Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK DURBAŞ

Fotoğrafta yaşayacak hayatı...

Bertrand Russel'ın dedesi, 1860'larda, hasta yatarken sokakta bir gürültü çıktığı zaman "Ayaklanma başladı mı?" diye sorarmış yanındakilere... İrlandalı iki genç, işte böyle bir ortamda, bir yıl arayla İngiltere'nin yolunu tutuyor. 1974'te Oscar Wilde, 1875'te ise Bernard Shaw, Dublin'den gelip Londra'nın büyüleyici, hareketli, çatışmalı ortamına yerleşiyorlar. Shaw, daha sonra "İngilizler İrlanda'yı fethetmişti, yapılacak tek şey gelip İngiltere'yi fethetmekti," diyecektir. Ve birkaç yıl içinde Wilde, dogmacılığa, ikiyüzlülüğe, maddeciliğe karşı sözcüklerin gizemli çağrışımlarından yararlanacak; Shaw da tutuculuğa, gericiliğe, sömürücülüğe karşı sözcükleri kurşun misali kullanarak Victoria Çağı İngilteresi'yle savaşacaklardır. Şakir Eczacıbaşı, Shaw'ın Gülen Düşünceler'inden sonra, yine Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan Oscar Wilde: Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler başlıklı çalışmasında, bu kez, tutuculuğa, dar görüşlülüğe, aşırı kuralcılığa başkaldıran bir başka İrlandalı yazarı, Oscar Wilde'ı anlatmıştı. Bu iki kitabın da ana fikri, geçen hafta sonsuzluğa uğurladığımız Şakir Eczacıbaşı'nın yaşamının özeti değil midir? Ömür çizelgesinin başarı hanesinde yer alan bir daha işleri yinelemenin yararı yok. Tutuculuğa, gericiliğe, dar görüşlülüğü, aşırı kuralcılığa karşıydı. "Günümüzde her şeyin üstesinde gelebilir bir insan, ölümün ve iyi bir ün bırakabilmenin dışında..." der gibiydi. "Yalnız ayışığında yolunu bulabilen, günün doğuşunu herkesten önce gördüğü için de cezalandırılan bir kişidir, düş kuran insan..." kimliğiyle aydınlattı sanatçı kişiliğinin yolunu. Kurduğu düşlere başka işadamlarını da ortak ederek ülke kültürüne hizmet etmenin kapılarını araladı. Kişiliğinin bir yönünü de çevresinde oluşan ilginç öyküler, anekdotlar oluşturdu. Örneğin, çok yakın dostu, çocukluk arkadaşı Ara Güler ile ilgili hikâyeleri vardır. Bir gün Ara Güler, Şakir Eczacıbaşı'ya "İstanbul'un bu halinden sen sorumlusun, seni tutuklamak lazım, şu betebe mozaikleri yaptın şehrin içine ettin," der. Eczacıbaşı'nın yanıtı şöyledir: "Ben onları millet helayı kaplasın diye yaptım, onlar kalkıp hela taşıyla binanın dış yüzünü kapladılarsa suç benim mi? Buna rağmen pisliklerini temizlesinler diye bir de tuvalet kâğıdı yaptık, daha ne yapalım yani..." Bir başka Şakir Eczacıbaşı hikâyesi: Bir gün Ara Güler ile Şakir Eczacıbaşı, daha iyi çektiklerini iddia ederek birbirlerinin portrelerini çekerler. Filmler yıkandıktan sonra iki fotoğrafı da masaya yan yana koyarlar. Eczacıbaşı, Güler'e "Söyle bakalım," der, "hangisi daha iyi?" Ara Güler, Eczacıbaşı'nın çektiği kendi portresini eline alarak der ki, "Gördün şimdi fotoğraf çekilirken nasıl durulur?" Sevgili Onat Kutlar anlatmıştı: Abidin Dino, bir gün Şakir Eczacıbaşı'nın hem bir işadamı hem de sanatçı olduğunu söyleyerek Fransız heykelci bir kadınla tanıştırır. Kadın gülümseyerek, "Fotoğrafçılık hobiniz mi?" diye sorar. Yanıtını Abidin Dino verecektir: "Hayır, hobisi olan işadamlığıdır." Hayatının bir yüzünü işadamlığı oluşturuyordu, öteki yüzünü sanatçı kişiliği... Elbette spora, özellikle basketbola yaptığı katkılar da unutulmayacak. Sinema sanatına katkıları da... Bütün bunları ciddiye aldığını söyleyecekti, hayatı ciddiye alıyordu çünkü. Arkasında bıraktığı fotoğraf albümleri bütün bunların kanıtı olarak durmakta bugün ve duracak da... Sanatçı kimliğinin ve kişiliğinin de...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA