(USASABAH)
Ragıp Soylu
"Kitaplar çok sıkıcı" diyor ünlü Japon romancı Haruki Murakami, "hepsinde insanlar mutsuz, hava karanlık ve yağmurlu, sanki bir kapana kısılmışlar gibi."
Kendinden sıkılan şehir toplumunun ortaya çıkarttığı yazarlar da Murakami'nin sözünü ettiği girdaba girmekten kendilerini alamıyorlar. Bir keresinde edebiyat hocam şöyle söylemişti; "Edebiyat kendinize ait bir evren kurmanızı sağlar. Ve bu evrene siz istemedikçe kimse giremez, siz istemedikçe bir yaprak bile kıpırdamaz."
Ne yazık ki bu evrenin mimarları son zamanlarda mutsuzluğu kendilerine rehber edinmiş durumdalar. Günümüz yazarları melankolinin o eşsiz tadına râm oluyor ve depresyonun o derin dehlizlerinden karanlık hikayeler yaratmaya bayılıyorlar. Bir süre sonra ortaya birbirinden farksız onlarca kitap çıkıyor, günün yorgunluğunu atmak, bir şeyler öğrenmek, eğlenmek ya da sadece okumak isteyenler bile bu eserlerden sıkılıyorlar. Sonuç hem yazar için hem de okuyucu için hüsrana dönüşüyor.
İbrahim Altay'ın kitabı
Evsiz, işte tüm bu talihsizliklerin ve basiretsizliklerin tersinin de mümkün olduğunu gösteren bir macera. Kitap, yabancı bir memlekette dilini yeni öğrendiği insanların arasında sefilce yaşamayı tercih etmiş bir kişinin dahi yaşanabilecek güzel bir hikayesinin olduğunu gösteriyor. Eser, kapak tasarımında da arzı endam eden o hoş çizgisini sonuna dek koruyor. Zaman zaman kendinizi gülümserken, zaman zaman da hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkan bir cümleyle düşüncelere dalarken buluyorsunuz.
Bir yerde basit sıkıntılarından, aç kaldığından ve suya ne kadar ihtiyacı olduğundan bahsederken şöyle diyor Altay; "
Kitaplarda gördüğümüz kelimelerin sözlük anlamlarına aşinayız belki ama o kelimelere ruh veren, anlamları ete kemiğe büründüren hakikatlerin çoğuna ne kadar yabancıyız... "
Evsiz, yaşamın o tabii bıkkınlığından tam da gerektiği gibi parçalar taşıyor ve onlara yeniden bakmamızı sağlıyor.
Kitapta her biri birbirinden efsane onlarca şarkının ismi geçiyor. Altay, bir evsizin hikâyesi üzerinden sadece Los Angeles'a yahut California'ya dair bir şeyler söylemiyor. Sık sık atıfta bulunduğu sanatçılarla da Amerika'nın müzik tarihine de bilmeyenler için ufak seyahatlerde bulunuyor.
Siz satırlar arasında kaybolurken, Türkiye'de günlük rutin içinde unuttuğumuz ayrıntıları da açığa çıkarıyor Altay; Tavlanın önemini, kadın peşinde heba olan erkeklerin, Türkiye'yi özleyen Ermenilerin portrelerini birkaç sayfada hayal dünyanıza işliyor.
Ve eserlerini okuduğumuzu sandığımız fakat hiçbir zaman tam olarak idrak edemediğimizi büyük yazarları görüyoruz. Tolstoy'dan, Hemingway'e ve kitaba ilham kaynağı olan Jack London'a kadar... Altay yaşadığı tecrübeyi öylesine güzel bir dille anlatıyor ki, o geçmişe döndüğünde siz de dönüyorsunuz, o hüzünlendiğinde siz de hüzünleniyorsunuz, o sanki dünyanın en önemli meselesiymişçesine cebinde kalan son tütününden bahsetse üzülüyorsunuz.
Bu kitap henüz USASABAH'ta tefrika edilirken bunun çok iyi bir yaz kitabı olacağını düşünüyordum.
Denizden çıkan yorgun bedenlerin uykuya dalmadan önce okuyarak mutluluk hormonları saçacakları ve düşlerini zengileştirecek bir yapıt. Fakat hikaye zaman içerisinde öyle kıvrıldı ki, şu an bu düşüncemde yanıldığımı anlıyorum. Evsiz, soğuk günlerde basmakalıp senaryolarıyla insanları esir eden Hollywood filmlerinden, ünlü oyuncularımızın "okul müsamerelerine benzettiği" tiyatrolardan ve duygu sömürüsünün dibine vuran kalitesiz dizilerimizden bunalan biz faniler için adeta bir ilaç gibi.
Belki de bu kitabın Sonbahar'da yayınlanması bir nebze de olsun "güzel ve doğru olana dair" hiç bitmeyecek bir tecessüsü olan bizlere de yılmamamız gerektiğine dair bir işarettir. Bazen hakikati bulmak için evsiz de olmak gerekir...
İbrahim Altay, Evsiz, Turkuvaz Kitap, 104 sayfa, 10 TL