MAÇIN ADAMI: DIDIER DROGBA
Yazıma maçtan önce başladım, her zamanki gibi... Son 10 günde yaşananları düşününce Juventus- Galatasaray maçının skoru o kadar da hayati değil; ister bir hezimet, isterse bir zafer şeklinde tezahür etmiş olsun. Hatta Aysal ve yönetim kurulu için bile. Biz her ne kadar, ecnebi takımları yenip, Türk insanı'nı en iyi şekilde temsil etmeyi şiar edinmiş bir Galatasaray için sevinsek de, üzülsek de, Mancini için Galatasaray -en iyi ihtimalle- bir araç. 3 yıllık sözleşmesinin hemen başında, ülkesinin parlak kulübü Juventus'a bir darbe vurduysa istediğini almış olacak kariyerinin bu durağından.
Yenildiyse zaten herkes tarafından kabul görecek sayısız bahanesi var. İtalya'da sokaktaki bir genç hanıma sorsanız Juventus karşısında sahaya bu 11'i, bu taktikle sürerdi zaten; "Dörtlü savunma, kalabalık bir orta saha ve ileride Drogba". Skoru henüz bilmiyorum ama, maç sonunda umarım telefonu açık olur. Keza; Galatasaray'ı çalıştıracak antrenörde aranan en önemli özellik bu. Her şeye rağmen; İtalyan teknik adamın tüm olan biten içindeki en masum aktörlerden birisi olduğu gerçeğini belirtmeliyim.
Ve maç. Olandan bitenden G.Saraylı herkes, başta da futbolcular çok etkilenmişti şüphesiz. Aydın muhtemel 11'lerdeyken Amrabat'ın adı bile geçmiyordu (sebebiyet verdiği penaltıyı görünce tam buraya "adının geçmemesinde büyük hayır varmış" cümlesini eklemeyi düşündüm). Burak'ın yokluğu yadırganmasa da maç notlarının ilk sırasında yer buluyordu "önemli bir detay" olarak. Hakan Balta, belki de oynamayacağı bir maça kaptan çıkıyor, Bruma kendisini ısrarla isteyen teknik adamı göremiyordu saha kenarında. Gökhan Zan ise bir kez daha çok önemli bir maçta kendisini sahada buluveriyordu. Evet; herkes çok etkilenmişti, bir kişi dışında; Drogba. Zaten atıyordu, attırıyordu, yine attı, yine attırdı. O kendi tarihine devam ediyordu, her koşulda, çevresinde olup biten tüm hengameye karşın, ısrarla. Koskoca bir kulübün ve oyuncu grubunun tanıklığında. Tıpkı Arsenal'deki Özil gibi.