
Her şey mail adresime gelen film tanıtımlarıyla başladı... İran'da bir recm (taşlanarak öldürülme) hikayesinin anlatıldığı 'Soraya'yı Taşlamak' filmi "Türkiye'de gösterime girsin mi, girmesin mi?" diye soruluyordu. Maile filmin konusu, fragmanı, dünyadaki yankıları da eklenmiş; özellikle kadın gazetecilerin görüş bildirmesi isteniyordu. İster istemez merak ettim ama izlemediğim film hakkında ne söyleyebilirdim ki... Günler sonra gelen bir başka mailde, gazetecilerin tepkileri yer alıyordu bu kez. Kimi "Bu kaos ortamında iş yapmaz" diyordu, kimi "Mutlaka gösterime çıkmalı" diye ısrar ediyordu. Peki sonuç? Film 14 Mayıs'ta gösterime girecek, az kaldı. Hoş, bu anket yapılmasa da film gösterime girecekti ama filme dair bir algı-ilgi ölçülmüş oldu. Sonuçta dayanamadım, bu PR'dan etkilenip Nizam Eren'i aradım: "Filmi önceden izlemem mümkün mü, çok çok merak ettim" dedim. "Hay hay" diyerek, Yeşilçam Sokağı'ndaki İrfan Film'in ofisinde filmi izlememe önayak oldu. Beni karanlık odada filmle baş başa bırakırken de, "Dikkat edin, kötü olabilirsiniz" diye ekledi. Bende merak bin beş yüz!
* * *
Film İran'ın bir köyünde geçiyor... Yıl 1986; Ayetullah Humeyni dönemi. Başka bir kadınla evlenmek isteyen kocasının boşanma isteğini, parasız kalacağı ve geçinemeyeceği için kabul etmeyen Soraya'nın başına gelenlerin hikayesi... Kadının mal gibi alınıp satıldığı, dövüldüğü, 'hiç' sayıldığı o ortamda Soraya; kocasına direndiği için yaşıyor her şeyi. Yalanlarla, iftiralarla, yalancı tanıklarla zina yaptığı yayılıyor tüm köye ve taşlanarak öldürülmesine karar veriliyor. "Bunu benden İslamiyet istiyor" diyor köyün kadısı. Çünkü şeriat hükümlerine göre; koca karısını zinayla itham ederse kadın masumiyetini ispat etmek zorunda. Ancak kadı da dahil, herkes yalancı şahit; ispatlamak ne mümkün! Taşlama anını beklemekten başka yapacak hiçbir şey yok Soraya için. Filmin o andan sonrası acı dolu ve feci zaten... El arabalarıyla taş topluyor bütün köy halkı, büyük bir iştahla. Buna çocuklar da dahil, Soraya'nın çocukları bile! O kadar insanlıktan çıkılmış ki, günah, yazık, hak, hukuk düşünen tek kişi bile yok. Soraya'ya son sözü sorulduğunda "Sizin komşunuzum, sizin kızınızım, sizin annenizim, bunu nasıl yaparsınız bana" diye soruyor. Vahşi köpekler gibi sıralanan adamlar için sözlerin hiçbir önemi yok oysa, her biri ilk taşı atmak için sabırsızlanıyor. 'İlk taşı günahsız olanınız atsın' diye bir laf vardır ya hani; hikaye! En önce iftira atanlar taşı alıyor eline. Ardından Soraya'nın öz babası... Kızının tam suratının ortasına nişan alıyor ki bütün o sözde günahın utancı, alnından akan kanlarla akıp yok olsun, silinip gitsin! Soraya'nın iki çocuğu bile annelerini taşlamaktan alıkoyamıyorlar kendilerini. Köy halkı nasıl dursun? Bu sahnelerde dağıldım zaten... Çünkü çok iyi biliyorsunuz ki gerçek bir hikaye. Bunlar aynen yaşanmış. Din uğruna, şeriat uğruna bu insana böyle acımasızca kıyılmış. Kendinize soruyorsunuz ister istemez: İyi de bu nasıl bir vahşettir, bu nasıl bir insanlıktır?
* * *
Yeğenine ölmeden önce söz veriyor Zehra; bu olay, köyün sırları arasına gömülmeyecek, bütün dünya duyacak bu barbarlığı, bu günahı. Recmden bir gün sonra Fransız asıllı, İranlı gazeteci Freidoune arabası bozulduğu için köye uğradığında, Zehra da amacına ulaşıyor... Önce Zehra'nın deli olduğuna inandırmaya çalışıyorlar gazeteciyi. Engelleseler de, buluyor yolunu ve tüm hikayeyi anlatıyor Zehra. "Burada kadınların sesi önemsenmez, sesimi yanında götürmeni istiyorum" diyor; gazeteci de kaydediyor onun bütün anlatıklarını.. İşte o gazeteci; eski İran Büyükelçisinin oğlu olan Freidoune Sahebjam bu hikayeyi 1994 yılında kitap olarak çıkartıyor; 'The Stoning of Soraya M.
- Soraya'yı Taşlamak' adıyla. Kitap çıktığı dönem, Amerika'da bestseller oluyor. Kitabı beyazperdeye 'Braveheart' ve 'Passion of the Christ' filmlerinin yapımcısı aktarıyor. Amerika'da oldukça az kopyayla gösterime giren filmin dünya haklarını satın alan ülke sayısı da çok az. Ama İrfan Film'in yetkilileri, şubat ayında katıldıkları bir fuarda filmden çok etkilenerek Türkiye haklarını satın alıyorlar. Bence müthiş bir iş yapıyorlar; bizi böyle gerçekçi bir anlatımdan, ustaca kotarılmış bir filmden mahrum bırakmamış oluyorlar böylece. Gözyaşı dökeceğiniz, sinirden titreyeceğiniz kadar acımasız... Ama izlenmesi gereken bir gerçek ne yazık ki. Hem dönüp kendi gerçeklerimize bakmamızı sağlar belki de... Bu ülkede töre yüzünden öldürülen kadınların bundan ne farkı var sizce?