Tarihin en büyük soykırımlarından biri kabul edilen soykırım nedeniyle her yıl Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 7 Nisan'da Ruanda Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü tertip ediliyor.
19. yüzyılda Almanların, 1922'de ise Belçika'nın sömürgesine giren Ruandalılar, bir yandan soykırımı hafızalarda canlı tutmaya çalışırken diğer yandan 1994'teki bu vahşetin sorumlularına yönelik adalet arayışını sürdürüyor.
Ülkedeki etnik milliyetçiliği körükleyen sömürgeci devlet Belçika ve işlenen soykırım suçuna müdahale etmeyen BM, ABD ve Fransa'nın yaşanan katliamdaki rolü ise hafızalardaki yerini koruyor.
"HAMAM BÖCEKLERİNİ ÖLDÜRÜN"
Tutsileri ve ılımlı Hutuları hedef alan ve yaklaşık 100 gün süren katliam, 6 Nisan'da Hutu olan Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'yı taşıyan uçağın düşürülmesinin hemen ardından başladı.
Soykırımda önemli rolü bulunan RTLM radyosunda, 12 Nisan'da sunucu Kantano Habimana'nın şu sözleri yankılanıyordu: "Siz Rugunga yakınlarında yaşayan insanlar, dışarı çıkın! Bataklıkta hamam böceklerinin sazdan kulübelerini göreceksiniz. Bence silahı olanlar hemen bu hamam böceklerine gitmeli, onları kuşatmalı ve öldürmeli."
BM askerlerinin çoğunun katliamlar sırasında ülkeden ayrılması ve Fransa'nın Hutu çetelerine desteğini sürdürmesi katliamı farklı bir boyuta taşıdı.
AVRUPA'DAKİ IRKÇILIK RUANDA'YA TAŞINDI
1922'den 1959'a Belçika sömürgesi altında yaşayan Ruanda'da, sömürgeci Belçika'nın Tutsilerden ayrıcalıklı yönetici bir sınıf yaratma siyaseti ve ülkedeki etnik grupları ayrıştırması sonucu birbiriyle barış içinde yaşayan etnik gruplar arasında düşmanlık ve siyasi rekabet başladı.
Ülkedeki Hutu, Tutsi ve Twa'lar arasında keskin ayrımlar yapan ve her grubu ayrı kimlik kartı veren Belçika, Avrupa'daki ırkçılığı Ruanda'ya taşıdı. Ülkede tarih boyunca birlikte yaşayan ve aynı dili konuşan Hutularla Tutsiler Belçikalıların ülkeye girmesiyle ikiye bölündü.
Sürgüne gönderilen Tutsilerin bir kısmı 1963-1967 arasında Ruanda'ya geri döndü fakat büyük bir katliama uğradı. Çıkan olaylarda 20 bin Tutsi öldü, 300 bini yerlerinden edildi.
RUANDA YURTSEVER CEPHESİ SİLAHLI MÜCADELEYE BAŞLADI
Sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF), 1 Kasım 1990'da Uganda'dan Ruanda'nın kuzey sınırına yönelen bir saldırı başlattı ve ülkenin kuzeyini ele geçirdi.
Silahlı mücadeleye 1993'e kadar devam eden RPF, Ruanda hükümetiyle yönetimin paylaşılması, barışın tesisi ve ülkenin krizden kurtulması için Arusha Barış Anlaşması'nı imzaladı.
Batılılar 9 Nisan'da BM'nin düzenlediği operasyonla ülkeden çıkarılırken, BM, ABD'nin de teşvikleriyle 21 Nisan'da tampon güç ve gözlem için bölgede bulundurduğu Mavi Berelilerin sayısını 2 bin 500'den 250'ye düşürdü.
Hayatını kaybedenlerin sayısı 12 Mayıs itibarıyla 200 bine ulaştı. BM olaylar için "soykırım" kavramını kullanmak istemese de açıklamasında "bir etnik grubun üyelerinin tamamen ya da kısmen yok edilmesine yönelik uluslararası hukuku ihlal eden eylemler" ifadesini kullandı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 17 Mayıs'ta Ruanda'ya giden silahlara ambargo kararı alırken, BM Genel Sekreteri 31 Mayıs'ta sivil kayıpların 250 bin ila 500 bin olduğunu açıkladı.
FRANSA SOYKIRIMCILARI KORUDU
Fransa, 23 Haziran'da ülkenin güneybatısında sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Turkuaz Operasyonu'nu başlattı. Ancak Fransa, soykırımı engellemek yerine soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağlayarak RPF'nin ilerleyişini kısıtladı.
Tutsi olan ve bugün Ruanda'da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Paul Kagame önderliğindeki RPF'ye bağlı ordu, 4 Temmuz'da Kigali ve Butare'nin kontrolünü sağladı.
Ordu, 17 Temmuz 1994'te ülkenin tamamına yakınında kontrolü sağladı ve soykırım eylemleri sona erdi. Ülkede kontrolü sağlayan RPF, birçok sivil toplum kuruluşu tarafından da Hutu sivilleri öldürmekle suçlandı.
3 ay süren olaylarda BM'ye göre 800 bin, Ruanda resmi makamlarına göre ise 1 milyondan fazla Tutsi ve muhalif Hutu hayatını kaybetti.