Babacan, Kanal 7'de yayınlanan Başkent Kulisi programında gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.
Türkiye'de 17 Aralık'tan bu yana yaşanan olayların farklı maliyetleri olduğunu ve bunların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini belirten Babacan, en sık takip edilen göstergelerden birinin Borsa İstanbul'da halka açık şirketlerin değeri olduğunu söyledi. Babacan, şöyle konuştu:
"Borsada 13 Aralık akşamı piyasa kapandıktan sonra 17 Ocak'a kadar ki 5 haftalık sürede halka şirketlerimizin toplam değeri 46 milyar 542 milyon dolar düşmüş. Bu oldukça büyük bir rakam. Sadece Türkiye'nin halka açık şirketlere baktığımızda 270 milyar dolardan 224 milyar dolara bir değer kaybı var. Yüzde 17-18 gibi bir rakama tekabül ediyor değer kaybı. Bu Türkiye'nin varlığıdır, servetidir.
O günden bu yana faizlerde yüzde 0,98 artış var. Bu Hazine'nin borçlanma faizi. Bu faiz bir yıl boyunca böyle devam ederse Hazine bütün borçlanmasına yüzde 1 daha fazla faiz ödeyecek."
Özel sektörün yurt dışına 255 milyar dolar borcu bulunduğuna işaret eden Babacan, bu borcun kur arttıkça arttığını, o günden bugüne Türk Lirasındaki değer kaybının bu borca yansıdığını ve bu durumun özel sektör üzerinde bir yük yarattığını ifade etti.
Babacan, "Her ne kadar değerlemelerde bir kayıp olsa da Türkiye'nin bu süreçte bir zararı olsa da bu tür piyasa hare ekonomimizin temelleri üzerinde kalıcı bir etkisi olmuyor. O çok önemli bir fark" dedi.
Devletin döviz borcunun sıfırlanmış olmasının, 2002-2003'teki gibi döviz borcu bulunmamasının önemli bir avantaj olduğunu dile getiren Babacan, kamunun yıl sonu rakamları kesinleşmemesine rağmen yaklaşık 30 milyar dolarlık da bir fazla bulunduğunu söyledi. Babacan, dolayısıyla kurun inip-çıkmasının devletin hesabını etkilemediğini kaydetti.
Bankacılıkta alınan tedbirlerin bankaları kur hareketlerinden önemli ölçüde koruduğunu vurgulayan Babacan, hanehalkının dövizle borçlanması yasaklandığı için vatandaşların da kur artışından olumsuz etkilenmediğini söyledi.
Babacan, kur hareketlerine karşı devletin borcunun sağlama alınması, bankaların bilançosunun sağlama alınmasının ve bankalara borcunun Türk Lirası cinsinden oluşunun kur hareketlerine karşı ekonomiyi önemli ölçüde koruduğunu dile getirdi.
KUR ARTIŞINA "AIRBAG" BENZETMESİ
Genel makro dengeler açısından 2002-2003'te kur istikrarı etkileyebilecek bir unsurken bugün itibariyle öyle olmadığını anlatan Babacan, ekonomideki daha büyük hasarları önleme açısından kurun inip-çıkmasının ekonomide çok önemli bir şok absorbe etme mekanizması olduğunu ifade etti. Bunu araçlardaki "airbag"e (hava yastığı) benzeten Babacan, başka alanlarda oluşabilecek kalıcı hasarları kur artışının önlediğini vurguladı.
Kurun bir miktar enflasyona geçişgenliği bulunduğunu dile getiren Babacan, kur yüzde 10 arttığında enflasyonun yüzde 1,5 arttığını, bunun bir seneki enflasyona yansıdığını, eskisi kadar büyük bir tahribat söz konusu oluşturmadığını söyledi.
İçeride ciddi bir siyasi hareketlilik yaşanırken ekonominin temelleri sağlam olduğu için göstergelerde hareketlilik de olsa Türkiye ekonomisinde kalıcı bir hasar oluşmayacağına inandıklarını ifade eden Babacan, Türkiye'nin sahip olduğu değerlerin fiyatının düştüğünü, bu nedenle bir zarar oluştuğunu belirtti. Babacan, "Ama bu zarar, bir felaket, kriz anlamına da kesinlikle gelmiyor. Bazıları 'bu olup bitene karşı kriz tabirini kullanalım mı, kullanmayalım mı' diyor, kesinlikle öyle bir ortam yok. Biz bunların hepsini aşarız. Onu aşacak gücümüz birikimimiz, tedbirlerimiz var. Ekonomi üzerinde kalıcı bir hasar oluşmasına asla izin vermeyiz" diye konuştu.
Babacan, 1994 ve 2001 krizlerinin devletin borcunu ödeyip ödeyemeyeceği korkusu yaşandığını, bugün ise böyle bir sorunun olmadığını vurguladı.
TÜRKİYE BİR MİKTAR DAHA NEGATİF AYRIŞTI
Özel sektörün dış borcuna karşılık döviz geliri bulunması gerektiğini anımsatan Babacan, özel sektörün borçlanmasında dışarıdaki finans kuruluşlarının döviz cinsinden teminat istediğine ve borcu sağlama almadan krediyi vermediğine dikkati çekti. Babacan, şirketlerin borçlu olduğunu ama patronun bunun karşılığı varlığı bulunduğunu, aksi halde bu kredilerin teminatsız verilmesinin söz konusu olmayacağını söyledi.
"33 günde ortaya çıkan tablonun tamamı bu süreçten mi kaynaklanıyor, başka faktörler var mı?" sorusuna karşılık Babacan, küresel ekonomide 22 Mayıs 2013'ten bu yana yeni bir döneme girildiğini, bu dönemde Amerikan Merkez Bankası'nın kriz döneminde verdiği yüksek miktardaki likiditeyi geri çekmeye başlayacağını anımsattı.
Bunun pek çok gelişmekte olan ülke üzerinde etkisi olduğunu, özellikle cari açığı olan ülkelerde bu etkinin arttığını dile getiren Babacan, Türkiye'nin de cari açığı açığı olan bir ülke olarak bu gelişmeden biraz daha fazla etkilendiğini ifade etti. Babacan, şunları kaydetti:
"Bunun ne kadarı Türkiye kaynaklı, ne kadarı dışarı kaynaklı ölçmesi çok kolay değil ama son 7-8 aylık dönem baktığımızda 'Gezi Olayları'nı ve 17 Aralık sürecini yaşadık. Bunun sebebiyle Türkiye bir miktar daha negatif ayrıştı diğer gelişmekte olan ülkelerden. Bizdeki iç gelişmeler nedeniyle bir miktar negatif ayrışmamız var onu da kabul etmek lazım. Bu bir siyasi risk olarak kabul ediliyor. Siyasi riskin de bir primi oluyor, bunu faizde, kurda, varlık fiyatlarında görüyorsunuz.
Çözmek için ne yapmak lazım? Siyaset kaynaklı riskleri yine siyasetin kendi alanında çözmek lazım. Siyasetten kaynaklanan bir riski sadece ekonomik tedbirlerle bertaraf etmek çok kolay değil. Finans ve ekonomik kaynaklı riskler olsa, onları ekonomik ve finansal araçlarla ve orada çözebiliyorsunuz ama siyasi kaynaklı olduğunda mutlaka siyasette tedbir almak gerekiyor."
"KİMSE KUSURA BAKMAYACAK"
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Koskoca devlet, 16. büyük ekonomi, bir savcı, bir hakim ve bir grup polisin kendi hedeflerine, kendi iç gündemlerine dönük, iktidar partisini ve hükümeti hedefleyen bir hareket içine girdiğinde bu seyredilemez. Kimse de kusura bakmayacak bu konuda. Gereğinin mutlaka yapılması lazım" dedi.
Partilerine kurulduğu gün "AK" Parti dediklerini vurgulayan Babacan, "Temiz, lekesiz, pırıl pırıl anlamlarına gelen bu kelime aynı zamanda bizim varlık sebebimizdir. Siyasi hayatta ortaya çıkışımızda 2001 dönemine kadar Türkiye'nin yaşadıklarına aynı zamanda bir isyandır. AK Parti dönemi, temiz siyasetin olduğu, mücadelede en ufak tavizin verilmediği bir dönem olacaktır. Dolayısıyla varlık sebebimizin olduğu bir konuda bir müsamaha, bir tolerans söz konusu olamaz" diye konuştu.
Yolsuzluklar konusunda ne gerekiyorsa yapılacağını, yargı sürecinin başladığını vurgulayan Babacan, "Bu süreçte kim hesap verecekse yargı karşısına çıkar. Başbakanımızın bu konuda çok ağır ifadeleri oldu. Bu çok iddialı bir duruştur. Kendinden emin olmayan hiç kimse böyle ifadeler kullanmaz" ifadelerini kullandı.
Yüzlerce belediyeye sahip olduklarını, çok büyük bir teşkilatları bulunduğunu, 25 bakanlığı yönettiklerini anlatan Babacan, "Buralarda çalışan herkesin, 3 milyon devlet memurunun yüzde 100 hatasız olduğu gibi bir iddiaya girmek doğru olmaz. Dünyanın en büyük 16. ekonomisinde kötü niyetli olanlar, kasıtlı ya da kasıtsız hataya düşenler olabilir. Burada tavizsiz bir duruş önemlidir. 'Varsa hatası olan mutlaka hesabını verir' diyebilmek önemlidir. Bu konudaki toleransın sıfır olacağını da kabul etmek gerekir" dedi.
Mali suçlarla mücadele konusundaki çalışmalara ilişkin de bilgiler veren Babacan, şunları kaydetti:
"Mali suçlarla mücadelede 11 yılda yolsuzluk, sahtecilik ve ekonomik suçlarla ilgili 91 bin 687 operasyon yapılmış. Kaçakçılıkta aynı dönemde 113 bin 545 operasyon yapılmış ve 214 bin 615 kişi yakalanmış. Organize suçlarla mücadelede 2 bin 234 operasyonda 30 bin 570 kişi yakalanmış. Narkotikte ise 123 bin operasyon yapılmış 259 bin kişi yakalanmış. Bu da sürekli olarak mali suçların üzerine nasıl gidildiğinin en önemli göstergesi.
Bizim dönemimizde kendimiz görevlendirdiğimiz arkadaşlarla ilgili suç duyurusunda bulunmuşuzdur. Somut bir problem varsa anında üzerine gidilir, bu konuda hiç endişeniz olmasın. Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün şeffaflık endeksine göre 2002'de Türkiye en kötü üçte birlik gruptayken, 2012'de en iyi üçte birlik gruba girmiştir. Bu tabii ki yeterli değil. Daha da çalışmamız daha da yükselmemiz gerekiyor."
AVRUPA'DAN TÜRKİYE'YE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Son dönemde Avrupa'dan gelen eleştirilerin anımsatılması üzerine Babacan, bu eleştirilerin daha çok yargı ile ilgili yapılan HSYK düzenlemesi etrafında döndüğünü söyledi.
Devlet içerisindeki ortaya çıkan yapılanmanın, yargı için oluşturulan bağımsızlık sahasını biraz kendi amaç ve hedeflerine doğru kullanmaya başladığını ifade eden Babacan, yargının bağımsız çalışması gerektiğini ama bu bağımsızlığın, yargının kendi içinde mini bağımsız devlet anlamına gelmediğini belirtti.
Bağımsız bir yargının, kanunlar ve anayasa çerçevesinde aynı zamanda tarafsız olması gerektiğini vurgulayan Babacan, "Bağımsızlık alanını kendi gündemi ve kendi hedefleri doğrultusunda taraflı kullanmaya başladığında birilerinin bir şey yapması lazım. Devlet içinde ayrı bir yapılanma, bu maalesef emniyet ve yargı tarafında da var, başka diğer kuruluşlarda da var" dedi.
"YANLIŞIN İÇİNE DÜŞMEZLER" DÜŞÜNCESİYLE HAREKET ETTİK
Cemaatlerin toplumsal yapının bir gerçeği olduğunu dile getiren Babacan, bu yapının en önemli gereğinin yardımlaşma, dayanışma ve iyi insan yetiştirme olduğunu söyledi.
Türkiye içinde ve dışındaki okullarda, hem pozitif bilimleri iyi öğretme gayreti hem de buradaki çocukların sıhhatli bir İslam anlayışıyla yetişmesi gayretleri olduğunu anlatan Babacan, şöyle konuştu:
"Dünyada özellikle 11 Eylül olayları sonrasında İslam ve terör kelimesi bir arada anılmaya başlandı. Aşırıcılık, radikallik ciddi bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. Böyle bir ortamda, pozitif bilimlerin sağlıklı bir din anlayışıyla bir arada öğretilmesi, günlük yaşantısına da bu terbiyeyi yansıtan bir gençliğin yetişmesi toplumsal yapımızı sağla bir unsurdur. Bunun içindir ki yıllardır bu tür çalışmalara destek verdik. 'Bu sistemden geçen insanlar iyi yetişmiştir, yönü bellidir ve sosyal ilişki ağı sebebiyle de yanlışın içine düşmezler' düşüncesiyle hareket ettik. Bu yetişen insanlar özel sektörde ve devlette çalışmaya başladılar ve sosyal ilişki ağını devam ettirdiler. Dini konularda bilgi paylaşımı, iman tazelemek güzel, ancak sosyal ağdaki bazı insanlar, ayrı bir emir komuta zinciriyle farklı gündem ve hedeflerle yönlendirilmeye başladığı noktada bizim çizgi çekmemiz gerekir. Onun ötesine geçtiği zaman sıkıntı. Devlet içerisinde ayrı bir gündem ve ayrı bir hedefi olan yapılanma, ayrı bir emir komuta zinciriyle, yargının da bağımsızlığını kullanarak farklı bir amaç gütmek kabul edilemez. Dünyada istikrarlı, kontrol sahibi hiç bir devlet bu tür yapılanmalara izin vermez ve fark ettiği anda gereğini yapar."
