Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Fransızlar'ın gözbebeği

Tüm spor otoriteleri onu "Dünyanın en iyi futbolcusu" olarak gösteriyor. İşte Fransa'yı "kurtarmak" için kolları sıvayan Zinedine Zidane'ın öyküsü

Fransa'da günlerdir bayram var. Zinedine Zidane milli takıma geri döndü. Bu hafta, 17 Ağustos'ta Montpellier'de yapılacak Fransa-Fildişi Kıyısı dostluk maçında Maviler'le (Fransızlar'ın milli takıma verdikleri ad) sahaya çıkacak. 10 numaralı formasıyla. Hem de kaptan pazubendiyle. Dahası, onun ardından milli formayı çıkaranlardan Claude Makelele ile Lilian Thuram da dönüş kararı aldılar. Zidane'ın bombası öylesine tarihi bir gelişme olarak görüldü ki Fransa'da, en ciddi, daha doğrusu en asık yüzlü gazeteler bile manşetten duyurdular. Yetinmediler, bunun toplumsal yaşamdaki yansımalarını anlatan yorumlar döşendiler çarşaf çarşaf. Örneğin "Le Monde" gazetesi, toplumbilimcilerden siyasilere kadar geniş bir kesimin görüşleri eşliğinde "Zidane etkisi Fransızlar'ın moralini düzeltecek mi" sorusuna yanıt aradı. Ve de kamuoyu araştırmaları yaptırdı. Hatta Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın da haberi duyunca Elysee Sarayı'nda sevinçten havalara uçtuğunu ima etti haberlerinin satır aralarında. (Sevinç çığlıkları atanlara televizyon kanallarını, reklamcıları, reklamverenleri, Fransız milli takımı sponsorlarını ve programların izlenme oranlarını ölçen şirketi de eklememiz gerekiyor. Zira hepsi de Zidane'ın reytingleri patlatacağında görüşbirliği içindeler.) Fransızlar'ın en ciddi gazetesi bu soruyu sormakta haksız değil. Çünkü Chirac'tan sokaktaki vatandaşa kadar herkes karamsarlığın pençesinde çırpınıyor: AB Anayasası referandumundan hayır" çıkması, yüksek (yüzde 10'un üstünde) işsizlik, ülkenin tümünde görülmemiş su sıkıntısına yol açan kuraklık, orman yangınları, giderek büyüyen cari açık (Ama yine de bizdeki gibi kriz tetikçisi olmasından korkulacak boyutlarda değil), 2012 Olimpiyatları'nın Londra'ya kaptırılması, AB'de Fransa-İngiltere kavgası...

MORAL KAMÇISI
Buna bir de finalleri Almanya'da oynanacak 2006 Dünya Kupası elemelerinde Fransa'nın, grubunda Kuzey İrlanda, İsviçre ve İsrail'in ardından dördüncü sırada bulunmasını ekleyin. Hem de Avrupa'nın belki de en kolay grubunda Bu koşullarda Fransızlar'ın Zidane'ı moral kamçılayıcı olarak görmeleri hiç de şaşırtıcı değil. Ben ve küçük oğlum gibi siz de Real Madrid fanatiğiyseniz, Zidane'ı anlatmaya gerek yok. Juventus hayranlarının da onu iç geçirerek andıklarını sanıyorum. Avrupa'nın bu iki mega kulübüne de yabancı veya ilgisizseniz, en azından 1998 Dünya Kupası'nın Paris'teki finalinde Brezilya'yı iki seksen yere uzatan adamı hatırlıyor olmalısınız. Stade de France'da 3-0 biten maçın iki golünü o attı. İkisini saçı hayli azalmış kafasıyla. Fransa tarihinde ilk olan o zaferi 2000'de Avrupa Uluslar Kupası şampiyonluğu izledi. Ve Zidane, geçen yıl Avrupa Uluslar Kupası finallerinin oynandığı Portekiz'de bombanın pimini çekiverdi: 25 Haziran 