Bir
Banu Alkan&Serpil Çakmaklı filmi
Bu İkiliye Dikkat'i (1985) mutlaka hatırlarsınız. Seyircinin ve sinema tarihçilerinin kesinlikle boşuna vefa göstermediği bir filmdir. 'Doğuştan zengin' Banu'nun havuz merdivenindeki ıslanma şovu, zenginmiş gibi yaparak zengin koca bulmaya çalışan Serpil'le rekabet ederken düelloya hazırlanan western kahramanları gibi kesişmeleri; hiçbiri unutulmayı hak etmiyor. Bu hafta vizyona giren
Bir Avuç Deniz de, şimdi hakkında çıkacak yazılar ne derse desin, ileride B-filmlere meraklı sinema tarihçileri tarafından es geçilmeyecek. Tabii aradan geçen on yıllarda, 'bikiniler savaşıyor' filmlerinde değişmiş olan birçok şey var. Bu
İkiliye Dikkat'in epey bir kısmı, Serpil'in sınıf atlama çabasının horgörülmesine ayrılmıştı. Kendini türün 'entelektüel / manevi' bir örneği olarak konumlayan, çünkü kızların sadece bikinilerini değil, ruhlarını yarıştıran
Bir Avuç Deniz'de böyle bir sorun yok. Herkes zengin. Deniz'in (Berrak Tüzünataç) yatı yoksa bile bu, istemediği, 'sizin gibi olmadığı' için. (Anlıyor musunuz?) Çünkü o farklı bir kız. (Tamam mı?) Sohbete hayat felsefesinin özetiyle başlayan, Nietzsche'den alıntı yapan, gece vakti çıplak yüzen, plansız programsız rakı masasına oturan, anladınız, şu meşhur tavsiyeye uyarak anı yaşayan bir 'özgür ruh'. Deniz'in, iş kadını Dilek'le (Zeynep Özder) evlenmek üzere olan Mert'te (Engin Altan Düzyatan) yarattığı etki, süt kuzuluğundan kaynaklanan bir sütü bozuklukluğun ortaya çıkması oluyor. Trajik aşk üçgeni
Bir Avuç Deniz'in eleştiri çapı iddialı: Cibilliyetsizliğin erkeksi bir çeşidinden yola çıkarak kuzusundan vazgeçmeyen annelere ve 'kapitalizmin çarkları'na uzanmak istiyor. Bir bakıma bunu yapıyor da. Gerçi filmleri mesajları değil de, sadece detayları (diyaloglar, mizansenler, oyuncu yönetimi vs...) inandırıcı kılabildiğinden, başka bir sahile vuruyor:
Aşk-ı Memnu dizisinin yanıbaşına, Banu ve Serpil'in plaj havlularının beş metre ötesine.
FORMÜL ARAYIŞLARI
Bu hafta iki kadın ve bir erkek formülünün yol açabileceği felaketler üzerine bir başka film daha var. Adı üstünde,
İki Kadın, Bir Erkek (
The Kids Are All Right): Lezbiyen bir çiftin (Annette Bening, Julianne Moore) yaşam dengeleri, çocuklarının biyolojik babasının (Mark Ruffalo) ortaya çıkmasıyla altüst olur... Kabaca özetledim; kabalık ettim. Filme seyir zevki katan şey, tam da, kahramanlar arasındaki her karşılaşmanın, neredeyse mümkün olan her boyutuyla ele alınması. Ya da diyelim ki, karakterleri 'farklı', 'tutucu' ve benzeri birkaç sıfattan daha fazlasının belirlemesi. Tom Tykwer'e bakılırsa,
Bir Avuç Deniz ve
İki Kadın, Bir Erkek'ten farklı olarak, aşk ilişkilerine 'dışarıdan müdahale'de ille de bir sorun olmayabilir. Tykwer'in önceki hafta Bağımsız Filmler Festivali'nde gösterilen filmi
Üç'te (Drei), 20 yıldır birlikte olan bir kadın ve erkek, aynı erkeğe âşık oluyor. Üstelik eşcinsel / düzcinsel gibi kavramlarla da ilgileri yok. Yakında gösterime de girmesi beklenen
Üç'te 'kendinizi bulacaksınız' desem, 'yalan haber' kategorisine girebilir. Ama bu naif film, eş-dostla izleyip çıkışta aşk ilişkileri üzerine muhabbet çevirmek için ideal. Bir de 'alakasız kişiler' (konu komşu vs.) karıştığı, bırakın üçü, on kişinin falan anlaşması gerektiği için yaşanamayan aşklar var. Onların hikayesi de, temelde memleketteki Alevi karşıtlığının trajik tarihinden bahseden
Saklı Hayatlar'da.