Her dem hoş kadınlardan Ebru Cündübeyoğlu. Tarzı, tavrı ortama girdiği anda ışıkları üzerine çeken cinsten. 25 yılı devirdiği meslek hayatında, sakince basamakları tırmandı. Bugünlerde tiyatro sahnesinde seyircileriyle buluşuyor. Ama bir yandan da farklı alanlarda üretmeye devam ediyor. Ferda isimli bir roman yazan Ebru Cündübeyoğlu'nun kalemi diyor ki, "Ben bu konuda da iddialıyım". İnsanı alıp götüren farklı bir roman Ferda. 70'lerinde çok hoş bir akademisyenin hikayesi. Onun ve onun yakasına yapışan hastalığının. Ferda Alzheimer oluyor, bu sırada okuyucu da onunla birlikte sayfalar ilerledikçe unutuyor. Çünkü roman Alzheimer olan bu kadının dilinden anlatılmış. Sadece bu kurgu bile romanı farklı kılıyor. Cündübeyoğlu ile romanını ve hayatını konuşmak üzere buluştuk:
- Sizi oyuncu olarak tanıyoruz ama şimdi bir roman yazarı olarak karşımızdasınız. Yazmak yeni bir şey mi sizin için?
- 2005'te yayımlanmış bir şiir kitabım vardı. Yazmak ve hikayeler oluşturmak hep hayatımdaydı. Bu roman bir ilk ama hayatımda yazma konusu çok eskiye dayanıyor. İlk kez topluma sunuldu. Yazmak önemli damarlardan biri benim için, bir zeytin ağacı gibi... Zeytin ağacını ektikten sonra oluşması ve ürün vermesi epey uzun zaman alır. Hiçbir zaman elimden kalem kağıt düşmedi. Şimdi sizlere sunuldu.
- Neden Alzheimer birine dair roman yazmak istediniz?
- Bu bir senaryo fikri olarak başladı. Senaryosunu yazdım önce. Beş yıl önce bu projeyle ilgili yazmaya başladım, aklımda bu hikaye vardı. Eşimle bu hikayeyi film yapmak istiyorduk. Araştırma dönemim çok uzun sürdü. İnce eleyip sık dokuyan biriyim. Detayları incelemek araştırmak bana yük değil keyif veriyor. Önce doktorlarla görüşerek, beyin sistemleriyle ilgili bilgiler alarak devam ettim. Bu bir Alzheimer hikayesi değil. Bu bir kadının hikayesi, onun hayata bakışı, duruşunu anlatıyorum. Onun bahtına çıkmış bir hastalık Alzheimer. Onun ağzından anlatıyorum bu durumu.
DERDİNİZE DERTLENEMEDİĞİNİZ BİR HASTALIK
- En dikkat çekici kısmı bu romanınızın. Bu zamana kadar Alzheimer olanların yakınlarından anılar dinledik ama burada kadının hikayesiyle birlikte okuyucu da o unutma anlarını yaşıyor...
- Tabii bu konuda pek çok film yapıldı, roman yazıldı. Çoğu haliyle yakınlarının dilinden anlatılmış. Buhastalığı yaşarken insan kendini yaşayamıyor. Kendini anlatamıyor. Değiştiğinin farkında değil, başkalarının gözünde değişiyor sadece. Kitapta da söylüyor, derdime dertlenemeyeceğim için üzüleceğim aklıma gelmezdi. Gerçekten derdinize dertlenemeyeceğiniz bir şey bu yaşanılan. Kahramanın kendi dilinden dillendirilmesi bu açıdan önemliydi benim için. Ferda'nın hayattaki duruşu ve bakışıyla, onun hayatındaki insanların aynı yere bakışı... Bu aslında bir noktaya farklı açılardan bakılabildiğini anlatan bir hikaye.
- Peki binlerce hastalık varken neden Alzheimer oldu bu kadın?
- Beyin ve beyin sistemlerine dair çok araştırmalarım olmuştu. İnsanların hayatlarınınşekillenmesinde, dünyayı döndüren gücün beyinimiz ve zihnimiz olduğunu düşünüyorum.Zihnimizde depoladıklarımız, yaşadıklarımızla, hatıralarımızla kanaviçe gibi işlediğimiz bir sistem var. Bu sistem üzerinden değerlerimizi oluşturuyoruz ve bu değerlerimize göre hayatlarımızı yaşıyoruz. Deneyimlerimize göre bir şeyler isteyip, öteliyoruz. Bunlar bizim hayatlarımız. Ben de bir oyuncuysam ve insan hayatının, duygusunun üzerinden bir şey anlatıyorsam, bu konu bana çok cazip geldi. Ve tüm bu verilerin geri çekilmesi Alzheimer hastalığı... Bu durumda yaşanılan şeyleri görmek istedim. Yoksa çevremde yaşadığım herhangi bir şey, bir tecrübe yok.
- Araştırma yaparken ilginizi çeken örnekler oldu mu?
- Bir ressam vardı Alzheimer olduktan sonraki resimlerini biriktirmişler. Bu çok ilginçti. Bu rahatsızlıkta soyut düşünebilme kavramını kaybediyor kişi. Çocuk gibi oluyor. Çok makale okudum bununla ilgili ama bilgiye boğmamak için kullanmadım.
