Hiç polisiye roman okumadığını, dolayısıyla da sevmediğini söyleyen mizah yazarı Osman Engin, son öykülerinde polisiye roman tarzından yararlanıyor. Engin, polisiye romanının geriliminin öykülerini zenginleştirdiğini söylüyor. Kitapları çok sayıda dile çevrilen ve öyküleri Almanya ve birçok Avrupa ülkesinde okullarda okutulan Osman Engin, Almanya’da okuma akşamı yasaklanan Türk yazar olarak da tarihe geçti. Bundan yıllar önce Bavyera Eyaletindeki Bad Tölz kasabası Geretsried Lisesinin Müdürü, Osman Engin’in okuma akşamını son anda yasakladı. 10 yaşında Almanya’ya gelen ve uzun yıllardır Bremen’de yaşayan 52 yaşındaki Osman Engin, Aziz Nesin’in mizah öyküleriyle beslendiğini söylüyor. Engin’in öyküleri, Almanya’da yaşayan tipik bir Türk ailesinin çevresinde geçiyor. Öykülerinin temel karakteri olan “Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük sinir törpüsü” Emine Hanım, kocası Osman’a hayatı dar etmek için elinden geleni yapıyor. Engin, öykülerinde Avrupa Birliği’nin Türkiye’den tam üyelik için taleplerini de alaya alıyor.\n\n
Tote Essen Keinen Döner’den sonra (Ölüler Döner Yemez), 1001 Nachtschichten, Mordstorys am Fliessband (1001 Gece Vardiyası, Dizi Cinayet Hikayeleri) adıyla ikinci polisiye romanınız yazdınız. Osman Engin, artık polisiye roman mı yazacak?\n\n1001 Gece Vardiyası’ sadece polisiye roman değil. İşten atılmamak için ustabaşına anlatıyorum polisiye hikayeyi. Günlük olaylar, işyeri problemleri, işsizlik problemleri, polisiye hikaye, hepsi birlikte. Bundan üç sene önce “Ölüler Döner Yemez” polisiye romanımı yazmıştım.O oldukça tutuldu. Polisiye çok tutuluyor Almanya’da. Hem bir gerilim olması benim de hoşuma gidiyor. Okuyucu için de sürükleyici oluyor. O yüzden son kitabımı polisiye tarzda yazdım. Ayrıca, birkaç konuyu birbirleriyle bağlayıp anlatmak, bunlara polisiye hikaye eklemek, konuları iç içe dokumak benim hoşuma gidiyor. Konuları tek tek anlatmak tekdüze oluyor.\n\n
Son romanlarınızda polisiye tarzı tercih ettiğinize göre polisiye romanı seviyor olmalısınız, öyle mi?\n\nHiç polisiye roman okumadım ben. Zaten Türkiye’de polisiye roman okunmuyordu, polisiye roman yazarı da yoktu. Son zamanlarda okunmaya başlandı. Polisiye roman yazarları da yeni yeni çıktı. Ahme Ümit var, Celil Oker var. Onları da okumadım daha. Almanca polisiye roman da okumadım, çünkü polisiye roman sevmiyorum. Benim polisiye bilgim, Derick ve Colombo ile sınırlı.\n\n
Hikayeleriniz çoğunlukla Türklerle Almanlar arası ilişkilerde çelişkiler üzerine kurulu. Bir süre sonra bu konuların tekrara dönüşme riksi yok mu sizce?\n\nBaksanıza bu konular daha da aktüelleşiyor. Adam bu konuda kitap yazdı, bestseller oldu, milyoner oldu. Daha çok gündeme geldi. Ben de istiyordum, bu konuların azalmasını. Daha çok normal hikayeler yazmak istiyordum. Bunlar çoğalınca tabii, ben de aktüaliteye uymam lazım. Şimdi Sarrazin gibi bir adam çıkıp böyle kitap yazınca, bütün Almanya bunu konuşurken, benim kahvaltı hikayesiyle radyoya çıkmam biraz tuhaf oluyor. Bu kez dinleyicilerden bir sürü eleştiri e-mailleri geliyor. İnsanları uğraştıran konu bu. Ben kalkıp hiç uygun olmayan bir şey anlatsam, beni de tatmin etmez, dinleyicileri de tatmin etmez. Konu sürekli aktüel kalıyor. Bakalım daha ne kadar aktüel kalacak.\n\n
Siyasi konuları işleyen bir mizah yazarısınız, ama sizi televizyonlarda, panellerde hiç görmüyoruz. Bunun bir sebebi olmalı.\n\nBir defasında RTL’e çıkmıştım, çok oldu. Çok gündemde olan bir bakanla tartışmıştım. Çıkıyorsun oralara, herkes birbirlerini yenmeye çalışıyor. Yüksek sesle konuşan kazanıyor gibi. Hiç bana uygun bir şey değil. Ondan beri televizyona çıkmıyorum. Tartışma panellerine de çağırıyorlar, ama hiçbir tartışma toplantısına katılmıyorum, sadece okumalara katılıyorum. Ben zaten 15 yıldır televizyon da seyretmiyorum. Dünya Kupası’nda, Avrupa Kupası’nda üç dört haftalığına çıkarıyorum, sonra tekrar bodruma indiriyorum. Birçok radyo için hikayeler yazıyorum. Televizyon olduğu zaman, yazmaya tam odaklanamıyorum. Biraz da tembel olduğum için, televizyon olunca herhangi bir şeye bakıyorum, boşu boşuna vakit geçiriyorum. Vakit kaybetmemek için televizyonu kaldırıyorum. Radyo dinliyorum, yazılı basını izliyorum, interneti kullanıyorum.\n\n
“Kitaplarımın isimlerini Türkçe’ye çevirmek zor”\n\n
Hikayelerinizi sadece Almanca yazıyorsunuz. Türkçe mizah öyküleri yazmayı hiç düşündünüz mü?\n\nBenden Almanca öyküler isteniyor, o yüzden hep Almanca yazıyorum. Bazen içimden Türkçe yazmak geliyor. Yazarken Türkçe bir cümle kuruyorum. Sonra aklıma gelen Türkçe cümleyi Almanca’ya çeviriyorum. Vaktim de yok, vaktim olsa belki Türkçe yazarım. Başlı başına Türkçe roman yazmak çok zor. Başka işleri bırakmam lazım. Türkiye’de okunacağını bilsem, yine de yazarım, ama biraz zor görünüyor.\n\n
Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarınız olmuştur sanırım. Hangi kitaplarınız Türkçe’ye çevrildi?\n\n“Dütschlünd, Dütschlünd übür üllüs” kitabım, “El aman el aman, en yaman Alaman” adıyla Türkçe’ye çevrildi. Kelime oyunlarına dayandığı için benim kitaplarımın isimlerini Türkçe’ye çevirmek çok zor. Örneğin, “Kanaken-Gandhi”. Türkçe’de Kanake diye bir kelime yok. Ya da “GötterRatte”, “Alles getürkt”. Bunların Türkçe’ye çevirileri mümkün değil.\n\n
Türkiye ile nasıl bir bağlantınız var, sizin için Türkiye bir vatan mı, Türk yazarları okuyor musunuz?\n\nTürkiye beni hala çok ilgilendiriyor. Akrabalarımın, tanıdıklarımın yaşadığı bir ülke. 40 senedir burada yaşıdığım için vatan olarak Almanya daha ağır basıyor. Türkiye hakkında haberleri izliyorum, Türk yazarları okuyorum. Aziz Nesin’i çok okudum. Gani Müjde’yi çok seviyorum. Attilla Atalay’ı beğeniyorum. Türk yazarlarını Almanca okumayı tercih ediyorum. Türkçe okuduğum zaman, Almanca yazmak çok oluyor. O zaman beyin herhalde Türkçe’ye programlanıyor. Almanca’ya çevrilmemiş Türk yazarlarını Türkçe okuyorum tabii.\n\n \n\n \n\n
Öykülerinizde ana karakter, size hayatı dar eden, sinir törpüsü eşiniz Emine Hanım. Neden böyle olumsuz bir karakteri ana karakter yaptınız?\n\nOlumsuz olmasına karşın okurlarım tarafından benden daha çok sevilen biri. Geçenlerde bir Alman okurum, okuma akşamında Emine Hanımı sordu. Belki gelir diye görmeye gelmiş. Gerçekten benim Emine adlı eşim olduğunu sanmış. Emine Hanım, beni sinir ediyor, ama haklı konularda sinir ediyor. Osman, biraz işi oluruna bırakan birisi, eşi Emine Hanım ise dominant. Yine bir okumada bir kadın, bana, kitaplarım sayesinde Türk kadını hakkında Almanların kafalarındaki yanlış imajın düzeldiğini söyledi. “Almanların kafasında hala, kocasının her dediğini yapan, onun beş metre arkasında yürüyün ve başörtülü bir Türk kadını resmi var” dedi. Ben de “Ben herhangi bir düzeltme yapmadım, aslında Türk kadınları Emine Hanım gibi dominant” dedim. Alman basını Türk kadınları hakkında yanlış bir imaj yarattı.\n\n
Emine Hanım karakterini bilinçli olarak mı seçtiniz, yoksa tesadüf mü oldu?\n\nYok bilinçli bir seçim değildi. Ben yeni yazmaya başladığımda karakter arıyordum. Tesadüfen Emine Hanım karakterini buldum. Bir arkadaşımın hanımıydı, kendisi dominanttı. Adı Emine değildi tabii. Diğer karakterleri de çevremden aldım. Karakterlerin hepsi gerçek yaşamdan alınmış karakterler. Ancak benim öykülerimdeki gibi bir bileşimde birarada değillerdi. Bir okumada, öykülerimdeki ailenin olmadığını söylediğimde iki üniversiteli kız çok üzülmüşlerdi, az daha ağlayacaklardı. Okumada gençler olunca, artık ailenin olmadığını söylemiyorum. “Var, ama bu halde, bu bileşimde değil” diyorum. Kitapları okuyorlar, aileyi çok seviyorlar, olmadığını duyunca çok üzülüyorlar. İlk kitaplarımı yayınlayan Rowolt yayınevinden biri benim eve gelmişti. Bana, “Bay Engin, eşiniz nerede ?” diye sordu. Ben de evli olmadığımı, çocuklarımın da olmadığını söyleyince, “Olamaz” diye çok şaşırmıştı.\n\n \n\n
YUNUS ÜLGER