Oyuncu Emre Taşkıran, Sabah Günaydın TV'de 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. Mesleğini icra etmek için verdiği çabayı anlattı, "Bu kadar mücadele etmek çok canımı sıkıyordu başlarda. 'Beni de oyuna alın' diye ağlayan çocuklar olur ya, gerçekten küçük bir çocuk gibi aslında. O enerjide sabit kalmak çok zor, biraz bana öğretti bunu meslek" ifadelerini dile getirirken duygulandı. Özel hayatından da bahseden Taşkıran, 6,5 yıllık ilişkisini anlattı, "Uzun ilişki yürütmenin bir sırrı yok. Tek sırrı anlaşmaya gönlünüzün olması lazım." dedi. İşte röportajın tüm detayları…
-Nasılsın, nasıl gidiyor hayat?
Teşekkür ederim. Ömer'i bitirdik. Hemen ardından Charlie Chaplin'e başladık. Güzel bir tatil sezonu geçirdim, yeni sezonu bekliyoruz. İş görüşmeleri yapıyorum.
-Ben sormayayım, sen kendini anlat Emre… Seni tanımayan birine kendini nasıl anlatırsın?
Enteresan bir eğitim hayatım oldu diyebilirim.
-Nasıl yani?
Çok okulla arası olan bir insan değildim. 3 yıllık liseyi 5 senede bitirdim, 2 sene boyunca sürekli derslere girdim. Sürekli derslerden atıldım, okula gidemedim falan filan. 3 sene üniversite sınavına girdim. İlk girdiğim sene barajı geçemedim.
-Tembel bir öğrenciydin yani?
Tembel ve biraz hayta bir öğrenciydim. Neyse bir şekilde 2 yıllık Turizm ve Otelcilik ikinci öğretim KATÜ'yü kazandım. Trabzon'a gideceğim. Sonra gidince orada kendinle baş başa kalınca ve aileden erken uzaklaşınca bu sefer sorgulamaya başlıyorsun bir şeyleri. Ve böyle yavaş yavaş bir şeyler okumaya başladım ben.
HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASINI TRABZON'DA YAŞADIM
-Baya hayatının dönüm noktası olmuş…
Evet evet, baya hayatım Trabzon'da döndü benim. Çalışmaya başladım, para kazanmaya başladım, derslerim iyi gidiyor, sınavlardan iyi not alıyorum falan. Böyle bir sene geçirdim, güzel de kitap okudum. Birinci senenin sonunda dedim ki "Ben kimim?" Aslında her şey böyle başladı benim için. Çocukluktan böyle anlatmayı dinlemeyi çok severdim ben. Birazcık eğitim hayatım iyi gitse belki psikoloji falan okuyabilirdim, seviyordum çünkü. Ben dedim ki, "Anlatıcıyım ben." Bu sefer şey başlıyor, "Ne anlatacağım?" Sonra sanatla ilgili bir şey olacağı kesinleşti ama ne? Sonra böyle debelenmeler sonucunda bir sabah uyanıp, böyle bir vakıf olup dedim ki, "Tamam, ben oyuncu olacağım." Aslında hikaye böyle başladı.
BİRAZ CANIM SIKILIYOR BUNU ANLATIRKEN…
-Bu meslekten öğrendiğin en önemli hayat dersi ne oldu?
Vazgeçmemeyi öğretti. Biraz canım sıkılıyor bunu anlatırken… Bir şekilde ne yaparsak yapalım masada kalmamız lazım. Oyunda kalmamız lazım. O eli pas geçsek de bir şekilde orada olmamız lazım. Çünkü şöyle bir şey; biz gerçekten oynamak için debeleniyoruz aslında. Bizim yerimiz sahne, kamera ve bizim oynamamız gerekiyor. Bunun için bu kadar mücadele etmek çok canımı sıkıyordu başlarda. "Beni de oyuna alın" diye ağlayan çocuklar olur ya, gerçekten küçük bir çocuk gibi aslında. O enerjide sabit kalmak çok zor, biraz bana öğretti bunu meslek.
-Cümleye başlarken baya duygulandın, gözlerin doldu…
Evet, çok zor oluyor çünkü süreç.