Yargıyla ilgili yaptıkları çalışmaların bazı kesimlerce "yargıya müdahale olarak" algılandığını belirten Babacan, "Bizim müdahalemiz, yargının bağımsızlığına değil, yargının bağımsızlığını kötüye kullananlara, bağımsızlık alanını kendi çıkarlarına ve hedefini dönük olarak kullanmak isteyenlere bir müdahale" dedi.
Babacan, yargının çalışacağı çerçeveyi değiştirmenin TBMM'nin en doğal hakkı olduğunu söyledi.
Başbakan Yardımcısı Babacan, özellikle 25 Aralık'taki 2. dalga operasyonundaki bazı iddiaları İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız tarafından yanıtlandığını anımsatarak, "Koskoca devlet, 16. büyük ekonomi, bir savcı, bir hakim ve bir grup polisin kendi hedeflerine, kendi iç gündemlerine dönük, iktidar partisini ve hükümeti hedefleyen bir hareket içine girdiğinde bu seyredilemez. Kimse de kusura bakmayacak bu konuda. Gereğinin mutlaka yapılması lazım" diye konuştu.
"BİR HAKİM, BİR SAVCI, BİR POLİS İSTEDİĞİNİ YAPABİLİYOR MEMLEKETTE"
AB'ye üye ülkelerin hepsinin HSYK yapısını incelediklerini ve Adalet Bakanı'na verilecek yetkilerin bazı ülkelerdekine göre son derece sınırlı olduğunu anlatan Babacan, şunları kaydetti:
"Düzenlemenin komisyonda değişikliğe uğradığını, Genel Kurul'da da AB normlarına, anayasamıza aykırı hususlar olursa yine değiştirilebileceğini söyledi. Babacan, "Birkaç gün içinde, acilen bazı tedbirleri alabilmek adına oluşturulmuş bir teklif. Tedbir almazsanız her gün nereden, ne yapılacak, ne gelecek bilemiyorsunuz. Operasyonlar zor değil. Bir hakim, bir savcı, bir polis istediğini yapabiliyor memlekette. Gerçekten tarafsız, Anayasaya uygun çalışacak olsa mekanizmada sorun yok. Bunun kötüye kullanıldığını tespit ettiğimiz anda gereğini yapmamız gerekiyor."
HSYK'ya yönelik düzenleme konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmeler olduğunu, Anayasa Mahkemesi'yle de zaman zaman iletişim kurulduğunu ifade ederek, bir Anayasa'ya aykırılık iddiasının ortaya çıkmamasını arzu ettiklerini söyledi.
Bir saldırı ve komployla karşı karşıya bulunulduğunu ifade eden Babacan, kısa vadede bu saldırının durdurulması ve yenilerinin önlenmesi gerektiğini belirtti. Babacan, şöyle konuştu:
"Dünyanın 16. büyük ekonomisinin zaten küresel konjonktürde sıkıntılar varken içeriden böyle bir saldırıya maruz kalması Türkiye için de 76 milyon vatandaşımızın her biri için de yazık. Bizim kısa vadede bu haksız, hedefi ve niyeti belli olan saldırıyı durdurmamız gerekir, yenilerini de önlememiz gerekir. Bir ülkede böyle kontrolsüz, keyfi hareket edilmesi, belli başlı iş adamlarının hedeflenmesi, varlıklara tedbir konulması kabul edilebilecek şeyler değil. Türkiye'deki hukuk güvenliğini de zedeleniyor. Bir ülkede yatırım yapabilmek için o ülkede hukuk güvenliği esastır. İş dünyamızda yerli ve yabancı yatırımcılarda bu kanaat hakim değilse bizim ekonomik büyümemiz, istihdam oluşturmamız mümkün değil. Türkiye'nin mutlak olarak hukukun üstünlüğü ilkesiyle çalışması gerekir."
Kamu kurumlarındaki görev değişikliklerine ilişkin soruya Babacan, "Yeniden görevlendirmeler, görevden alınmalar, yer değiştirmelerin sebeplerine tek tek bakmak lazım. Bu sebeplerinden bir tanesi kuşkusuz bu tür yapılanmanın yeni ataklarına, yeni komplolarına artık izin vermemek. Ama vaka vaka, kişi kişi farklı sebepler de olabilir. Çok da genelleştirmekten kaçınıyorum" dedi.