Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

100 unutulmaz karakter

İki sinema vardır. Ilki deneysel sinemadır.
Bazılarına şaşırtıcı gelebilir ama sinemanın başlangıcı ve özü budur. Daha doğal bir şey olamaz. Sinema yepyeni bir 20. yüzyıl icadıdır ve elbette insanlar ellerindeki makineyle oynayacaklar, denemeler yapacaktır. Ayrıca, o dönem kübizm gibi geleneksel, yerlesik görselliğin dönüştürüldüğü dönemdir.
Sinemanın da o olusumlardan izler tasımaması olanaksızdır. Hele kısa bir süre sonra sürrealizm gibi akımların devreye girmesi sinemayı büsbütün baska bir mecraya çeker.
Asıl şaşırtıcı olanı, bu alanın, bahsettigim özelligini yitirip hızla edebi (literary) sinemaya kaymasıdır. Belli bir öykünün anlatılmasıdır edebi sinema.
Kendi içinde onun da bir morfolojisi vardır. Fakat edebiyat yapıtı, özellikle de roman, neyse edebi sinema da odur. O kadar ki, iyi sinemanın sadece senaryo oldugunu iddia edenler de mevcuttur. Kısmen dogru, kısmen yanlıs ama anlatının önemini vurgulaması bakımından önemli bir yargı. Isi bu noktaya kesinkes Hollywood sineması çekmistir. Hayranı ve meftunu oldugum Kara Film dönemi özellikle bu dürtüyü hem de en 'civcivli' sekilde canlandırmıstır.
Dedigim gibi edebiyat baglamında sinema ve roman örtüsür ve kesisir.
Ama sinemanın görselligi baska bir anlatımı ve yaklasımı zorunlu kılar.
Sinemadaki tip romandaki tip degildir. Bir kere varlıksal olarak farklıdır. Neticede sinemanın tipi metinsel anlatının ötesindedir. Bir artist tarafından 'canlandırılmaktadır'.
Belirleyici bir olgudan söz ediyoruz.
Oyuncunun 'verdigi' tipin izleyiciyle kurdugu özdeslik romandaki tipin okurla kurdugu iliskinin ötesindedir. Elbette roman kisisi de okurda yasamayı sürdürür.
Fakat sinemadaki tipin mevcudiyeti çarpıcıdır.
Daha ileri gitmek gerekir. Sinema izleyicide zaten tiplerle mevcuttur.
Sahneler, insanı, filmi izlerken, peyzaj olarak etkileyebilir. Ama film bittikten sonra tipler kalır. Rüzgar Gibi Geçti'yi veya Tiffany'de Kahvaltı'yı tipleriyle anımsıyorum, hatta yaşıyorum. Bazen film çok kötü olabilir. Ama bir tip insanın içi sıra yasamaya devam eder.
Üstelik bir de çalım var işin içinde. Bu tip kimdir? Soyut, metafizik 'roman kahramanı' mıdır yoksa oyuncunun kendisi midir? Bu güçlü ve psikanalitik bir sorudur. İnsanlar kendilerini tiple olduğu kadar oyuncuyla da bütünleştirir. Bazı oyuncular öyle bir noktaya gelir ki, oynadığı rol ne olursa olsun, onu asar. 'O oynuyorsa iyidir bu film' düsünesinin kaynagından söz ediyorum. Sinemanın sıradan izleyicisi artistin hayaliyle yasar.
Entelektüel sinema izleyicisi tipe yönelir. Bir Çin Seddi'nden söz etmiyoruz.
Arada geçirgenlikler olacaktır, olur. Gene de ayrısma noktasındayız: oyuncu ve tip. Elimizde nefis bir kitap var: Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter. Kitabı Burak Acar hazırlamıs. Sunus ise onun ve Esra Ertan'ın imzasını tasıyor. Böylesi bir seçkinin içerigiyle ilgili daha fazla bir sey söylenemez. 1934-2104 arasındaki filmleri kapsayan güçlü bir seçki bu. Bazen aynı filmden birkaç tip yer alıyor, bazen tek tiple bir film geçiliyor.
Ama mesele zaten film degil tip.
O nedenle de bir kısıt aramak hem gereksiz hem anlamsız. Yelpazenin hayli genis oldugunu, bir panorama duygusu olusturdugunu da belirteyim.
Kitabın özenli baskısı ise ayrıca bir katkı. Sadece dizinleri eksik buldum.
Ben çok sevdigim, çok önemli ve degerli buldugum bu kitapta yer almayan, eksikligini hissettigim o iki karakteri yazmak isterdim.
Kim olduklarını söylemem.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA