Alper Canıgüz'ün yeni romanı Örümcek Burgacı, okuru ilk satırlardan itibaren hem tanıdık hem de rahatsız edici bir evrene çağırıyor. Tanıdık, çünkü sokak isimlerinden gündelik konuşmaların ritmine kadar bu dünyanın dili fazlasıyla 'bizden'; rahatsız edici, çünkü her ne kadar 1974 İstanbul'unda geçse de burası hiç de bildiğimiz Türkiye değil.
Bir kere gökyüzünde açılan kızıl bir yarık, bütün bildiklerimizi yavaş yavaş içeri doğru bükerken dünyanın çehresini de, hakikat duygusunu da geri dönülmez biçimde değiştiriyor. Everest Yayınları'ndan çıkan roman, Canıgüz edebiyatının yıllardır biriktirdiği kara mizah, felsefi arayış ve psikolojik çözümleme damarını bu kez kozmik ölçekte bir alegoriye dönüştürüyor.
Canıgüz, Oğullar ve Rencide Ruhlar, Gizliajans, Cehennem Çiçeği ve Kıyamet Park'ta olduğu gibi, bu kitapta da sayfalar arasında dolaşan onlarca psikolojik ve felsefi teori okura beyin jimnastiği yaptırıyor. Algı, inanç, irade, toplumsal bilinç, ideoloji... Tüm bu kavramlar, karakterlerin davranışları, takıntıları ve yanlış anlamaları üzerinden ete kemiğe bürünerek karşımıza çıkıyor.
Romanın zamanı, teleks cihazlarının ve basılı gazetelerin hâlâ dünyayı taşıdığı alternatif bir 1970'ler. Ancak bu nostaljik dekorun üzerinde tuhaf bir rejim hüküm sürüyor: Hiperdemokrasi. Bu düzende her şey oylanıyor; yalnızca seçimler ve yasalar değil, bilimsel tezler, yorum farkları, hatta neredeyse fizik kanunları bile. Çoğunluk ne derse o oluyor. Böyle bir dünyada 'gerçek', doğrulanabilir verilerden çok, anlık kanaatlerin ortalaması anlamına geliyor. Canıgüz, bu sistemin içine yerleştirdiği kozmik burgacı kullanarak günümüzün anket bağımlılığını, sosyal medya çağının sürü psikolojisini ve bilginin kitleler karşısında nasıl savunmasız kaldığını ironik bir dille büyüteç altına alıyor.
Bu çarpık evrende, gökyüzünde beliren Örümcek Burgacı'nın izini süren kişi, Cinaslı Hafiye lakabıyla da anılan Stan LaFleur. Bir yandan birtakım akademisyen cinayetlerini çözmeye çalışırken ister istemez dünyayı çevreleyen kızıl kasnağın ardındaki sırra ulaşmaya çalışırken buluyor kendini. Etik kurallarına bağlı, işini sonun dek götürmeye kararlı bir dedektif o...
ALPER KAMU İLE YAKINLIK KURUYOR
Bu noktada Canıgüz'ün edebiyatının diğer 'büyümüş de küçülmüş' dedektifiyle, Alper Kamu'yla kaçınılmaz bir akrabalık kuruluyor. Canıgüz'ün psikoloji eğitiminden süzülen birikim, romanda özellikle toplu davranış ve inanç sistemleri sahnelerinde hissediliyor. İnsanların gökyüzündeki anomaliye bakarken panikle dua etmeleri, bilimin içinden konuşanların bile komplo ve hurafe sınırında dolaşması, toplumsal belleğin nasıl bir anda metafizik korkulara teslim olabildiğini gösteriyor.
Öte yandan felsefi tartışmalar da fonda hiç eksik olmuyor: İletişim teknolojisinin (burada teleks ağının) dünyayı özgürleştirip özgürleştirmediği, bilginin gerçekten 'herkese ait' hâle gelip gelmediği, çoğunluğun yanılma hakkının sonuçları... Bunların hepsi, kimi zaman bir bar sohbeti, kimi zaman bir soruşturma tutanağı, kimi zaman da bir aile ağıdı kılığında karşımıza çıkıyor.
Üslup açısından bakıldığında Örümcek Burgacı, Canıgüz'ün artık imzası hâline gelen kara mizah ile pastişin yeni bir bileşimi. Yazar, okurunu rahatlatmak yerine sürekli yerinden eden bir ritim tutturarak, romanın tematik gerilimini üsluba da yansıtıyor. Velhasılı Örümcek Burgacı, Alper Canıgüz'ün külliyatında yalnızca yeni bir halka değil, belirgin bir genişleme etkisi de yaratıyor. Alper Kamu'nun dar sokaklardan ve apartman içlerinden gördüğü dünya, burada teleks hatlarıyla örülmüş kozmik bir ağa, gökyüzünü yaran bir burgaca bağlanıyor. Yazar, bu kez hem toplumsal hem evrensel ölçekte bir anlatı kuruyor; ortaya, aynı anda hem çok komik hem de iç burkan bir roman çıkıyor. Burgacın içinde savrulan yalnızca kurgusal karakterler değil; bugünün okuru da, kendi hakikat rejimini sorgularken ister istemez o kızıl kasnağa gözünü dikiyor.