'KİTABINI OKUDUK, ÇOK GÜLDÜK' DİYORLAR, MUTLU OLUYORUM
- Pek çok yerde tarihi olgularla, şahsiyetlerle, sanat akımlarıyla vesaire ince ince dalga geçiyorsun. Kitapta genel olarak hayatımızdan çekilen humor ve mizah var.
- Böyle düşünmene sevindim. Kitabı okuyan bazı dostlarımız çok güldüklerini söylüyorlar. Mutlu oluyorum.
'Kitabını okuduk, çok güldük' filan diyorlar; beni kafaya almadıklarından emin olamasam da teşekkür ediyorum.
- Neden?
- Çünkü kitabın bir tür kara mizah örneği olarak görülmesi, yazma amaçlarımdan biriydi. İbrahim Efendi gayriciddi bir karakter. En ciddi mevzularda bile mizahi bir yön bulmaya çalışıyor. Olaya o zaviyeden bakıyor.
- Bu aynı zamanda bir toplumsal eleştiri mi? Sanki her şeyi çok ciddiye alıyoruz. Toplum olarak mizaha, ironiye daha fazla ihtiyacımız olduğunu mu düşünüyorsun?
- Toplumun neye ihtiyacı olduğuna tek başıma ben karar veremem. Fakat gülmenin, gülümsemenin hayatı güzelleştirdiği de bir gerçek. Eskiler 'Latife latif gerek' demişler. Üstelik ciddiyet ve mizah birbiriyle zorunlu olarak çelişen şeyler değildir. Aşırıya kaçmamak, incitici olmayı amaçlamamak kaydıyla... Kaldı ki aşırılaştığında ve şekilcileştiğinde ciddiyet ahmaklığın maskelerinden birine dönüşebilir.
ÜLKÜCÜLER TEPKİ GÖSTERMEZ
- Kitapta 12 Eylül sonrasında yurtdışında yaşayan ülkücülerin Kosta Rika'da darbe yapıp vatan edinme hikâyesi var. Kitabın genel atmosferinde bir mizah gibi duruyor ama az bilinen bir gerçekliği de var bu hikâyenin galiba?
- Almanya'da evet. Bir mecliste arkadaşlardan duymuş not almıştım. Araştırınca bütünüyle hayal mahsulü olmadığını anladım. Tempo dergisinde Sabri Canbeyli imzalı bir haber çıkmıştı konu hakkında. Araştırmamı derinleştirdim. Dönemin tanıklarından olayın kahramanları hakkında anekdotlar dinledim. Hepsini birleştirip hikâyeye İbrahim Efendi'yi ekledim. Huyu kurusun, onun da olayları biraz değiştirmek gibi bir özelliği var. Mavracı, makaracı bir tip.