2004'te Yunanistan'la şampiyon oldu) oynadıkları çeyrek final maçında 0 Yunanistan kazandı) elenmelerinden sonra, Ağustos'ta yaptığı açıklamada, "Bundan böyle milli takımda yokum" dedi. Hayır, nedeni Fransa'nın kupaya veda etmesi değildi. Öyle olsa, 2002'de Japonya ve Güney Kore'de yapılan Dünya Kupası finallerinde (Fransa gruptan çıkamadı) bırakırdı. "Peki ne" diye sordular gazeteciler. Yanıtı: "İçimden bir şeyler koptu." Vazgeçmesi için milli takımın ne kadar yetkilisi varsa üstüne çullandı, "Bir dönemi kapatmış olacaksın" diyerek. "Kararım kesin" dedi ve son noktayı koydu. O güne kadar 93 kez "mavi" formayı giymişti Zidane ve milli maçlarda 26 gol atmıştı. Peki aşağı-yukarı bir yıl sonra, "Hayatımda ilk kez önemli bir konuda görüş değiştiriyorum" diye vurguladığı dönüş kararını neden aldı? Sözü ona bırakalım: "Nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Çünkü biraz mantık dışı bir olay. O nedenle de kimsenin anlamasını beklemiyorum. Anlatayım ama sakın yazmayın. Çünkü kimse bilmiyor. Ne eşim, ne çocuklarım, ne de yakınlarım. Bir gece, saat 03.00'e doğru birden uyandım. Biriyle konuşuyordum. Kim olduğunu son nefesime kadar söylemem. Esrarengiz biri. Aramaya kalkmayın, bulamazsınız. Çok büyük olasılıkla hiç görmediğiniz ve görmeyeceğiniz biri. Ben bile yatağımda nasıl karşıma çıktığını açıklayamıyorum. Evet, o kişi yaşıyor ve çok uzaklarda. O gece, uyandıktan sonra, saatler boyunca onunla konuştuk. Evde tek başımaydım. İşte o sohbet sırasında, onun telkinleriyle, milli takıma dönüş kararı aldım. Oysa o geceye kadar böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmiyordu. Hareketlerime ve düşünceme yön veren o gücün karşısında kendimi eli, kolu ve beyni bağlı biri gibi hissettim. Dönüş kararı bende bir tür vahiy inmesi duygusu yarattı. Birden kaynağa dönmek arzusu hissettim: Sıfır olduğum, kimsenin beni tanımadığı, gözlerden uzak mesleğimi öğrenmeye, geliştirmeye çalıştığım günlere, profesyonel futbol hayatımın başına... Tüm o özlemlere yeniden kavuşma arzusu beni aşan bir iradeye dönüştü. Kendi kendime 'Sana tavsiyelerde bulunan o sese kulak vermelisin' dedim" Zidane'ın "France Football" dergisinde yayınlanan bu itiraflarından sonra tabii ortalık karıştı. Kolay mı; laikliğin yılmaz bekçisi bir ülkede, en sevilen şahsiyetlerin başında sayılan kişi kendini neredeyse "ermiş" ilan ediyordu. Hem sonra kıyamet sadece Fransa'da değil, Zidane'ın top koşturduğu ülkede, İspanya'da da koptu. "Kafayı yemiş" imaları yapıldı, meleklerle konuştuktan sonra İngilizler'le savaşmak için Fransız ordusunun başına geçen Jeanne d'Arc'a benzetildi, "Zidane doğaüstü güçlerle mi haberleşiyor" başlıkları atıldı. İşin bambaşka boyutlara taşındığını anlayan Zidane biraz da panik içinde sıradan insanlığa, aramıza döndü: "Yaşadıklarımın kesinlikle dinsel ve mistik bir yönü yok. Sözlerim yanlış anlaşıldı. Zaten anlattıklarım baştan sona dikkatle okunursa, dinden, esrarengiz bir şeyden değil, bir kişiden söz ettiğim kolayca görülebilir."

ESRARENGİZ ZİYARETÇİ
Bundan böyle basından uzak durmaya çalışacağını da yemin ederek araya sıkıştıran Zidane, uykusundaki esrarengiz ziyaretçiyi açıklamak zorunda kaldı: "O röportajda ben bir kişiden söz ettim. Özel yaşamımla ilgili olduğu için kimliğini gizli tuttum. Madem bu kadar yanlış yorumlara neden oldu, söyleyeyim; o gece benimle konuşan kardeşimdi!" "Hangisi" diye üstelediler hınzır medya mensupları. Çünkü üç kardeşi vardı. "Daha fazla sıkıştırmayın" dedi ve evine kapandı. Tek başına kalınca gömleğinin yeniyle nemlenmiş gözlerini sildi. "Kaynağa dönmek arzusu" diye özetlediği çocukluk ile gençlik arasındaki yıllarında yolculuğa çıktı. Bir başka deyişle, yoksul ama gamsız günleri film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Marsilya'nın banliyösünde, yoksul semtlerin birindeki evleri. Cezayir'den kopup gelmiş annesi ve babası, kardeşleri... Fransa'da Afrika kökenliler için iki farklı kavram kullanılır. İlki "Pied-noir", yani "Kara ayak." Afrika'daki eski Fransız sömürgelerinden kopup gelmiş olanlar. İkincisi ise -ki sadece bir kısım Cezayirliler için üretilen sözcüktür- "Harki." Onun Türkçe karşılığı yok. Anlamı da her türlü doğru-yanlış çağrışıma uygun. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin bağımsızlık savaşı verdiği 1950'ler boyunca, halkın bir bölümü bu mücadeleye karşı çıktı. Dahası Cezayir'in geleceğini Fransa'da gördüğü için, sömürgeci gücün yanında yer aldı. Cumhurbaşkanı General de Gaulle'in Cezayirliler'e "Je vous ai compris" (Sizi anladım) diye noktaladığı o ünlü seslenişiyle bir dönemin sona ermekte olduğu anlaşılınca, sömürge gücünün bir bölümü aktif bir bölümü de pasif destekçileri, Fransızlar'la birlikte ülkeyi terk ettiler. Nereye? Elbette "metropol" e, yani Fransa'ya. İşte onlara "Harki" deniyor. İsteyen işbirlikçi diye yorumlasın, isteyen Cezayir'in Fransa'dan kopmamasını savunanlar diye... Zidane'ın babası da bir "Harki"ydi. (Hayır, bir başka ünlü Cezayirli Fransız'ın, Enrico Macias'ın ailesi Harki değil. Onlar Cezayir Yahudileri'ndendi. Macias küçük bir çocuktu ailesiyle birlikte Cezayir'den ayrılmak zorunda kaldığında. Ama hep gözünde tüttü. Büyüyünce de o özlemi anlatan ve memleket müziğinin nağmeleriyle bezenmiş şarkılarıyla şöhret merdivenini tırmandı: "Ülkemi terk ettim, güneşimi terk ettim", "Ah, ne güzeldir bizim memleketin kızları" gibi Zinedine 23 Haziran 1972'de Marsilya'da doğdu. (Aslında adı "dinin nuru" anlamına gelen Ziyaeddin. Ancak Fransızlar'ın dili dönmediği için Zinedine'e çevrildi. Ah, bir not: Sondaki "e" harfini okumayın. Zinedine'de de Zidane'da da. İkinci not: Bir adı daha var; Yazid. Yani, Yezid. Ama o adı yakınları dışında kimse bilmiyor.) İlk futbolcu lisansını, semtinin amatör takımı "U.S. Saint- Henri" çıkarttı. Kısa sürede dikkati çekti, bir spor okulunun bursunu kazandı. 16 yaşında profesyonel oldu. Amatör maçları izleyen yetenek avcılarından biri sayesinde. Cannes kulübüne geçti. Önce altyapıda, genç takımda. 1989'da da a takımına. 6 yıl kaldı o kulüpte ve iyice pişti. Artık çıtayı yükseltebilirdi. 