Gazete
ve dergiler, televizyon kanalları, uçacak kadar ince ve çoğunlukla photoshopla bir kağıt kadar pürüzsüz hale getirilmiş ciltleriyle, selülitsiz top modellerle dolu. Bu görsel bombardımana bağlı olarak, incelmek ve selülitlerden kurtulmak, günümüz kadınının en önemli hedefleri haline geldi. Selülit, yaşa, kiloya veya kaç beden olduğunuza bakmıyor ve kolayca; bacaklarınızın üst kısmına, baldırlarınızın arkasına, kalça, basen, diz ve bileklerin iç kısımlarına, hatta kollarınıza yerleşiyor. Genellikle ergenlik dönemiyle birlikte, hormonal değişiklere bağlı olarak ortaya çıkıyor. Tıpta lipodistrofi olarak adlandırılan selülit, yağ hücreleri ve kılcal damarlar arasındaki sıvı ve besin alışverişinin bozulmasıyla başlıyor. Yağ hücrelerini çevreleyen bağ dokusunun yapısal değişimleriyle ilerliyor ve o dalgalı, kimilerinin portakal kabuğu olarak adlandırdığı görünüm ortaya çıkıyor. Kadınların sadece, yüzde 5 gibi şanslı bir azınlığı bu sorunu yaşamıyor. Çok nadir de olsa, erkeklerde de selülit görülebiliyor. Selülitin kadın vücudunu sevmesinin en önemli nedeni hormonlar. Kadınlık hormonları östrojen ve progesteron arasındaki dengenin bozulduğu durumlar, selülite uygun bir zemin hazırlıyor. Dolaşım bozukluğuna yol açan hastalıklar ve tiroid hormonu düzeyini bozan metabolik rahatsızlıklar da, selülit oluşumuna sebep oluyor. Uzun süre oturarak veya ayakta kalarak yapılan işler, hareketsiz yaşam biçimi, bacaklardaki toplardamar ve lenf dolaşımını bozarak, sıvı göllenmesine yol açıyor. Taban düşüklüğü, dolaşımı bozacak kadar sıkı giysiler, beslenme alışkanlıklarındaki yanlışlar, aşırı kahve tüketimi ve sigara kullanımı da bu sorunun kötüleşmesine katkıda bulunuyor. Selülit, yalnız görsel bir sorun oluşturmuyor, kimi durumlarda ağrılı da oluyor. Ödem, gece krampları, uyuşma ve karıncalanma gibi belirtilere de neden oluyor ve tıbbi bir tedavi gerektiriyor.
SELÜLİTİN TEDAVİSİ VAR MI?
Şu an itibarıyla, kalıcı sonuçları olan, kesin bir tedavi yöntemi yok. Tüm uygulamalar selülit görünümünü, geçici olarak azaltmayı hedefliyor. Bu uygulamaları düzenli aralıklarla, en azından yılda bir kür olarak, tekrarlamak azalmış selülit görünümünü korumaya yardımcı oluyor. Mezoterapi ya da intradermoterapi halen dünyada, selülit tedavisi dışında da, yaygın olarak kullanılan, etkili bir yöntem. Cilt yüzeyinden iki ila dört milimetre derinliğe, mikroenjeksiyonlar şeklinde verilen ilaçlar, içeriklerine göre etki gösteriyor. Uygulamalar, haftalık seanslar halinde, 10-12 oturumluk kürler şeklinde düzenleniyor. Ultrasonoterapi ise, yağ dokusunda odaklanan ses dalgalarını kullanıyor. Günümüz medikal estetik teknolojileri arasında önemli yeri olan odaklanmış ses dalgaları, özellikle bölgesel incelme ve selülit görünümünü azaltmada yüz güldürücü sonuçlar veriyor. Yağ dokusuna uygulanan karbondioksit gazının mekanik etkisiyle yağ hücrelerini parçalayan ve kan dolaşımını artırarak bölgenin oksijenlenmesini sağlayan karbossiterapi de, halen selülitle mücadelede önemli yöntemler arasında. Radyofrekans uygulamaları ise, bugünkü teknolojik gelişmelerle birlikte, en çok yol katedilen uygulamaların başında geliyor. Minimal düzeyde de olsa cerrahi gerektiren lazerlipoliz uygulamaları da, selülite neden olan bağları ortadan kaldırma noktasına gelen önemli gelişmeler gösterdi. Akustik ses dalgaları ve lenf drenaj sistemleri de, destekleyici uygulamalar olarak selülitle mücadelede önemli katkıda bulunuyor. Ancak selülitten de, her sağlık sorunundan olduğu gibi, önce korunmak gerekiyor. Bunun yolu, düzenli spor ve sağlıklı beslenmeden geçiyor.