Eskiden sol literatürde "diyalektik olarak her şey birbiriyle ilişkilidir" diye bir 'bağlama' cümlesi vardı. Zamanla bir dogma haline geldi. Bu söz ağızdan çıkıvermesin. En baba bağlamacı yanınızda nal toplar, manalı manasız her şeyi şimendifer vagonu gibi birbirine eklerdiniz. Şimdi özellikle kadınların hoşgörüsüne sığınarak böyle bir "bağlama" çekeceğim. Bana kalırsa kadınlardaki 'G noktası' ile Ergenekon meseleleri birbirine benzemeye başladı. Çünkü iki konu da daha kafadan derin mevzu. Varlıkları tartışmalı. İkisi için de birileri "var" derken, başkaları "yok" diyor.
SAMANLIKTA İĞNE ARAMAK
'G noktası' bu hafta İngiltere'den gelen bir haberle yeniden gündemdeydi. Bir bilim kurulu, 1804 çift ve tek yumurta ikizi kadını toplayıp "Şunu gösterin artık, şu tartışma bitsin," buyurmuş. Ancak hiçbir kadın gösterememiş veya göstermemiş. Bunun üzerine kurul, bundan önceki bulguları; onca 'krokiyi', 'toprağa gömülmüş silahı' filan dikkate almadan 'fetva' vermiş: "G noktası, T noktası filan yok." Bu açıklama, bir kısım erkek taifesini çok sevindirdi. Tuvalu adasında lahmacun bulmuş gibi üzerine atladılar. (Tuvalu, küresel ısınmanın kurbanı olması kesinleşen ada) "İşte yokmuş. Bize zulüm yaptınız," filan... Aynen en ufak falsoda "Ergenekon yok. Bunların hepsi ABD'nin komplosu" diyen 'Ergenekon yokçular' gibi. Haksız da sayılmazlar. Çünkü ikisi de samanlıkta iğne aramaya benziyor. İkisini de bulmak için kararlı olmak, uğraşmak, gönül vermek gerekiyor! Anladığınız gibi ben ikisinin de olduğunu düşünenlerdenim. Ergenekon'un Türkiye'nin en karanlık 'uzvu' olduğunu düşünüyorum. 'G noktası'nda konusunda işin mucidi Alman jinekolog Ernest Grafenberg'e inanıyorum. Grafenberg, "Var ama örtülü, gizli, saklı" diyordu. Aynen Ergenekon gibi! İkisi de örtülü, gizli, saklı! Hatta biraz 'eksen kaymasını' göze alırsam kozmik odaların, Ergenekon'un 'G noktası' olduğunu söyleyebilirim.
DERİN DEVLETİN 'YATAK ODALARI'
Çünkü bu odalar 'derin devletinin yatak odaları'. İnanmayanlar, 6-7 Eylül olaylarına, 1 Mayıs 1977 Taksim'de yaşananlara. Kahramanmaraş, Çorum katliamlarına. 16 Mart İstanbul Üniversitesi'nde öğrencilerin üstüne atılan bombalara; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve daha bir yığın cinayete bir kez daha baksın. Saymakla bitmez kirli çamaşırlar. İkna olmayanlara 6-7 Eylül olaylarında Özel Harp Dairesi'nin önceli olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun gazeteci Fatih Güllapoğlu'na, 1991 yılında söylediklerini hatırlatayım: "6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı." Yine ikna olmadıysanız Oral Çalışlar'ın detaylı şekilde yazdığı 1978'de öldürülen Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz cinayetini inceleyin. Kısaca hatırlatayım. Doğan Öz'ün öldürülmesinin ardından onun dosyalarını inceleyen eşi Sezen Öz, iki sayfalık ilginç bir rapora rastlıyor. Raporda şimdi çok tartıştığımız Özel Harp Dairesi söz konusu ediliyor ve Türkiye'nin bir askeri darbeye sürüklenmek istendiğine dikkat çekiliyor. Doğan Öz'ün raporu, darbe öncesi yoğunlaşan cinayetlerin, suikastların çaresizlik ortamı yaratmaya ve darbeye zemin hazırlamaya yönelik olduğunu belirtiyor. Bunları araştıran savcı öldürüldü. Katil sanığı ise ibretlik bir yargılamayla beraat etti. Keşke bu 'yatak odalarının' sırlarını öğrenebilsek. Tezgahlanan cinayetleri, oralarda dolaşan gazetecileri bilsek. Göz bağımız çözülürdü. Yani siz bakmayın Baykal'ın "kozmik patates' sözlerine. Genelkurmay'a göre de "JİTEM yok! Ama cinayetler katliamlar gerçek. Kimilerine göre de 'G noktası yok' ama seks yapılıyor. Kadınlardan bir kez daha hoşgörü isteyeceğim bu eril benzetmede tek benzemez var. O da birinin haz, diğerinin acı vermesi!