Salı günü İstanbul dondurucuydu. Güneş kaybolup gitti. Fırtına çıktı, vapurlar çalışmadı... Sabah yollarda kazalar... Zar zor geldik işe...
Şikayet ettik, sızlandık...
"Hava çok soğuk" dedik...
Akşam aynı yollardan geçip güvenli, sıcak evlerimize ulaştık... Sıcak banyolarımızı yapıp sıcak koltuklarımızda oturup televizyon izledik, sıcak yataklarımızda yattık...
Sonra buz gibi bir sabaha uyandık...
24 EV YANGIN YERİ
Oysa bir gün önce sizin, benim, hepimizin soğuk havadan başka bir derdi yoktu...
"Çok
üşüdük bugün" diyorduk... Bir de o trafikte eve nasıl döneceğimizi düşünüyorduk.
Hiçbirimizin aklına; bir yerlerde, gecenin soğuğunda, ayazında nöbet tutan askerimiz gelmedi.
Biz sıcak yataklarımızda yatarken; orada, ayazda fidan gibi delikanlılar uykuyla savaşıyordu. Belki çok üşüyorlardı. Ama hiç bilmedik, bilemedik. Haber; ajanslara, televizyonlara düşene kadar hiçbir şeyi fark etmedik...
Şimdi 24 evde bir yangın...
Anneler ağlıyor. Haykırıyor... Gözlerine gelip oturmuş oğulları. Seslerine gelip oturmuş oğulları. "Ah yiğidim! Nerelere gittin?" diye haykırıyor.
Nasıl sabır dilenir, bu acıya katlanılabilir mi; ilacı nedir, nasıl yaşanır hiç bilemiyorum. Sessizce anaları izliyorum.
"Taviz vermeyeceğiz. Bu son olacak" sözlerini artık duymak istemiyorum.
O sözler on yıllardır söyleniyor. O sözler söylenmeye başladığında, bu çocuklar daha doğmamıştı bile. Ne değişti?
Hani diyorlar ya, 'Hayat devam etmeli. Aksini yaparsak onların istediği olur" diye.
Analar; kendilerini yerden yere atarken, biz dik duralım ama ortak olabilecek miyiz acılarına? Hissedebilecek miyiz, paylaşabilecek miyiz?
O çocuklar ayazda nöbet tutarken; bizim tek derdimiz sıcak evlerimize ulaşmaktı. Trafikte birbirimizi yiyorduk daha bir gün önce!
Hatırladık mı onları? Hayır...
Hayat devam etsin ama bir program daha yayınlasanız, radyoda bir şarkı daha çalsanız, akşamki yemeğinizi iptal etmeseniz, bir magazin yazısı daha patlatsanız ne değişecek?
Hepsi laf...
Ateş düştüğü yeri yakar.
Sizin hiç oğlunuz öldü mü?
Nereden bileceksiniz!