Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Eril ve dişil şehir ekonomisi

Türk edebiyatının; şehirler üzerine en çok kafa yormuş, onların ruhu, sosyolojisi ve hatta giderek ekonomisi üzerine en çarpıcı buluşlara erişmiş yazarlarından biri, hatta birincisi olan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ilgi çekici bir eril/dişil kentler tasnifi vardır.

Babası kadı olduğu için çocukluğu Diyarbakır, Siirt ve Antalya gibi kentlerde geçen Tanpınar; meşhur 'Beş Şehir'inde İstanbul'a dişil, Bursa'ya dişil, Konya'ya dişil; Erzurum ve Ankara'ya ise eril öznitelikler atfeder.

Misal Konya Tanpınar'a göre 'tıpkı Mevlevilik gibi bir nevi inisiyasyon (Ezoterizm'de gizli sırların yalnızca seçilenlere verildiği eğitim modeli) isteyen, kendini hemen sunmayan dişil bir şehirdir. Tanpınar, Beş Şehir'de Carl Gustav Jung'un anima (Erkekteki bilinçdışı kadın arketipi) ve animus (kadındaki bilinçdışı erkek arketipi) teorisini şehirlerle bağdaştırırken Erzurum yolculuğu sırasında karşılaştığı Yıldız Dağı ve Süphan Dağı'nı ninesinin anlattığı hikâyeler arasından birer veli olarak görür ve bu dağlar ona 'sadece adlarıyla memleketin bir köşesinde bir nevi 'semavat' rüyası kurmuş gibi gelir. Bu bölgelere İstanbul'daki dişil 'su'yun aksine eril 'dağ'lar hâkimdir.

Hatta Tanpınar'a göre İstanbul, kendi cümlesiyle söylersek "Ya hiç sevilmez yahut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yani her haline, her hususiyetine ayrı bir dikkatle çıldırarak…"

Hakikaten de şehirlerin eril ve dişil doğaları vardır. Evet, İstanbul dişildir, 'rahimliği' 'rahmaniliği'ne göre daha fazladır.

ADANA ERİL, BURSA DİŞİL…

Tanpınar'ın, çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Siirt ise bunun aksine eril bir şehirdir. Yahut misal Orhan Kemal'in, sıklıkla şiddet de üreten doğasını romanlarında hakkıyla tasvir ettiği Adana erkek; ama Tanpınar'ın tarihin soyluluğunu taşıyan utangaç şehir olarak gördüğü Bursa ise kadındır.

Hakikaten Adana, rahim (Sevdiklerine merhamet eden, onları koruyan) yönü de olmakla birlikte rahmani ('yaratıcı') yönü de olan bir şehirdir. Adana göç aldığı dönemlerde, halen de alıyor elbette ama ben en yoğun göç aldığı 1970 ve 80'lerden söz ediyorum- dişil enerjisi yüksek bir şehirdi. Tarihin o evresinde Jungien manada 'anima'sını yükseltmişti. Gelgelelim misal bir İstanbul'un aksine eril bir doğası vardı ve bu yüzden fazla göçü absorbe edemedi. Etti etmesine, bir Adanalı üst kimliği de oluşturdu ama bu kültürel bir ilerlemeydi. Ekonomik ve siyasi değil…

Tanpınar'ın şehirlerin cinsiyeti tasnifine tekrar dönersek… Tanpınar; Bursa'da takvimle, saatle alakası olmayan velut ve yekpare bir ikinci zamandan bahseder. Bu konuda akademisyen Şerife Çağın tarafından hazırlanan Şehirlerin Cinsiyeti ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Kadın Şehirleri başlıklı makalede bu konuda şu yorumda bulunuluyor:

"Modası geçmiş gibi görünen güzellikleri barındıran bu zamanı kadına benzetir. Burada tarihin kesintisiz ritminin ifadesi olan ikinci zaman, su, yani dişil olanla

ilişkilendirilmiştir.

'Bozkırın çocuğu' dediği Konya'nın da Tanpınar için esrarlı bir güzelliği vardır. Çeşmeler ve Selçuk sultanlarından kalmış sanat eserleri yine şehrin dişil olarak

algılanmasında önemli unsurlardır. Konya; sağlam ruhlu, kendi başına yaşamaktan hoşlanan, içten zengin bir şehirdir.

Bir alışma sürecinden sonra şehrin, yani animanın büyüsüne kapılırız ve Tanpınar'ın hafızası olan mekânlar için tekrarladığı, asıl olan 'ikinci zaman'a geçeriz. Bir nevi rüya hâline, düş kurmaya imkân tanıyan bu ikinci zamanın dişil olan anima ile ilişkilendirilmesi burada da karşımıza çıkar."

Gelelim Türkiye'ye... Vatanımız da, benim düşünceme göre dişil bir doğaya sahiptir. Göçmenin sığınağı, 'doğuş'un literal ve mecazi sembolü, hatta 'dünyanın rahmi' olarak tasnif edilebilecek Anadolu'nun, vatanımızın isminin etimolojik kökeninde de; üzerinde yaşadığımız toprakların dişil, anaç doğasını gözler önüne seren işaretler vardır. Anadolu bu yüzden, günümüzde olduğu gibi tarih boyunca savaşlardan kaçanların sığınağı olmuştur. (Bu konunun ayrıntıları için bkz: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2019/10/20/gocmenin-siginagi-anadolu)

Eril, dişil kent tasnifleri dünya edebiyatında da yaygındır. Misal Marcel Proust'un Paris'i dibine kadar kadındır, müntehir Cesare Pavese'in Torino'su çoğu zaman mahvolmuş ama yenilmemiş bir erkek, ama hayatına son verirken de rahmine sığındığı bir annedir. James Joyce'un Dublin'i, kabına sığmayan bir erkektir, ama çocuk olmasa bile ergendir, daha gidecek çok yolu vardır.

İSTİHDAM SAĞLAYACAK ŞEHİRLER

Şehirlerin eril ve dişil doğalarının psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve giderek politik sonuçları olur. Öyleyse şehirlerle ilgili bir karar alınacağı zaman onların doğalarını hesaba katmak; edebi/felsefi spekülasyon amacının ötesine geçer, politik bir karar haline gelir.

Halkın pandemide enflasyon ve fahiş fiyat baskısı altında ezildiği bir dönemde bölgesel ekonomik kalkınma modelinin uzun, orta, hatta kısa vadede Türkiye'ye katacağı çok şey var. İstihdam bunların başında geliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta Siirt'te açılışını yaptığı Lineer Metal Çinko Üretim Tesisi böyle bir yatırım mesela. Erdoğan, bu yatırımın istihdam boyutu için "Siirt'teki fabrikada 500, Hakkâri'deki madenlerden Siirt'e kadar uzanacak tedarik zincirinde 2 bin 500 olmak üzere toplam 3 bin kardeşimiz iş imkanına kavuşacak" açıklamasını yaptı.

Tesisin Siirt'te hatta bölgede şimdiye kadar yapılmış en büyük sanayi yatırımı olduğunu anlatan Erdoğan, bedeli 102 milyon dolar olan tesisin Türk-Katar ortaklığıyla Siirt Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulduğunu söyledi.

Erdoğan'ın açıklamasına göre 2023'e kadar tamamlanacak tesislerle birlikte yatırım tutarı 500 milyon dolara, sağlanan istihdam da 7 bin 500 kişiye ulaşacak.

Peki, metnin başında eril bir şehir olarak nitelendirdiğimiz Siirt'e bu yatırım nasıl geldi? Yerli sermayeye, yabancı sermaye desteğiyle…

Geçen hafta 'Yakın, Orta Doğu modeli' başlıklı yazımda anlattığım üzere Çin'in büyümesindeki en büyük etken; ülkenin, 1978'den itibaren Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları'nı (DYSY) cesaretlendiren liberal, ama ihtiyatlı bir ana strateji izlemiş olmasıydı. Pek çok politik ve ekonomik rakibimizin, hatta hasmımızın olduğu şu dönemde ülke olarak DYSY için ne kadar cazip görünürüz sorusu sorulabilir elbette.

Bu sorunun Siirt'teki yatırım özelinde şöyle bir cevabı var: Katar sermayesi, AK Parti'de resmi bir görevi olmamasına rağmen bölge siyasetçisi olarak çalışmaya devam eden Prof. Dr. Yasin Aktay'ın katkılarıyla Siirtli iş adamı Fikret Baydarman'la birlikte bölgeye yatırım yaptı. Yatırımın, tamamen dışa bağımlı olduğumuz çinko alanında yapılmış olması da enerjideki stratejik hedeflerle örtüşüyor.

STRATEJİK ÇİNKO MADENİNDE DIŞA BAĞIMLIYIZ

Tesis, 90 bin tona ulaşan tam kapasite ile çalıştığında Türkiye'nin çinko ihtiyacının yüzde 40'ına yakın bir kısmını karşılamış olacak. Türkiye, maalesef şu anda yüzde 100 çinko ithalatçısı. Yıllık tüketimimiz de 250 bin ton. Metal gruplarının (metal grubu derken Metallica gibi değil!) borsası olan Londra Merkez Borsası'nda çinkonun güncel fiyatı, ton başına 3 bin 400 dolar.

Yani çinkoya her yıl ülke olarak 850 bin dolar ödüyoruz. Çinkoda doğalgaz ve petrolün de bir tık üstünde dışa bağımlıyız.

Yatırımda öncelikli yörelerden biri olan Siirt'te Zarova Köprüsü, Şirvan Barajı ve HES geçen hafta yapımı tamamlanan diğer önemli projeler.

Siirt, benim defalarca gittiğim bir şehir. İşsizlik bu kentimizde epey yüksek. Adana kadar değil, ama yüksek. Siirt, yıllarca 'istihdam yoksunluğu' nedeniyle göç vermiş kentlerimizden biri. (Babamın nenesi Şirvan'dan Adana'ya geldiği için Siirt'le tarihsel köklere dayalı bir gönül bağım da var.) Bu yükü de uzun yıllar Adana çekti. Adana, İstanbul gibi dişil bir doğaya da sahip olmadığı için fazla göç yükünü 2000'lerden itibaren taşıyamaz hale geldi ve 'küçüldü'. Türkiye'nin en büyük dördüncü şehri iken Bursa ve Antalya'nın ardına düşüp altıncılığa geriledi.

Adana, Siirt, Konya, Erzurum, Trabzon, Diyarbakır, Bursa gibi kentlerimiz bölgesel ekonomik kalkınma modelinde pilot bölge olarak büyük potansiyele sahip. Yatırım öncelikli bölgelere kalkınma ajansları kurulmasının amacı da buydu zaten.

ÜSTYAPI ALTYAPIYI BELİRLERSE…

1978'de Çin'deki ekonomik büyümeyi başlatan 'de facto' lider Deng Xiaoping ne demişti: "Bazı kişiler ve bölgeler önce zenginleşsin, sonunda toplumun tümü zenginleşecektir."

Bu haddinden fazla liberal söylemi şimdi salık vermek, halkın kahir ekseriyetinin enflasyon baskısı altında ezildiği bir dönemde hakkaniyetli bir ekonomik model olarak görünmeyebilir. Ama kalkınmada pilot bölgeler belirlemenin orta, uzun vadede pek çok yararı var. Hele de kentlerimizin, giderek bölgelerimizin eril ve dişil doğalarını doğru okur ve 'istihdam yoksunluğu'nu giderecek yatırımları da bu doğrultuda yaparsak...

Böylece Tanpınar'ın, edebiyatında kristalleşmiş şehir kültüründen kendine has ekonomik modeller çıkabilir. Şehirleri merkeze alan eril ve dişil piyasa ekonomisi oluşabilir.

Bu kez de üst yapı, altyapıya yön vermiş olur. Ve Marksizm'in "Altyapı (ekonomi), üstyapıyı (siyaset ya da kültür) belirler" mottosunun tersinin de kimi zaman geçerli olabileceğine ikna oluruz. Tıpkı Çin'in, ilk bakışta bir oksimoron gibi duran 'liberal sosyalist piyasa ekonomisi'yle büyümeye önce kendini, sonra da tüm dünyayı ikna etmiş olması gibi…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA