Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Orada bir halk var uzakta...

Aborjinleri önce nerde gördüm? Beyazperdede elbette... 1970'lerde üstüste İngiliz yönetmen Nicolas Roeg'un Walkobut / Sonsuz Çöl, Avustralyalı yönetmen Peter Weir'in Son Dalga, Alman yönetmen Werner Herzog'un Yeşil Karıncaların Düş Gördüğü Yer gibi filmlerini izlemiş, bu filmlerde oynayan gerçek Aborjin halkının çarpıcı fiziğine şaşırmış, sonra da anlatılan öykülerde beliren talihsizlikleri karşısında yüreğim burkulmuştu. Ve bu ırka ilgi duymuştum. Avustralya ziyaretim sırasında onlarla ilişkili daha çok bilgi edinebildim. Avustralya adı, Latince'de 'güneye ait' demek olan Australis sözcüğünden geliyor. Daha 1606 yılında kıtaya ayak basan İspanyol Pedro Fernandes de Queiros, adayı İspanyol kırallığına ait ilan etmiş ve 'Australia del Espiritu Santo' diye isimlendirmiş. Ada aslında binlerce yıl öncesinden beri yerel bir ırka yurt olmuş. Bunlar, bugün Aborjin diye bilinen yerli halkın ataları. Olasılıkla Güney Asya'dan göç etmiş bu halkın çok ilginç inançları varmış. Bunların başında, gerçek zamanın dışında bir de 'rüya zamanı' diye niteledikleri bir zamana inanmaları.

AVUSTRALYA'NIN KÖKENİ
Sonraları Hollandalılar, daha sonra da İngilizler gelmiş. 1788'de Kaptan Arthur Phillip'in Port Jackson'daki yerleşmenin hükümranlığını ilan etmesi, bugünkü devletin ilk özü sayılıyor ve ulusal gün olarak kutlanıyor. Tüm bu yerleşmeler sırasında, adadaki yerli halk ayrıma, hatta kıyıma uğramış. Başlarda 500 bine yakın olan nüfus, bugün 200 binin altında. Üstelik Aborjinler sürekli dışlanarak kendi aralarında getto'lar kurmaya itilmiş. Nitekim bugün büyük kentlerden çok, verimsiz kuzey bölgesinde komünler halinde yaşıyorlar. Ve ülkenin en geri kalmış, en yoksul kesimini oluşturuyorlar.

SOYKIRIMIN BİR BAŞKA BİÇİMI
Beyaz halkın Aborjinlere yaptığı, aslında diğer kıtalarda olup bitenden farklı değil. Örneğin Amerika kıtasında da Kızılderililer çok benzer bir kaderi yaşadılar. Ama tüm bunlar modern tarihin kurulmasından önce olduğu için, kitaplarda pek adı geçmiyor. Ancak sürekli bu konuları işleyip adalet arayan kurumlar ve kişiler var. Bunlar, Aborjinlere yapılanı soykırım diye adlandırmaktan çekinmiyor. Kendi özel dillerini konuşmaları, kendi okullarına sahip olmaları, kültürlerini geliştirmeleri ve modern topluma katılmaları sürekli engellendiği gibi, nüfusları sürekli denetlenmiş, çoğalması önlenmiş, kalabalıklaşan komünler parçalanmış. Çocukların ailelerinden alınıp bir tür devşirme muamelesi görerek uşak-hizmetçi diye kullanılmaları da cabası. Aborjinlerin mülkiyet hakkına sahip olmaları, yasalar önünde eşit sayılmaları gibi şeyler, ancak yakın zamanda gerçekleşmiş. 1967'deki referandum sonucu, federal hükümete bu halkın konumuna özel olarak eğilen yasalar çıkarması yetkisi verilmiş. Sözünü ettiğim filmlerin de ancak bu tarihlerden sonra yapılmış olması ilginç değil mi? Aborjinler ilk bakışta çirkin bir ırk. Ama bu bizim beyaz ırk olarak yaygınlaştırdığımız güzellik kavramına göre böyle. Aslında çok özel bir halk bu... Kocaman gözleri, delici bakışları, kartal gibi hatları var. Ve kimi genç mensupları da son derece güzel. Kimi sanatçılar yetiştirmişler: Özellikle plastik sanatlarda... Biz ordayken açılan 'Divas of the Desert' (Çölün Divaları) adlı bir sergideki kadın sanatçıların eserleri büyük ilgi gördü, hatta Emiliy Kame Kngwarreye adlı sanatçının bir resmi 1 milyon dolarlık satış fiyatıyla, Aborjin eserleri arasında rekor kırdı. TV dizilerinde oynayan birkaç oyuncuları da var. Ama genel nüfusa kıyasla, tüm bunlar çok az. Çünkü yeteneklerinin gelişmesine yardım edilmemiş, hatta engel olunmuş. Sydney'de onların elişlerini satan çok sayıda hediyelik eşya dükkanı var. Ama biz vitrininde "Burası sahipleri gerçek Aborjin olan tek dükkandır" reklamına inandık ve alacaklarımızı ordan aldık. Doğrusu pişman da olmadık.

DEVLET ÖZÜR DİLİYOR
Benim orda esas ilgimi çekense, birden gazetelere yansıyan ve günlerce manşetleri işgal eden haberler oldu. Bunlara göre, özellikle kuzeyde yaşayan Aborjin gurupların içinde, alkolizm ve onunla atbaşı giden çocuk tacizi olayları birden tavana vurmuştu. Hükümet olayın peşine düştü, başbakan John Howard "Bu bizim Katrina felaketimizdir," dedi (ABD'yi vuran ve New Orleans'ı yerle bir eden büyük fırtına). Aborjin çocukların üstelik kendi aile çevreleri içinde cinsel tacize uğraması ve ensest olaylarının çığ gibi büyümesi, bu kendine özgü, temelde sakin, püriten ve çok polisiye olay yaşamayan toplumda, birden bomba etkisi yarattı. Tam 10 yıldır Aborjinlerin koşullarını düzeltmeye uğraştığı belirtilen başbakan Howard'ın çabaları, belki artık sonuca yaklaşacak. Bense kendi adıma, sağda-solda ve en çok sokaklarda gösteri yaparken rastladığımız bu mağrur görünüşlü halkın ve onların kocaman gözlü çocuklarının kaderi değişecek diye sevindim. Ne de olsa onlarla sinema perdesinden tanışıklığımız var!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA