Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Hayat notları: Türkünün dili

Ortaokul liseli yıllarım, Ruhi Su usta ile geçti. O kocaman Ruhi Su, sazına müthiş dokunurdu. Şelaleden gürül gürül akan sular gibi güçlüydü sesi...
Ruhi Su'ya, Almanya'da on yıllık sürgün hayatı sırasında, kanser nedeniyle ölen, kadife sesli Sümeyra Çakır eşlik ederdi sık sık... Her ikisini de hep dalarak derinlerden dinleyen sevgili babama bakardım uzaktan... Hep hüzünlü bir adam olan babama...
Ah Ruhi Su, ne çok çekti... Türkülerini okurken dışlandı, hapis yattı, pasaport verilmedi, ötekileştirildi... Sadece solcu olduğu için işinden atıldı.
Dünyanın takdir ettiği kocaman bir ozan, bu ülkede kalabalıklar arasında yalnızlığı yaşadı... Sonra ölüverdi bir gün, Neşet Ertaş ile aynı yaştayken... Cenazesi, kanlı 12 Eylül askeri darbesinin, ilk dev kitle gösterisine dönüştü... Yığınlar onu bağrına bastı sevgiyle...

***

Ruhi Su dinlerken; üniversite yıllarımın başında, Neşet Ertaş'ı keşfetmiştim 18 yaşımda. Boğazımda düğümlenirdi hep, türküleri ağlama duygusu yaratıyordu insanda. Bizim bilmediğimiz, belki idrak edemediğimiz bir aydınlanmayı yaşamış gibi, türkülerinde türküyle büyüyor; kalbimizin en saklı yerine, süveydasına sesleniyordu. Neşet Ertaş da çok çekti. Yalnız kaldığı, unutulduğu oldu bu ülkede; hep bilinse de, 50 yaşına doğru tanındı. Ama bunların üzerinde hiç durmadı, hastalıklar arasında sadece türkü söyledi. Bozlakları ile Anadolu dirildi, yeniden ayaklandı sesinde. Çok uzun yıllar önce, bir kaza nedeniyle Yugoslavya'da kısa süre hapis damlarına düştü. Büyük yazar Yaşar Kemal, ona İnce Mehmed'ini imzalayıp gönderdi. Kitabın ilk sayfasındaki imzanın üzerinde; "Bozkırın tezenesine" (mızrapına, anlamında) diye yazıyordu... Bu da sonra, lakabı oldu Ertaş'ın...
***

Kaç gündür onun türkülerini sessizce mırıldanırken, hüzün denizinde kalbimiz buruk kulaç atıyor. Ama Neşet Ertaş'ın, ölümünden sonra da olsa gördüğü yakın ilgi; halkın sevgisi, siyasetçilerin, medyanın duruşu; çok mutlu etti hepimizi...
Elbette bir yandan düşündük; keşke bu ilgi yaşarken de gösterilseydi, bu küçük dev adama, diye... Bozkırın tezenesine... Türkünün diline...
Hangi görüşten olursa olsun, hangi ideolojiye yakın durursa dursun; tüm güzel ve yürekli insanlar; öldükten sonra gördükleri ilgiyi, yaşarken hiç göremediler bu ülkede... İşte hep böyle oluyor nedense... Bizim yaşarken yaşamı küçülten, ölümü yücelten kültürümüz nedeniyle mi? Bilemiyorum... Ya da yıllardır trajik ölümlerin gölgesinde yaşayan, içi acısa da sınırlarda gencecik insanların ölümünü, sessizce sindiren bir ülke olmamızdan mıdır bu? Bilemiyorum...
***

Yine de, "Buna da şükür" diyorum kendi kendime. "Buna da şükür... Çok şükür..."
Hiç olmazsa öldükten sonra hakkı teslim edildi Neşet Ertaş'ın...
Sevgiyle kucaklanarak gitti uzaklara...
Şimdi sanki sonsuzlukta birileri; içinden bal akan, güzelliklerin ıslandığı ebedi bir yurdun nehirleri kıyısında; bir çemberde kucaklaşmış, buluşmuş gibi geliyor bana...
Mesela Muharrem Ertaş, sazı boyunu aşan, küçük, güzel adam...
Mesela Sümeyra Çakır, ah o içimizi kanatan buğulu sesiyle, güzelim kadın...
Mesela Ruhi Su, o kocaman ozan, onur timsali adam...
Sonra Bozkırın tezenesi; sazı, sözü, özü bir olan; oturmuş babacığı Muharrem'in yanına...
Hep beraber, sessizce, bir okyanuscasına, çalıp söylüyorlarmış gibi geliyor bana...
***
Bilmem hangi türkü olabilir; mesela sözleri Yunus Emre'ye ait olan Aşkından Yanar Yüreğim:
"Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Cümle alem birdir bize

Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun"
olabilir mi?...
Bilmem, belki...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA