Necip Fazıl Kısakürek'i ilk nerede okudum... Düşünüyorum da gözümün önüne silik görüntüler geliyor hep. Gençliğe Hitabe'sinin başındaki ilgimi çeken bölümler, satırdan sadıra doğru okunmaya müsaittir mesela: "Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik." Gençliği tarif etmeye kalkarken zaman ve mekân kavramlarından açıyor bahsi. Burası çok önemli. Çünkü üstadın bütün çabası zamanı kavramaya, mekânla hesaplaşmaya yöneliktir. Bu hesaplaşmayı şiirlerinden yola çıkarak takip edebiliriz. Ki şiirleri toplu halde yayımlanmaya karar verildiğinde seçtiği isim manidardır: Çile.
Çile sanki her evde bulunan o sihirli kitaplardan biriydi bizim için. Bir okul programında Kaldırımlar şiirini okuyorum sanırım. Öğretmenimiz şiiri okuturken üzerimdeki gömleğin yakasını falan yırtıyor. "Böyle daha bohem durdun" diyor bana. Üstelik şiiri bağıra çağıra okumamı istiyor. Öyle okuyorum ama yine de yerine oturmayan bir şeyler var. İçimden diyorum, "Bu şiiri yazan adam, 'ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum,' diyerek aslında kaldırımlarla, sokaklarla bir tür yakınlık kuruyor. Neredeyse evi gibi olmuş kaldırımlar."
"Daha da bağırrrr," diyen öğretmene karşı tam da bunu diyorum, "Hocam insan evinde bağırır mı?"
Necip Fazıl benim için işte o ev duygusunu üreten adamdı. Zaten Destan şiirinde kendisi de ev metaforundan yararlanacaktır. Evimizin işgal altında olduğunu ilk söyleyen kişi olma ayrıcalığına sahipti yani. Üstat bütün aristokrat taraflarına rağmen Anadolu'da bir bakmışsın bir kıraathanede, bir bakmışsın bir düğün salonunda gençlere hakikati anlattı. O janti görünüşünün altında müthiş bir inanç abidesi vardı. Gözleri ufka korkarak bakan Anadolu gençlerinin kendilerine güvenlerinin gelmesini sağlamıştır. Bu, birçok açıdan inanılmaz.
Çile'ye dönelim... Bazı şiir kitapları ansiklopedi gibidir. İçinde her konu başlığına ait şiir bulabilirsiniz. Çile de bizim açımızdan öyle. Anne şiiri de vardır Çile'de, dava şiiri de. Üstelik üstadın şiir yolculuğunda ilk şiiri ile son şiiri arasındaki ses, eda farkları nasıl da güzel bir şekilde hissedilir mısralarında.
Günümüz şairi açısından kaynak bir kitap mıdır emin değilim, ama Çile bir şairin hece ölçüsünü nasıl da doruklara çıkardığının göstergesidir. Ahmet Haşim'in "Çocuk sen bu sesi nereden buldun" demesindeki ima da orada saklı. Üstat o sesi kendi hayatından kazıp çıkarmıştır. Bir yaşam şiiridir Çile. Hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini kalem kalem anlatan bir inanç atlasıdır.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Çile aslında cemiyet için çekilen fikir çilesinin yansımasıdır. Kaldırımlar'da başı boş Baudelaire gibi dolaşan şair, cemiyeti karşısında endişelidir. Bu endişe Çile şiirinde doruğa çıkar. Tasavvuftaki seyri süluk kavramını kendi açısından tefsir ediyor gibidir şiir. İki cihan arasında sıkışmış ruhun tasviri inanılmazdır. Üstat Çile'sini Sakarya Türküsü'nde tamamlar bir bakıma. Kükreyen edadır o şiir. Fikrin namluya çekilişi, yer yer patlayışıdır. Ve Otel Odaları, Çan Sesi, Takvimdeki Deniz, Ölünün Odası... Nasıl da inanılmaz şiirler.
Şairler için ansiklopedi gibidir dedim, oradan devam edeyim. Birincisi şiirde biçim açısından çok öğretici bir kitaptır Çile. Üstat çok karmaşık meseleleri sade bir dille anlatır. Öte yandan bazı imgeler inanılmaz görsellerle örülür. Görsel hafıza olarak da başka bir yerdedir Çile. Üstadın imgeler dünyası karanlıklarla bezeli gibi gelir başlarda insana. Oysa hep bir tünelden çıkıp daha aydınlık bir alana çekilir gibi olursunuz. Şimdi bile bazı içinden çıkılmaz zamanlarda Çile'ye sığınırım ben. Muhakkak üstat bir çıkış kapısı çıkarır karşıma.
Öte yandan üstadın bazı özel kitapları da vardır. Mesela O ve Ben. İnanılmaz bir kitaptır. Aslında yeryüzünde yazılmış en iyi aşk kitaplarından birisidir O ve Ben. Gözü "büyük sanatkârlıkta" olan bir dava adamının en ince, en derin kitabıdır aslında. Bu anlamda, üstadın hayat hikâyesi yani biyografisi de kitaplarıyla birlikte okunması ve çeşitli anlamlar çıkarılması gereken bir kıymettedir. Bir de siyer denemesi vardır üstadın, Çöle İnen Nur. Öyle bir siyerin sanırım ulu gözyaşlarıyla yazıldığına şahit olacaktır okurları. Ve piyesleri vardır ki aman Yarabbi, şiirlerinden sonra büyük sanatkârlığını orada da gösterir üstadımız. Özellikle Bir Adam Yaratmak ve Reis Bey halen dönüp dönüp bazı satırlarını okuduğum, yeniden hatırlamaya çalıştığım eserleridir.
Necip Fazıl gibi büyük yazarlardan her şeyden önce üslup kurmaktaki olağanüstü yeteneği, benzersiz ses örgüsü anlamında yararlanabiliriz. Karşımızda her şeyiyle "tamam" bir yazar vardır. Daha ilk satırda heyulasını gösterir. Özel bir sestir çünkü onunkisi. Şiirlerini kendi sesinden dinlediğinizde anlarsınız, şairin sesiyle şiirin sesi arasındaki bağlantıyı.
O sesi ayırt edebilenlere aşk olsun...