SU İÇMEKLE, SALATALIK YEMEKLE OLMUYOR BU İŞ
- Bir kadın olarak hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- 40'lar telaffuz edildi mi, bir şeyler değişiyor. Şu anda kendimi çok iyi hissediyorum. Yaşla beraber pek çok şey birikmeye başlıyor insanın hayatında. Duygular, fikirler, daha demlenmiş hissediyorum kendimi. Şu anda çok güzel bir yaş yaşadığımı düşünüyorum. Keyifli bir yaşımdayım. Tadını alabiliyorum hayatın. Kaçırmıyorum çünkü. Farkındayım her şeyin. Farkında olmak çok önemli. Üzüldüğümüz, hastalandığımız, sevindiğimiz oluyor. Işığı olumsuzların üzerine çevirdiğinizde "Çok kötü bir yıldı" diyoruz. Olumlu şeylere yöneldiğimizde "Muhteşem bir yıldı" diyoruz. Aslında değişen bir şey yok yıllarda. Her şey aynı gibi, yoğunlaştığımız ve bakışımızı çevirdiğimiz yönlere göre şekilleniyor hayatımız. Şu anda ben olumsuza odaklansam, "Ne kadar kötü bir dönem yaşıyorum" derim ama benim gözüm olumlularda. Hepimizin hayatı bu döngüde gidiyor aslında.
- Siz çok iyi yaş alıyorsunuz ama... Uğraşır mısınız bunun için?
- Su içmekle, salatalık yemekle, krem sürmekle olmuyor bu iş (gülüyor). Spor yapıyorum ama gerçekten "Nasıl yapıyorsun?" dedikleri için yapıyorum. Bu da bana yüklenmiş şeylerden biri. Demek ki spor yapmalıyım diyorum. Aslında boyun fıtığı nedeniyle başlayan bir durum oldu. Pilates yapmaya başladım. Dizlerimle ilgili problemlerim vardı, "Kilo almaman lazım" dediler. Ona dikkat ettim. Sağlıksal şeyler itici güç verdi. Yogayı çok seviyorum. Hayatımız o kadar koşturmaca içinde geçiyor ki, sakinleştirici unsurları seviyorum bu nedenle. Çok uzun senelerdir hayatımda yoga var. Hatta yoga eğitmenliği başlangıç seviyesi sertifikam bile var. Bugüne bugün başlangıç seviyesi yoga eğitmeniyim (gülüyor).
- Zamanım yok diyenlere ne diyeceksiniz?
- Düzenli yapabilmeyi düşündüğümüz için başlayamıyoruz. Lütfen öyle yapmasınlar! Bir köşesinden başlasınlar. Deniz yıldızı hikayesi gibi. Sahile vuran denizyıldızlarını tek tek denize geri atmak gibi bu. Bir adım yeterli. Bir gün bile yaptığında sana faydası olur.
EBRU CÜNDÜBEYOĞLU'NUN DEĞİL, EBRU'NUN PEŞİNDEYİM
- Oyuncusunuz, kitap yazdığınız için isminizin bu kitabın önüne geçmesi endişesi yaşadınız mı?
- Hiç olmadı. Ömrüm boyunca ismimi çok düşünen biri olmadım. İsmim önemli değil. Bazı insanlar isminize çok fazla şey atfediyor. 25 senelik meslek hayatım var. Bu yıllar içinde yaptığım işler beğenildiği için, belki de markalaştığı için bazen ismin kişinin hakimiyetinden çıktığı oluyor. Mesela, "Ebru bunu yazar, bunu yazmaz, bunu oynar, oynamaz" gibi. Ama bunlara hiç takılmadım. Ben Ebru Cündübeyoğlu'nun değil, Ebru'nun peşindeyim. Bunu yaparken de "Ne denir, nasıl karşılanır, beklenti yüksek mi olur?" gibi düşüncelere katılmıyorum. Bu tuzaklara düşmüyorum. Tuzaklara düşmemek lazım. İçimizdeki küçük Ebru'ları kaybetmemek lazım, başkalarının onları gördüğü gözle değil kendi gözümüzle bakmamız lazım. Mavi giyebilirsin, sevebilirsin de ama bu elinden kırmızının alınması anlamına gelmiyor. Dışardan onaylamalar, insana suni bir içsel bağlılık yüklüyor. O dış etkenlere kapılmamaya çalışıyorum, o yüzden daha cesurum, bir şeyler deneyebiliyorum. Şimdi kitap yazdım, önceden şarkı söylemiştim... Üstelik beni tanıdığı için bu kitapla buluşacak bir kitlenin olduğunu da biliyorum.
- Bunun dışında farklı planlar var mı yazmaya dair?
- Yazmak hep hayatımda demiştim, yani yazmaya hep devam edeceğim. Bu benim asıl mesleğimi değiştirecek bir şey değil. oyuncuyum ama sanatçıyım. Kelimelerle oynamak, ister sahnede olsun, ister kağıt üstünde, keyifli. Oyuncuyken atom mühendisliğine soyunmuş değilim. İşimin çok uzağına düşmüyor yani yazmak. Bunlar hep birbirini besleyen, kuvvetlendiren dallar.
- Yazarken kendinizi o kadının yerine koyup düşündünüz mü; "Ben neyi unutsam dehşet verici olurdu?" diye?
- Zaten çok unutan biriyim (gülüyor). Değerlerime çok önem veriyorum. Onlar da insanın yaşıyla zamanla yükseliyor, zamanla azalıyor. Bu değerlerin stabil yerleri yok hayatımızda. Zamana göre değişebiliyor öncelikleri. Ama değerlerimi unutmak istemezdim. Güne dair, yaşananlara dair, olumsuzluklara dair şeyleri çok çabuk silebiliyorum. Bu da zaten unutsam da olur dediklerim arasında. Tartışma sırasında bile bazı insanlar geçmiş tüm kırgınlıklarını döker ya ortaya, bende asla böyle bir durum söz konusu olamaz. Çoktan unutmuşumdur olumsuzlukları. Bundan da hiç şikayetçi değilim.