1991'de Cannes'ın ikinci kümeye düşmesi bu kararını hızlandırdı. Bordeaux'ya transfer oldu. İlerde çok iyi dost olacakları Christophe Dugarry ile orada tanıştı. Daha ilk sezonda adından söz ettirmeyi başardı; 10 gol attı. Bordeaux 1994'te, Milan'ı devirerek Avrupa Şampiyonlar Kupası'nda finale yükseldi. Gerçi finalde Bayern Munich'e boyun eğdi ama bu başarı Fransa'yı coşturmaya yetti. Zidane'ın da milli takıma çağrılmasını sağladı. Artık yükselen yıldızdı. 1996'da Juventus'e transfer oldu. Başta biraz tutuktu, ilk kez Fransa dışında oynuyordu. Arkadaşı Didier Deschamps'ın bıkmadan yorulmadan verdiği moralle o ezikliği aştı. Aştı ne demek; takımın direği haline geldi. 1998'de Dünya Kupası finallerinde de ilk maçlarda pek göz doldurmadı. Tıpkı Juventus'taki başlangıcı gibi. Ancak her maçta biraz daha açıldı. Finalde ise bingo; Fransızlar 2'si Zidane'dan 3 golle Brezilya'yı devirdiler. Rüyalarında görseler hayra yormayacakları bir mucizeydi bu. FIFA, Zidane'ı yılın futbulcusu seçti. Dünyanın önde gelen 142 teknik direktörünün oylarıyla. Artık zirvedeydi. Ve de Fransızlar'ın kalbinde. Şampiyonluğu kutlama şenliklerinde onbinlerce kişi Champs-Elysees'de "Cumhurbaşkanı Zidane" diye haykırdı. İki yıl daha oynadı Juventus'ta ve dünyanın en iyi futbolcuları arasına girdi. 2000'deki Avrupa Uluslar Kupası finallerinde artık bulutların üstünde dolaşıyordu. Top kontrolu, oyun vizyonu, sahada takımı yönlendirmesi anlatıla anlatıla bitirilemiyordu. Tüm hücum oyuncuları "Zidane gibi bir top dağıtan, pas veren olunca, gol atmak çocuk oyuncağı" diyorlardı. Yukarıda söyledik; Fransa o kupayı da aldı. Ve FIFA bir kez daha Zidane'ı yılın futbolcusu ilan etti. Artık büyükler büyüğünde oynaması zamanı gelmişti: Real Madrid'de. 2001 yazında, kimseye nasip olmamış bir transfer ücretiyle İspanya'ya uğurlandı: 506 milyon Fransız frankı (Kusura bakmayın; o tarihte Euro henüz tedavüle girmemişti. Ama dönemin kurundan dolara çevirebiliriz: 75 milyon doların üstünde) Hemen ertesi yıl Real Madrid, Şampiyonlar Şampiyonu oldu. Finalde Bayer Leverkusen'le oynadılar. 2-1 bitti. Gollerden biri onundu. Real Madrid'le sözleşmesi geride bıraktığımız sezon sona eriyordu. İspanyol kulübü, "Senden vazgeçmemiz mümkün değil" dedi ve 30 Haziran 2007'ye kadar uzattı. Yılda net 6 milyon Euro ücretle. Ayrıca reklamlardan ve sponsorlardan da yılda en az 10 milyon Euro kazanıyor. Ama onun için para asla ilk planda değil. Çocukluğunda, yoksulluk yıllarında ne yiyip içiyorsa, yine o yemekleri istiyor. Onun için her şeyin başında ailesi geliyor. Annesi, babası, kardeşleri. Tabii onlardan önce eşi ve çocukları. Zidane bir Müslüman (beş vakit namazında olmasa da, dininin kurallarına saygılı) ama Hıristiyan'la evli. Çocuklarına da "Avrupai" adlar verdi: Enzo, Luca, Theo Şimdi sorun şu: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, 2006 Dünya Kupası elemelerinde Fransa grubun dördüncüsü ve geriye dört maçı kaldı. Zidane, "Korkacak bir şey yok" diyor, "Dört maçı da kazanır, finale çıkarız!" Dediği çıkarsa ya da dediğini yaparsa Fransızlar onu değil cumhurbaşkanı; isterse kral bile ilan ederler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA