İkiçeşmelik yokuşunda, dansöz giysileri diken hünerli terziye fi tarihinde ısmarlanmış takımın, epey kullanıldıktan sonra, getirildiği eskicinin vitriniydi. Terzinin mankenleri yeni, üstlerindeki dans kıyafetleri yeni moda, kızların saçları, taşlı tokaları, dans pabuçları bambaşkaydı. Nerde yeni dansöz giysisi, nerde vitrindeki! Eskicinin vitrini ışıksız, kirli, çerçevesi paslıydı. Saçsız mankenin üstündeki taşlı pullu dans giysisinin pullarının pası, saten kumaşa işlemişti.
Yorgun bir çift zil, mankenin birkaç parmağı kırık elinin bileğine yıpranmış lastikleriyle geçirilmişti. "Kostüm işlemeleri tamamen el işi olup, rengi, modeli, bedeni isteğe göre değişir..." dediğini duydum. Eskicinin vitrininde bir o
emekli dansöz manken vardı,
sarısı parlatılmış gazocakla semaver, kadehleri eksik likör takımı, bir ateş ütüsü, bir kilim heybe. Onlar söylemiş olamaz, "Bu
yorgun ama işveli ses olsa olsa dansözün sesi" diye düşündüm.
TASTAMAM ŞAHİN BEY
"Sabriyeabaya diktirmiştim, çeyrek altın verip. Aslında köçek istiyomuş Tireliler. Köçeklere iş bağlanmışmış. 'Yeni bi kız var' deyip, beni söylemişler. Gittim, ilk işimdi. İşte bu kıyafetti, ilk dansımda üstümdeki,
şeker pembesi, bakma rengini attı şimdi... Duyuyorsun di mi, beni?" Yanıt vermeden iki yanıma baktım, kimse yok. Öğlen güneşi
yolu bile tutuşturmuş, asfalt tütüyor. "Bu İzmir'in sıcağı, nemi beterdir" dedi. "Öyledir" dedim. "Sen nerden bileceksin, hele bir de mesain göbek atmaksa, saçların belindeyse, iki tek atmışsan, helecan, çarpıntı geçsin diye, ne bileceksin!" Ne bilicem tabii, haklısın... "Karşıda mı o hala?" dedi. "Kim?" dedim. "Şahin Bey" dedi. "Şahin beyin nerde olduğunu ben nerden bileyim?" dedim. "Sus, yavaş söyle, duyacaklar. İşte şu karşıki antikacının camında, nerde olacak" dedi. Baktım,
bir hançer, bir fes, bir körüklü çizme. "Hançerle fes var, bir de körüklü çizme var, Şahin bey yok" diyecek oldum. "Nasıl yok, işte o, tastamam Şahin bey" dedi.
BEN TÜTERDİM
"Dana derisinden ısmarlama yaptırırdı körüklü çizmelerini, Manisa'lı ustalara. Bir yürürdü, inan olsun, yolun taşları kulak verirdi çizmenin gıcırtısına. Dönülmez tabii hemen, bir gece kalırdık düğünevinde, aracının bulduğu bir yerde. Gece el ayak çekildiğinde gıcır gıcır çizmesinin sesini duyardım. Gelir, durur, kapalı tahta kepenklerin gerisinden görürdüm. Sokak fenerinin dibinde durur, tabakasından çıkardığı cıgarasını benzinli çakmakla yakardı. Cıgara değil, ben tüterdim" "Ah, öyle söyleme, içim acıdı" deme gafletine düştüm. İçini çekti dansöz elbisesi. "Sen bakma şimdi böyle şansız şöhretsiz halde olduğuma. O vakit kaldıramazdılar beni, taşlarımın ağırlığından... Vicudumu krem Pertevle oğardım.
Gizli Çiçek dökünürdüm, sineme de pul dökerdim. Dudak kıyımdaki beni
rastıkla koyulturdum, dansa çıkmadan. O beğensin diye..." "Kim, Şahin bey mi?" diyecek oldum. Derin bir iç çekti. Semaverin iki yandaki kulpları titredi, ateş ütüsünün kapağı düştü tak diye. Likör kadehlerinden biri çın diye düştü. Yolun karşısındaki antikacıya doğru yürüdüm. Hançer, fes, körüklü çizmeye
kaş altından bi bakış attım, öyle duruyordu hepsi, ne bir yürek kalkınlığı, ne ah, ne hasret... "Ah Şahin bey ah! Gelesin yok senin, biliyorum" diye fısıldadım.
Sarma cıgarasından bi nefes çektiğini duydum, kokusunu aldım, sizi bilmem...