İflah olmaz bir çapkındı adam. Yakışıklıydı. Çok iyi bir eğitimi vardı. Çalışmaktan çok haz etmiyordu ama önemsemiyordu. Çünkü babasından kalma yüklü bir miktar parası vardı. Hayat böyle de akıp gidiyordu işte. Etrafında öyle çok kadın vardı ki... Hepsi de çok güzeldi. Kimi değişik, kimi manken gibi, çok azı da entelektüel... Bir kez de evlenip boşanmıştı. Eski karısı belki de hepsinden güzeldi. Ama masal gibi başlayan bu evlilik, genç adamın karısını peş peşe aldatmasıyla sona ermişti. Üstelik aldattığı kadınlar, belki de karısının eline su dökemezdi. Onun kadar güzel ya da akıllı değillerdi. Ama aldatmak isteyen bir adamı, dünyanın en güzel kadını da olsanız durduramazsınız. Bazen bana soruyorlar, "Erkekler neden çapkınlık yapar?" diye... Bu sorunun tek bir cevabı yok ki. Pek çoğu farklı nedenlerden aldatabilir. Belki de karısıyla mutlu değildir. Ya da öyle renkli ve yüksek bir ruhu vardır ki, tek bir kadınla onu doyuramıyordur... Ya da bazı mecburiyetlerden dolayı yanında bulunan kadınla evlenmiştir, artık bu akdi bozamıyordur. Onların kendilerini tam ve bütün hissedebilmek için arayışlara girmeleri anlaşılabilir bir şey...
İLİŞKİNİN SORUMLULUĞUNU İSTEMİYORLAR
Kimileri var ki, sırf çapkınlık yapmak için, skor için ya da kendilerini kanıtlamak için tek bir kadınla birlikte olamıyorlar. İşte onlar için hayat çok zor. Onlar, bir kadını doyurabilmenin tek yolunun yataktaki marifetlerinden geçtiğini sanıyor. Duygusal, zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlarını önemsemiyorlar. Ya da işlerine öyle geliyor, çünkü bir ilişkinin sorumluluğunu almak istemiyorlar. Her birlikte oldukları kadın, onlara ne müthiş bir erkek olduklarını hissettiriyor. Ve bu, onlara adeta bir ayna tutuyor. Çünkü böyle sihirli bir ayna olmadığında, neredeyse kimliklerini kaybediyorlar. O yüzden vazgeçemezler. Bazısı da karşısındaki kadının kendinden çok daha güçlü olduğunu, hele hele kadının kendisine çok şey verdiğini hissettiğinde aldatır. Hem de o kadının yarısı kadar değer vermeyeceği biriyle... Neden mi? O gözünde büyüttüğü gücün ya da kendisine sunulanların altında ezilmemek için. Bir erkek olarak kendisini değerli bulmadığı için... Bu adama gelince... İşte onunki, koltuğuma oturduğunda netleşmeye başladı. Mutsuzdu ve hatta ağlıyordu. Birlikte çocukluk anılarına gittik. Annesi, babasıyla zorla evlendirilmişti. Hiç mutlu olmamıştı. Küçük oğulları doğduğunda bile... Onu da sevmemişti zaten. Yüreğinde öfke, kin, mutsuzluk vardı. Kocasının soğuk tavırları ve eleştirileri yüzünden hırsını oğlundan çıkarıyordu. "Bir kez bile sarılmadı bana annem," dedi. Günün birinde çekip gitmişti annesi. Öylece ve arkasına bakmadan... Oğlunu yanına almadan...
KAYBEDEN SİZ OLURSUNUZ
Babası da oğluyla ilgilenemediği için, daha ilkokulda onu yatılı okutmaya başlamıştı. Artık evde istenmiyordu. Sevgi görmüyordu. Hayat çok acımasızdı. Küçücük yaşında hayran olduğu güzel annesi için hiçbir şey ifade etmemişti demek ki... Yoksa ara sıra da olsa oğlunu ziyaret etmez miydi? O da kadınlardan nefret etmeyi öğrendi. Onlara öfke duymak çok kolaydı. Hele hele annesi gibi güzel olanlara... Ve hep içgüdüsel olarak annesine benzeyen kadınları seçti. Onları kendine âşık etti. Acımasızca aldattı. Hiç birine güvenmedi. Bağlanmadı. Onları bir nevi cezalandırıyordu aslında. Oysa ki bilinçaltı, bir türlü sevgisine doyamadığı annesini cezalandırmak istiyordu. Çapkınlık da düzeltilebilir bir rahatsızlık aslında. Ama bunu yapacak olanlar sevgililer değil, psikologlardır. Sakın denemeyin, kaybeden siz olursunuz...