Lena Dunham'ın yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı HBO dizisi Girls'ün ilk sezonu, Hannah'nın (Dunham) harçlığını kesip onu ekmek elden su gölden sürdürdüğü yazarlık rüyasından uyandıran anne babasına 'bana bana bihterine!' tonunda "Bence ben kendi jenerasyonumun sesiyim," demesiyle başlıyordu. Üniversiteden mezun olalı iki yıl olmasına rağmen hâlâ stajyerlik yapan; Brooklyn'in en havalı mahallesinde oturduğu evin kirasını harçlığıyla ödeyen; erkek arkadaşının tacizkar fantezilerine teslim olan; Urban Outfitters kataloğundan fırlamış kız arkadaşlarının yanında kilosundan yakınan ve ailesinin "Başının çaresine bak," ilanıyla yıkılan bir karakterin milenyum jenerasyonunun sesi olma ihtimali çok tartışıldı. Kimileri Dunham'ı feminizmin yeni ikonu diye tanımlarken, kimileri de ilk sezon kadrosunda tek bir siyah aktöre bile yer ver vermeyen dizinin, bir şımarık beyaz zengin çocuklar hikayesinden ibaret olduğunu savundu. Girls ikinci sezona geldiğindeyse yılın en çok konuşulan kültür fenomeni olmuş, tüm ödülleri kapmış ve eleştirilerin çoğunu haksız çıkartmıştı. Peki kimdi bu Lena Dunham? Dunham 1986, New York doğumlu. Annesi Laurie Simmons ünlü bir fotoğrafçı, babası Carroll Dunham ünlü bir ressam. Modacı Zac Posen'ın dadılık yaptığı, 11 yaşında Vogue'da 'Modayla ilgilenen çocuklar' portresine konu olan, ülkenin en liberal ve pahalı üniversitelerinden birinden, Oberlin'den yaratıcı yazarlık diplomasıyla mezun oluyor. Üniversitede çektiği ve okul çeşmesinde iç çamaşırlarıyla dişlerini fırçaladığı The Fountain videosuyla ufak bir şöhret yakalayan Dunham, önce 2009'da Creative Nonfiction adında deneysel bir uzun metraj çekiyor. Ardından içinde büyüdüğü sanat dünyasını tiye aldığı Delusional Downtown Divas adlı web dizisiyle yönetmenliğe ısınıyor. Ancak Dunham, esas başarıyı 2010'da yazıp yönettiği ve başrolünü oynadığı Tiny Furniture ile yakalıyor. İsmini annesinin fotoğrafladığı minyatür mobilyalardan alan filmde Dunham kendisini, annesi annesini, kızkardeşi kızkardeşini ve en yakın arkadaşı en yakın arkadaşını oynuyor. Dunham'ın ailesinin Tribeca loftunda çekilen film, kolejden yeni mezun olmuş Dunham'ın alter-egosu Aura'nın annesinin şöhretinin gölgesinde hayattan ne istediğini ve gönül işlerini keşfetmesini, gerçek hayattan kopyalanmış diyaloglarla anlatıyor. New Yorker, Tiny Furniture için "Açık bırakılmış bir günlük gibi," demişti. İlkokulda günlüğünü anne babasına okuyan doğuştan blogger biri olduğum için belki de, filmin bu tumblr'ın bildiğini kuldan saklamayan dürüstlüğünü sevmiştim.
Rol arkadaşları, ünlülerin kızları
Dunham'ın Girls'te kendi arkadaşlarına dayanarak yarattığı karakterleri oynaması için seçtiği aktörlere baktığınızda, ortaya çıkan 'hamili kart yakinimdir' tablosu da ayrı dert. Hannah'nın sorumluluk sahibi kankasını, ABD'nin Ali Kırca'sı Brian Williams'ın kızı Allison Williams; özgür ruh arkadaşını Bad Company davulcusu Simon Kirke'in kızı Jemime Kirke; saftirik optimist arkadaşını da yazar David Mamet'in kızı Zosia Mamet oynuyor. Ve bu Hollywood çocuklarının varoluşsal debelenmelerini izlerken insan, hafiften bir "Hadi oradan," hissine kapılmadan duramıyor. Örneğin Hannah'nın en karanlık anlarından birinde bir dergiye bakarak saçlarını kısacık kesip mahvettiği sahneyi izlerken empati duyamıyorsunuz, çünkü Dunham'ın mükemmel bir cool'lukta kesilmiş saçlarıyla poz verdiği Grammy fotoğrafları, gözünüzün önünden gitmiyor. Siz "Acaba şu anda kaç 'Hannah' Dunham'ın fotoğrafına bakarak saçını biçiyordur?" diye dertlenirken her dergide Dunham'ın rockstar sevgilisiyle fotoğraflarını görmek; yeni bir şov için HBO ile anlaştığını okumak veya içinde "Vejataryen partimiz New York Times'a haber olmuştu," gibi cümlelerin olduğu genç kızlar için tavsiye kitabı yazmak için 4 milyon dolara imza attığını okumak sinirinize dokunabilir. Her şeye rağmen Dunham'ı televizyon personasından ayırt edebilirseniz, 45 kiloluk katalog kızlarının mükemmel arkadaşları ve sevgilileriyle yaşadığı romantik komedi hayatları izlerken boğulanlar için Girls, aranan havalandırma deliği. Başınızı uzatın ve derin derin nefes alın, iyi gelecek.
Seks sahneleri sansürsüz
Üstelik sadece savrularak idare ettiği gündelik hayatını değil, sinemada veya televizyonda görmeye alışık olmadığımız tombul, dövmeli vücudunu ve saten çarşafsız, dantel sütyensiz, romanssız seks sahnelerini de birer günlük sayfası gibi önümüze açıveriyordu Dunham. Tiny Furniture'in yaşadığımız dönemin aşırı paylaşımcı dijitalliğine çok yakışan bu seçilmiş savunmasızlığı Girls'ü de çekici yapan unsurların başında geliyor. Sex and the City'den 10 yıl sonra dizinin tekrarlarını izleyerek büyümüş genç kadınların Manolo Blahnikleri, şaşaalı gece hayatları ve kariyerleri olmadan kimi zaman birbirlerine yaslanıp, kimi zaman birbirlerinden bucak bucak kaçarak kurmaya çalıştıkları hayatlarını izliyoruz. Girls'te kürtaj, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, orgazm olamamak veya uyuşturucu kullanmak ders çıkarmamızı bekleyen didaktik senaryoların değil, hayatın birer unsuru. Dunham'ın Hollywood standartlarına uymayan vücudunu müdanasız sergilemesi, seks sahnelerini Cosmo sayfalarından fırlamış gibi değil, filtresiz bir şekilde sunması ve 'kızların' ikinci sezonda ne kadar antipatik veya bencil olurlarsa olsunlar, ideallerinin peşinden koşup hayatlarındaki erkeklere ne istediklerini çatır çatır söylemeleri Girls'ü televizyon standartlarında yenilikçi kılıyor. Ancak Dunham'ın 'biz büyürken' komedisinin palavracı bir yanı da var. Tiny Furniture'i izlerken Dunham'ın aslında 24 yaşında tutunamayan bir genç kadın değil, tutunamayan bir genç kadının filmini çeken, 24 yaşında son derece becerikli; ailesi, parası ve eğitimi sayesinde hayata 10-0 galip başlayan bir genç kadın olduğunu fark etmeden duramıyorsunuz. Bunu fark ettiğiniz andaysa Aura'nın hataları gözünüze cana yakın ve anlaşılır değil; zengin ve ünlü bir şımarığın mızmızlanmaları olarak gözüküyor. Aynı problem Girls'te de mevcut. Anne babası artık para vermeyeceklerini söylediklerinde Hannah küçük bir "Banane yaa..." krizi yaşıyor. Hayatta henüz hiçbir şey başarmamış olmasına rağmen yeteneğinden ve önüne bedavadan sunulan fırsatları hak ettiğinden o kadar emin ki, kendi ayakları üstünde durması gerektiği gerçeğini haksızlık olarak algılıyor. İkinci sezonda da her başı sıkıştığında ailesini manipüle eden; siyah ve cumhuriyetçi erkek arkadaşından yazdığı bir öyküyü beğenmediği için ayrılıp bunu "Kadınlar ve geylerin hakları için," yaptığını iddia eden; kendi narsisizmini fetişize ederken sonunda hep istediğini elde eden bir kahraman sunuyor bize Dunham.
BİNAZ SAKTANBER