Biraz deniz, biraz güneş, gün batımı, huzur, üstüne bir de güzel hikayelere tanık olursanız tatil sıradanlıktan çıkıp, unutulmayacak bir anıya dönüşür. Ben tam da böyle bir Kuzey Ege deneyimi yaşadım. Önyargılarla gittiğim Ayvalık ve Altınova'dan, anılar biriktirerek döndüm. Bir mübalede, bir başarı, bir de İstanbul'dan kaçış hikayesinin kahramanlarıyla tanıştım. Üstelik bunları gittiğim, yediğim, içtiğim mekanlarda yaptım.
Arslan Balık
DİL BİLMEDEN GURME TURUNA ÇIKTIK
Altınova'da deniz kenarında bir masa hayal edin. Ayaklarınız kumda, deniz bir adım ötenizde... Gün battı, batacak. Güneş denizin üstünden veda etmeye hazırlanırken, ay şovunu yapmak için hazırlık yapıyor. Masalar, sandalyeler lüks değil, bildiğiniz plastik, yani ortam salaş ama ambiyans, mezeler, hizmet ve samimiyet on numara beş yıldız.
Arslan Ailesi etrafınızda fır dönüyor. Damat mezeleri getiriyor, anne mutfakta yemeklerle ilgileniyor, Adil Arslan'sa kızlarıyla birlikte mekanı bugünlere taşıyan, eczacı kalfalığından, günler önceden rezervasyon yaptırmadığınız takdirde yer bulamayacağınız restoran sahipliğine hikayesini anlatıyor:
"Doğma büyüme Ayvalıklıyım... Babam şoför emeklisi, ben de eczacı kalfasıyım.
Çocuklar olunca eczaneden aldığımız maaş yetmedi. 1995 yazında burayı devraldım.
Tost, patates kızartması, içecek şeklinde gitti burası. 2008 yılında çocukların üniversite çağı geldi. Yavaş yavaş müşteri farklı şeyler istemeye başladı. Arkamız Profesörler Sitesi, kitle çok elit, doktorlar, hakimler, savcılar... Onlar da vizyonumu açtı. Mezeler girmeye başladı ufak ufak menüye. Eczanede çalıştığım dönemde, bu işleri de yürütmeye çalışıyordum.
Ne pasaportum vardı, ne yurt dışına çıkmışlığım. İşler biraz yoluna girince eşimle beraber Balkanlara, Yunanistan'a bütçemize göre geziler yapmaya başladık.
Hırvatistan, Sırbistan, Makedonya, Midilli, Selanik, Bulgaristan... Yemek için geziyorduk, mutfaklara girdik her gittiğimiz yerde. Restorancı arkadaşlar edindik, bize yemeklerini öğretmelerini istedik.
Bilmeden gurme turu yaptık. Yabancı dil de bilmem ama girişkenimdir. Telefonuma program indirdim, öyle öyle anlaştık.
Buradan hediyeler götürüyordum yakınlık kurmak için. Çok şey öğrendik, kendi lezzetlerimizle harmanladık. Meze çeşitlerimiz arttı. Bugünlere geldik."
Süral Çiftliği
MÜBADELENİN EN HÜZÜNLÜ ÖYKÜSÜ
Babam ve Oğlum filmini izlemeyen yoktur. Kuzey Ege'deki o çiftlik, hepimizi gözyaşlarına boğan sahnelerle hafızamızda yer edinmiş halde. Peki o çiftliğin hikayesini biliyor musunuz?
Belki de Babam ve Oğlum filmiyle yarışır bir hikayesi var Süral Çiftliği'nin... Ayvalık Altınova'daki çiftliğe tamamen tesadüf eseri düştü yolum. Gün batımında huzur bulan, güneşin en güzel battığı yerleri keşfetmeye bayılan biriyim. Süral Çiftliği'nde uçsuz bucaksız yonca tarlası arasına kurdukları küçük restoranda günü batırmaya gittim. Huzurlu, şık, fonda nefis bir müziğin eşlik ettiği bir yer burası. Sürpriz bir anda gelebilir. Gecenin ilerleyen anlarında, mekanın sahibi Salih Süral gitarı eline alıp müzik yapmaya başlayabilir, masanıza oturup, ağaçtan, kuştan, böcekten, denizden konu açıp sohbet edebilir. Samimi bir yer yani. İnsanın tatilde kendi hayatına küçük bir es verip, başka hikayeleri duyacağı bir yer.
İşte ben öyle bir hikaye dinledim burada, Salih Süral'ın anlattığı hikayesini sizinle de paylaşmak isterim...
Salih Süral, Babam ve Oğlum filminin çekildiği çiftliğin sahibi. Oğlunun fikriyle çiftliği restorana dönüştürmüş.
"Girit mübadiliyiz... Ve buralara geldikten sonra, oradaki mal varlığımıza istinaden, bu arazi ve çiftlik verilmiş dedemlere. O günden beri bu çiftlikte dedem, babam, biz ve şimdi çocuklarımız yaşıyor. Tek bir taşına dokunmadık, buradan giden ailenin evi olduğu gibi duruyor. Bu görünür hikaye ama altında bir küçük dram da var.
Dedem Girit'te aşık oluyor ve aşık olduğu genç kızla evleniyor. Evlenir evlenmez hamile kalıyor babaannem. İsmini Mustafa Kemal koymaya karar veriyor. Hastanedeki doktorlar, 'Mustafa Kemal koyarsan seni öldürürüz' diyorlar.
Babam doğuyor. İsmini Mustafa Kemal koyuyorlar. Ertesi gün babaannem ölüyor.
Dedem, kucağında Mustafa Kemal ile yani babamla mübadele sonucu Ayvalık'a işte bu çiftliğe geliyor. Ama dedem, babamla hiç anlaşamıyor.
Çünkü dedem karısının ölümünden onu sorumlu tutuyor. Babam büyüdüğünde bu anlaşmazlık artık bir arada yaşanamaz hale getiriyor durumu. Babam o varlık içindeki evden ayrılıyor, taksi şoförlüğü, muavinlik yapıyor. Yıllar sonra ben doğuyorum. Benim adım Salih... Ve gel zaman git zaman benim oğlum oluyor. Adını bu hatıra için Mustafa Kemal koydum. Ve benim oğlum bu çiftliği, kızımla bu hale getirdi.
Oğlum ve kızım üniversite eğitimlerinin ardından profesyonel hayatın içindeydi. Bu çiftlik, eşimizi dostumuzu ağırladığımız, düğünlerimizi yaptığımız bir aile yeriydi. Oğlum bir gün bu güzelliği, bizim gibi kıymetini bilecek tanımadığımız misafirlerle paylaşma fikrini ortaya attı.
Doğayı tahrip etmeden bungalovlar yaptık, küçücük bir restorana ve özellikle kahvaltı mekanına dönüştürdük buraya. Burada traktör var, ineklerimiz, atlarımız, tavuklarımız var. Dalından meyvelerimizi yiyoruz, bostandan sebzemizi topluyoruz ve bunların hepsini buraya gelen misafirlerimizle yapıyoruz. Doğanın bize sunduklarını paylaşıyoruz."
Ayvalıkzade
AYVALIKZEDE OLACAKTIK AYVALIKZADE OLDUK
Malum geçtiğimiz hafta bayramdı... Ailem Cunda'da yaşadığı için bayramlaşmanın adeti olarak çikolatamızı alıp yola çıkacaktık... Ayvalık kent meydanında gezi teknelerinin kalktığı yerin tam karşısında, Atatürk Bulvarı üzerinde, küçücük bir mekan dikkatimi çekti... Ayvalıkzade isimli... Küçücük ama albenili bir çikolata, kahve ve dondurma dükkanı. O kadar şık ve ilmek ilmek inşa edilmiş ki içeriye girdiğinizde kendinizi Belçika'nın meşhur çikolatacılarında hissediyorsunuz.
Kurucuları Serdar ve Görkem Ceyhan'la tanıştım. 15 yıldır Türk kahvesi ve kahve kültürü üzerine çalışmalar yapan, müzikle uğraşan iki kardeş onlar. Görkem konservatuvar mezunu, çellist, udist ve gitarist. İstanbul'daki karmaşadan kaçıp, Ayvalık'a yerleşiyorlar, gerisini onlar anlatsın:
"İstanbul'dan sıkıldık. Kendimizi Kuzey Ege'ye attık. Bu tersine göç, biçim için tam bir hayal kırıklığı olacakken yani Ayvalıkzede olacakken, kendimizi kitaplara verdik.. .Okuduğumuz bir makalede 'Dünyanın ilk kafesi Şems ve Hakem tarafından 1554 yılında İstanbul'da açılmıştır' sözü üzerine Şems ve Hakem'in izini sürdük. Araştırmalarımızı 16.yy Osmanlı minyatürleri üzerine yoğunlaştırdık.
1582 yılında Şehzade Mehmet'in sünnet düğünü üzerine hazırlanan Surname-i Humayun adlı eserde (dünyada bilinen ilk kahve içen insan görseli bu esermiş) kahvehanede oyun oynayan insanlar dikkatimizi çekti. Oynanan oyunun Mangala olduğunu keşfedip kurallarını ve hikayesini yeniden yorumladık.
Ama durmadık, araştırmalarımıza devam ettik. Kahve tarihi konusunda o kadar bilgi edindik ki, bununla ilgili yazılar yazmaya başladık. www. ayvalikzade.com adresli web sitesini kurduk ve kahve gündemi ile ilgili yazılar yayınlamaya başladık.
Kahve ve çikolata meraklısıyız ve Türkiye'de mimari dokusu ile özgünlüğünü korumuş Ayvalık'taki bu mekanı açtık. Nitelikli kahve ve el yapımı onlarca çeşit dolgulu Belçika çikolatasını üretip satıyoruz. Butik çikolata ve kahve dükkanımızda 'İyi kitap, iyi kahve sloganı' ile dünya edebiyatından eserleri bulunduruyoruz. Amacımız, buraya gelenlere güzel bir çikolata ve kahve eşliğinde, hikayeler anlatmak."