Semavi dinlerin tümünde geçen eşsiz bir aşk hikâyesi vardır: Yusuf ve Züleyha. Bu, yalnızca edebî ya da duygusal bir aşk öyküsü değil, aynı zamanda kutsal metinlerde yer bulan, çok katmanlı bir anlatıdır. Bu aşk, hem bireysel tutkuyu hem de ilahî sınavı temsil eder. İslam'da, Yahudilikte ve Hristiyanlıkta farklı biçimlerde aktarılsa da ortak teması sabır ve sadakattir.
İslam'da Yusuf ve Züleyha kıssası, Kur'an-ı Kerim'in 12. suresi olan Yusuf Suresi'nde detaylı şekilde anlatılır. Yusuf'un güzelliği ve iffeti, Züleyha'nın ise derin ve tutkulu aşkı bu anlatının merkezindedir. Kur'an'da Züleyha'nın adı geçmez; ancak onun arzusu, Yusuf'un sabrı ve Allah'a olan bağlılığı öne çıkar. Bu kıssa, sabrın ve Allah'a teslimiyetin en güzel örneklerinden biri kabul edilir. Tasavvuf geleneğinde ise Züleyha'nın aşkı, nefsin terbiyesi ve insanın aşk yoluyla Allah'a ulaşmasının metaforu olarak yorumlanır.
Tevrat'ta Yusuf'un hikâyesi "Potifar'ın karısı" üzerinden aktarılır. Burada kadın isimsizdir; daha çok bir iftira figürü olarak karşımıza çıkar. Yusuf'un Mısır'daki yükseliş hikâyesi, bu kadının arzularına karşı direnişiyle başlar. İslam'daki ruhani aşk vurgusu burada yerini daha dünyevi bir çerçeveye bırakır. Kadının nefsiyle olan mücadelesi, hikâyenin önemli bir yan unsurudur.
Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahit bölümünde de Tevrat'taki gibi Potifar'ın karısının Yusuf'a olan ilgisi anlatılır. Hristiyanlıkta bu kıssa genellikle iffet, doğruluk ve Tanrı'ya sadakat örneği olarak yorumlanır. Züleyha'nın aşkı, mistik bir anlamdan ziyade ahlaki bir sınav olarak görülür.
Bütün bu anlatılarda Yusuf; sabrın, iffetin ve ilahî adaletin temsilcisidir. Züleyha ise arzunun, imtihanın ve kimi zaman dönüşümün sembolüdür. Zeki Bulduk'un Muhit Kitap'tan çıkan Züleyha adlı eserinde görüldüğü gibi aşk, yalnızca bir karşılık arayışı değil; kişinin içsel dönüşümünü sağlayan güçlü bir yolculuktur. Züleyha'nın aşkı, en nihayetinde dünyevi bir tutkudan çıkıp ruhani bir yükselişe dönüşür. Hikâye, farklı inançlarda farklı biçimlerde ele alınsa da özünde insanın en derin duygularıyla yüzleşmesini, aşkla değişip olgunlaşmasını anlatır. Aşkın dinler üstü bir dili vardır; Yusuf ve Züleyha kıssası da bu dilin en güçlü anlatılarından biridir.
Bulduk'un 156 sayfalık eserinde, tarihsel ve dini bir figür modern edebiyat diliyle işlenirken aşkın ruhsal derinliği, sabrın dönüştürücü gücü ve arınmanın sancısı sade ve etkileyici bir üslupla aktarılır. Kitap boyunca Züleyha'nın içsel yolculuğuna tanık oluruz. Yusuf'a duyduğu aşk, ilk başta tutku ve arzu gibi görünse de zamanla ilahî bir sevgiye, sabırla yoğrulmuş bir teslimiyete dönüşür. Züleyha, yalnızca bir kadın figürü değil; insanın içindeki nefisle mücadelenin sembolü olarak öne çıkar. Zeki Bulduk'un kalemi hem şiirsel hem de derinliklidir. Züleyha, okurunu yalnızca bir aşk hikâyesine değil, aynı zamanda ruhani bir arayışa davet eder. Bu yönüyle eser, tasavvufi metinlere yakın bir anlatıma sahiptir.
İFTİRALARLA SINANAN BİR AŞK
Hikâyede en etkileyici kısım, toplumun yargılarına, iftiralara ve yalnızlığa rağmen Züleyha'nın aşkından vazgeçmemesidir. Onun asıl büyüklüğü, aşkına sahip çıkmakla kalmayıp uğruna onurunu, rahatını ve itibarını feda etmesindedir. Yusuf'un reddedişi, toplum gözündeki düşüşü ve iftiralar; kalbindeki sevgiyi yıkmak şöyle dursun, daha da derinleştirir. Züleyha'nın sabrı, insanın en ağır acılarla bile olgunlaşabileceğini gösterir.
O, aşkı uğruna çile çekerken bile öfkeye, kine ya da inkâra düşmez. Züleyha'nın hikâyesi, hem aşkın hem de inancın sınandığı bir içsel yolculuktur. Ve sonunda galip gelen nefsin tutkusu değil; arınmış bir ruhun hakikate ulaşma hâlidir.
CEYDA CENGİZ DÜŞKÜN