-"Ömer" dizisine gelelim… Güzel bir işti. Sana neler kattı, sevilmeyen bir karaktere hayat vermek nasıl bir histi, nasıl dönüşler aldın?
İzleyen kötü olduğuna ikna oluyor; nefret ediyor, bir art niyet besliyor. Dönüş şuna bakmıyor, "Ben buna ikna oldum şu an ve izlediğim şeyden beni ikna etti" durumu en sona atılıyor. O kötü karakterlerin biraz dezavantajı bu. Avantajı ise şu, Hakan'ı bu kadar net kötü bir taraftan hiç almadım. Sağ olsun hocalarım da bana bu yönden hiç diretmedi. Bir yer buldum Hakan'a; gerçekten bunalmış, çok iyi bir yerden çok kötü bir yere gelmiş ve en sonunda artık "Ne olacaksa olsun ben kendimi düşüneceğim ya" deyip ilk hamlesini yapmış, sonrasında peşi sıra başına gelmeyen felaket kalmamış, en sonunda da pişman olmuş bir adam aslında. Burada da şöyle bir şey çıkarttık ortaya; saf kötü net kötü değil de, umursamaz, gamsız, rahat. Dövsen de Hakan için problem değil, sövsen de değil. O kötülüğün nedeni birazcık bencillikten geliyor. Bir süre sonra "Düzeliyor musun lan sen?" gibi mahalle teyzelerinden ufak ufak tepkiler aldım (gülüyor). Ama çok eğlendik bu süreçte. Ekip de çok güzeldi. Bu kadar güzelliğin içinde de böyle özgür bir karakteri oynamak bana çok iyi geldi. Birazcık biz şekillendirdik gerçekten. Küçük doğaçlamalar minik tripler aslında günün sonunda güzel keyifli bir rol çıkarttı. İyi bir serüvendi, 54 bölüm ben çok eğlendim gerçekten. E Merve sağ olsun partnerim Merve Dizdar'dı.
MERVE'YLE ÇALIŞIRKEN HİÇ ZORLANMADIM
-Evet, ikinizin sahneleri de çok iyiydi…
Hem dramatik anlamda çok güzel destekledik birbirimizi hem bu Hakan'a yarattığımız gevşeklik sayesinde Merve'nin o çıldırma anları, o kadar ters akslar olduk ki… Ve hiç zorlanmadım ben gerçekten Merve'yle çalışırken. Zaten ilk duyduğum isim benim Merve Dizdar'dı. Yeşim dedi ki "Merve Dizdar'ın partneriymiş bu rol", dedim ki "Tamam de."
-Daha önce çalışmış mıydınız?
Yok, hiç çalışmamıştık. Merve'yle karşılaştık, çığlık atarak birbirimize sarıldık. Deli gibi, iki manyak böyle çalıştık (gülüyor). Ama Merve bir şey iyi olmazsa tekrar oynar, bırakmaz. Bak bende yok o. Hoca, "Daha iyisi var sende" demezse "Ya hocam bir daha oynayalım mı?" demem ben (gülüyor). Zaten bir hafta sonra bir sürü bir şeyler daha gelecek. Çünkü çok uzun sürelerimiz var ya. Merve o yönden idealistti.
-Aldığın en tuhaf ya da en farklı tepkiyi merak ediyorum…
Kız arkadaşımla Nişantaşı'nda yürürken bir hanımefendi "A sen o aldatan çocuksun!" yaptı. Sonra ben Sude'ye baktım, Allah'tan o da hakim duruma. O bana böyle döndü "Ne diyor bu?" diye. "Dizi, dizi" dedim, "Ha" dedi ve devam ettik. Kötüyü oynamak o yüzden riskli ülkede.
-Ömer'in ardından Chaplin oyunuyla sahneye döndün. Televizyon işinden sonra tiyatro nasıl gidiyor?
Ben 5-6 sene sonra tekrar profesyonel olarak sahneye çıktım. Kamera ve sahnenin hem artıları hem eksileri var. Kamerada bir şeyi bir kez yaptığınız an çekiliyor ve artık o sahneye tik atılıyor ve devam ediyorsunuz. Tiyatroda böyle değil. Tiyatroda o canlı hayat, o gerçek duygular, bütün bunları duymak sahnede çok iyi geliyor. Ben çok güzel tepkiler aldım. Zaten Charlie Chaplin'i anlatmaya gerek yok. Ben Sydney Chaplin'i oynuyorum, Charlie'nin ağabeyini. Oynadığım en iyi karakterlerden bir tanesi diyebilirim. Çünkü Sydney çok eğlenceli ve çok masum bir adam. Özgür'ü de çok seviyorum, biz Ömer'de zaten tanışmıştık. Çok çok iyi niyetli bir adam, hiç kendini asla bozmadı. Ağabey kardeş ilişkisi zaten direkt oturduğu için de bizim o ortaya çıkan o enerjimiz bize çok yaradı. Ben o yüzden oyunun içinde olmaktan çok gurur duyuyorum. Çok mutluyum.
-Biraz da sana dair konuşalım… Güzel giden bir ilişkin var. Aşk senin için ne ifade ediyor?
Yetişkinliğe geldiğimizde gençlik ateşi ergenlik vaziyeti bittiğinde aşkın aslında gerçekten yanında güvenerek ve inanarak aynı sevgi ve fedakarlıkla bir hayat arkadaşının olmasını ifade ediyor artık bir süre sonra. Biz 6,5 senedir birlikteyiz. Bu 6,5 senenin içinde ben "Tek başıma bunu yaptım" diyemem. Benim çok büyük bir destekçim oldu Sude hayatımda. Bu güven alanı İstanbul gibi büyük bir şehirde gerçekten bulunmaz bir Hint kumaşına dönüyor. Bu bence en büyük hazinelerden bir tanesi.
-Uzun ilişki yürütebilmenin bir sırrı var mı?
Yok. Tek sırrı anlaşmaya gönlünüzün olması lazım. Tabii ki sorun yaşayacağız, tabii ki kavga edeceğiz, anlaşamadığımız noktalar olacak ama mesele şu; bu noktada ben bu kadar yapabiliyorum ve o da bu kadar yapabiliyorum'u kabul etmek. O zaman da şuna ikna olmamız lazım; bizim anlaşmaya gönlümüz var mı? Eğer istemiyorsa zaten mümkün değil.
15 SENE ÖNCE SORSAN NET İNTİKAM DERDİM!
-Affetmek mi, intikam almak mı?
Artık büyüdüm, affetmek. 15 sene önce sorsan net intikam derdim hiç düşünmem bile.
-Affetmemek duygusu sana zarar veriyor onu fark ediyorsun değil mi?
Tabii canım göğsünde oturuyor "Affetme, affetme" diye. Bir süre sonra o karanlıkla kararıyorsun, gözlerinin altı morarıyor. Böyle pis bir şey yani. Kolay bir şey değil bu arada hiç öyle yanlış anlaşılmasın ben de yapamıyorum. Ama en azından denemek, denemek, denemek. Denemekten vazgeçecek bir alanımız yok.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Hevesimi.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
"Aman sen de hiçbir şeyden memnun olmuyorsun!" diyorlar.
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Dikkat dağınıklığım var. Takıntım var ya yok değil. Mesela çocukluğumdan beri bu ayakkabıdır kılık kıyafettir temiz olsun, pislenmesin. Titizlik hastalığı gibi değil ama minimal bir düzeni seviyorum.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Hadsizlik, saygısızlık. Anti olan bütün duygular aslında.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Çok var. Bamya, beyaz lahana dolması, suşi ağabey. Yemem ağabey suşi. Bana çok para vermen lazım suşi yemem için onu da niye veresin?
-Kıskanç biri misiniz?
Evet. 10 üzerinden 10 idim. Şu an 10 üzerinden 5'e indim galiba.
-Cimri biri misiniz?
Değilim.
-En çok neye para harcarsınız?
Teknolojiyi çok seviyorum. Elimden geldiğince harcamayı sevdiğim şeyler. Çok param olsa muhtemelen bütün parayı arabaya gömerim. Bütün paramı yani benzin alacak param kalmaz. Eve para harcamayı da çok severim. Dekoratif anlamda. Evi tasarlamak falan çok hoşuma gider.