Modern çağın sakinleri olarak, insan fıtratına aykırı pek çok yanlışın tanığıyız. Ürkütücü ama gerçek: Yanlışa şahit olmak, gaflete yaklaşmayı da beraberinde getirir. Hele ki yanlış olanı yüksek bir sesle haykıramıyorsak, o yanlışın paydaşı olur ve hakikati örtenlerin safında yer alırız. Bu saf tutuş insanı doğru olandan uzaklaştırır; artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu idrak etmek değil, dayatmaların yarattığı algılar belirler hale gelir. Girişten nereye bağlandığımı sorgulayan okurlar, sanırım niyetimi anlamışlardır: LGBTİ meselesinden söz ediyorum. Bu mesele yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın da önemli gündemlerinden biri hâline geliyor. "Alışın, her yerdeyiz" türünden sloganlar, güçlü bir dayatmanın propagandası olarak karşımızda duruyor. "Kadın ve erkek dışında üçüncü bir tür yoktur" dediğinizde aforoz edilme riskiyle karşılaşıyor; "LGBTİ insan varoluşuna aykırıdır" gibi ifadelerinizin ardından "homofobik" yaftası yapıştırılıyor.

Homofobik olmadığınızı ispatlamak için eşcinselliği normalleştirmeniz bekleniyor; normal görmezseniz homofobik ilan ediliyorsunuz. Dahası, gizli eşcinsel olduğunuz yönünde kirli, alçakça bir kara propagandaya hedef olabiliyorsunuz. Batı'dan fonlanan medya, Brüksel merkezli kimi kuruluşlar, 1960'ların sözde cinsel devrimiyle şekillendiğini iddia ettiğimiz düşünce dünyasının temsilcileri ve onların uzantıları üstümüze çullanıp akıl almaz iftiralarla saldırabiliyor. Neden mi? Çünkü hakikati korkmadan ifade ettiğiniz için — yani eşcinselliğin insan fıtratına aykırı olduğunu ve LGBTİ hareketinin insanlığın geleceğini tehlikeye atabileceğini söyleme cesaretini gösterdiğiniz için. Bu manipülasyondan korkan birçok insan, LGBTİ konusundaki gerçek fikirlerini söylemekten çekiniyor; söyleyenler ise toplu linçlere maruz kalıyor. Etik dışı davranışlardan beslenen bir kitle, şahsiyet ve haysiyet cellatlığını kolayca yapabiliyor. İşte bu karanlık propagandaya karşı bir meydan okuma olarak kaleme alınmış bir eser var şimdi: TK Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan Emine Şenlikoğlu'nun İçimde Beni Aldatan Biri Var adlı kitabı.

BİLİNÇLİ AİLEYE GÖREV DÜŞÜYOR
Şenlikoğlu, yıllarını hakikat mücadelesine adamış, bu uğurda büyük bedeller ödemekten çekinmeyen bir yazar olarak biliniyor. Kitap, herhangi bir önyargıyla yazılmamış; aksine yüksek bir empati düzeyi taşıyor. Romanın ana kahramanı Barış, donanımlı, entelektüel bir genç. Kendini arama çabası, yanlış arkadaşlıklarla kesişince cinsel bir karmaşaya sürükleniyor. Dışlanmış ve anlaşılmamış bir Barış'ı okurken "Keşke böyle olmasaydı" diyorsunuz; zira çok az bir anlayış ve bilgi ile Barış'ın içine düştüğü bataklıktan kurtulabileceği anlaşılıyor. Hayıflanıyorsunuz. Barış, bugün LGBTİ tuzağına düşmüş ya da her an düşebilecek pek çok gencimizi temsil ediyor; Barış hepimizin evladı.
Dijital medyanın kontrolsüzce hayatımıza girdiği bir ortamda LGBTİ propagandası kolaylıkla yayılabiliyor ve "ilk şırınga" vücuda zerk ediliyor. Emine Hanım'la yaptığım söyleşide de vurguladığı gibi: "Aileler bilinçli olmalı. Hiçbir koşulda evlatlarını dışlamamalı. Aile bilmezse bir şey veremez. İslam'ın medeniyet anlayışını anlatabilecek kadar bilinç sahibi olmalı." Kitabı okudukça "bilinçli ailenin" ne kadar hayati olduğu daha iyi anlaşılıyor. Kitap, alanında bir ilk olma özelliği taşıyor. Daha önce akademik makaleler ve denemeler yazılmış olsa da, LGBTİ kimliği taşıyan bir karakterin ruh dünyasının bir olay örgüsü üzerinden okuyucuya bu denli derinlemesine aktarılması ilk kez gerçekleşiyor. Yazar, Barış'ın iç dünyasına öyle nüfuz etmiş ki cinsel kimlik bunalımının iç çatışması gerçekçi ve etkileyici bir biçimde tahlil edilmiş. Yazarın kaleminden bir parçayı aktarmak istiyorum: "Her insan hata yapardı. Barış düşündü; kimi acı içinde, kimi zevk sefa içinde...
Para kazandıkça kömürlükten kurtulmayı düşündü, kendini güzel bir evde hayal etti. Bu hayal onu rahatlatmıştı. Kalkıp karşıdaki mavi perdeli eve baktı. Biri vardı pencerede, dışarıya bakıyordu... Aydınlanmayan dünyası tekrar karardı. Örümcek ağının ve kir pasların arasından bakıyordu o pencereye, emindi görünmediğinden. İçi titreyerek döndü kömür yığınından olan yatağına." Çaresizliğin, aldanmışlığın ve kimsesizliğin tarifini bundan daha güzel yapamazdık; empati seviyesinin neden yüksek olduğunu bu pasaj açıkça gösteriyor. Gençlerin nasıl tuzağa düşürüldüğünü anlatan satırlar da gerçekten çarpıcı. Barış'ın anlaşılmayan ve dışlanan trajik sonu ise bizlere bir davranış rotası çiziyor: Her şeye rağmen anlamaya çalışmak ve doğru yola çekmek... Barış'ın intiharına dair satırlar hâlâ kulaklarda çınlıyor: "Tıp fakültesi üçüncü sınıftan terk olan Barış Cihanoğlu, 'Bir kedi kadar bile değerimin olmadığı bu dünyada yaşamamın bir anlamı kalmadı!' dedi ve intihar etti. Ailesinden ve resmi mercilerden henüz bir açıklama yapılmadı fakat gencin elindeki not çok şey anlatıyordu: 'Suçunu, hatasını gören insan affedilmez miydi anneciğim? Ben o zekâ ve birikimle nasıl kötü yola düşürüldüm biliyor musun anne? Dini mi ve insan yapısını tanımadığım için! Bütün umutlarımı uçurtmalara taktım ve saldım gökyüzüne... Gökyüzü uçurtma doldu... Uçurtmalar öyle çok ki Güneş'i göremiyorum. Nerede bir uçurtma görürsen, beni hatırlarsın artık... Al anneciğim, şimdi dünya senin olsun!'"
Bu eser, yalnızca bir hikâye anlatmıyor; aynı zamanda toplumun, ailelerin ve bireylerin sorumluluğunu hatırlatıyor. Anlayış, bilinç ve şefkat; gençlerin yanlış yönlendirilmesine karşı en etkili kalkanlardır. Emine Şenlikoğlu'nun bu cesur ve empatik çalışması, tartışma yaratacak, düşündürecek ve ailelerin dikkatini yeniden toparlayacak nitelikte bir kitap olarak okura sunuluyor.