içeriye girdi. Ayasofya'nın içine girdiğinde burada bir askerin duvarlardaki mermerlere zarar verdiğini gördü. Duruma müdahale edip askeri sert bir şekilde cezalandırdı ve Ayasofya'nın yağmasını yasakladığını ilan etti. Daha sonra Ayasofya'nın içini gezdi. Ayasofya'nın kubbesine çıkıp şehri seyreden padişahın şu mısraları söylediği duyulmuştu: "Kisra'nın sarayında örümcek perdedârlık ediyor, Efrasiyab'ın kalesinde baykuş nevbet vuruyor." Ardından Ayasofya içinde fetih ezanı okuttu ve mabedin "apsis" kısmına geçerek burada şükür namazı kıldı. Fatih'in Ayasofya'da şükür namazı kılması Hristiyanlar arasında büyük bir acı olarak kaydedildi. Sultanın emri üzerine üç gün içinde Ayasofya Cuma namazı kılınacak hâle getirildi. Cuma namazı vakti geldiğinde şehrin fatihleri akın akın Ayasofya'ya geldi. Binlerce kişi Ayasofya'yı doldurdu. Bu sırada hafızlar aşr-ı şerif okuyor, müezzinler de tekbir getiriyordu. Ardından müezzinler ezan okudu. Bu sırada Fatih de Ayasofya'ya girdi. Tekrar Ayasofya'yı gezip kubbesinin büyüklüğü karşısında Hâfız'ın şu beytini söyledi: "Şükür Allah'a! Ne dilediysem ondan, Her isteğim yerine geldi, mutlu oldum."
Evliya Çelebi, Cuma namazında hutbeyi bizzat Fatih'in okuduğunu kaydeder ve yapılanları şöyle anlatır: "Bütün Müslüman gaziler hazır olup, selalar okunup, müezzinler Ahzab Suresi'nin 'Şüphesiz Allah ve melekleri' âyetini okuyunca Akşemseddin ve Sivasî Kara Şemseddin kalkıp Sultan Mehmed'in koltuğuna girdi. Akşemseddin imamesini Fatih'in başına giydirip, imamesi üzerine bir turna teli sokup eline bir kılıç verdi. Sağ tarafında Akşemseddin, sol tarafında Kara Şemseddin olduğu halde tazimle Mehmed Han'ı minbere çıkarıp davudî bir sesle 'Elhamdü lillâhi Rabbi'l-âlemin' deyince bütün Müslüman gaziler feryat etti. Sultan, âdet olduğu gibi hutbeyi eda ettikten sonra Akşemseddin Sultan Mehmed Han'dan izin alıp imamlık yaptı." Akşemseddin'in kıldırdığı Cuma namazından sonra Osmanoğulları'nın devletinin daim olması ve Fatih Sultan Mehmed'in zaferlerinin devamı için dualar edildi. Artık İstanbul bir İslam şehri, Ayasofya da bir İslam mabedi olmuştu.

Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA