ALTIN PALMİYE ÖDÜLLÜ YOL FİLMİNİN YAPIMCISI DONAT KEUSCH YILMAZ GÜNEY İLE İLGİLİ 37 YILLIK SIRRI PAZAR SABAH'A ANLATTI
37 yıl önce Yılmaz Güney, yattığı Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden bayram izniyle çıktı, Kemer yakınlarından bir tekne ile Türkiye'yi terk etti ve Fransa'ya gitti. 12 Eylül askeri darbesinin hemen sonrasında sıkıyönetim şartlarında gerçekleşen bu kaçış nasıl gerçekleşti bir türlü ortaya çıkmadı, o yıllarda. Kimse bir şey anlatmıyordu. İnsanlar suskun kaldıkça bu kaçış öyküsü efsaneleşti de efsaneleşti...
1990'larda Nihat Behram ve Kerim Puldi gibi isimler bu kaçış öyküsünü kendi cephelerinden anlattılar. Mesela Yılmaz Güney'in Kemer yakınlarından tekne ile Türkiye'yi terk ettiğini bu vesile ile öğrendik. Bu anlatımlarda İsviçreli yapımcı olarak geçen Yol'un yapımcısı Donat Keusch'un adı hep anıldı.
Donat Keusch 2007'de Yol'un bilinmeyen hikayesini Gezici Festival'de anlatmak için yıllar sonra Türkiye'ye gelmişti. Birlikte Ankara'dan Kars'a zorlu bir yolculuk yapmıştık. Yılmaz Güney'i Türkiye'den kaçıran adam olarak biliniyordu. Bu kaçırılmayla ilgili parça parça birtakım bilgiler veriyordu. Ama kayıtlı olarak anlatmıyordu yaşananları...
Aradan 10 yıl geçti Donat Keusch yine Türkiye'ye geldi. Gezici Festival kapsamında bu yıl Cannes'da gösterilen Yol filminin yenilenmiş kurgusunun Ankara'daki gösterimine katıldı. Sonra İstanbul'da buluştuk, çok uzun bir sohbet gerçekleştirdik. 10 yıl önce anlattıklarını bir söyleşide kayıtlı olarak anlatması için ikna ettik. O da Pazar SABAH'a 37 yıllık sırrı açıkladı.
Anlattıkları Behram ve Puldi'nin anlatımıyla örtüşüyor. Ama onların anlatımından daha fazlası var Donat Keusch'in anlattıklarında. Kaçırma operasyonu için parayı bulan, bağlantıları yapan, planlayan o. Gerçi direkt sorunca "Benim hiçbir şeyden haberim yok, o esnada tatildeyim" diyor ve gülüyor. Zaman zaman "Ben yapmadım erkek kardeşim yaptı" diye espri yaparak hedef şaşırtıyor ama anlattıklarını okuyunca anlayacaksınız ki üstü kapalı da olsa aslında her şeyi kabul ediyor. İşte Donat Keusch'un anlattıkları...
- Filmi başa saralım. Siz Yılmaz Güney ile nasıl tanışmıştınız?
- Berlin Film Festivali'nde Sürü'yü izlemiştim ve filmin İsviçre haklarını satın almak istiyordum. 1979'da anlaşma yapmak için İstanbul'a geldim. Yılmaz'ı hiç tanımıyordum. Hapishaneden bir günlüğüne, bir domates arabasının içinde çıktı, İstanbul'a geldi. Uzun bir konuşma yaptık. Tabii çeviriden dolayı da uzadı, ben Türkçe, o İngilizce bilmiyor. Fakat çok çabuk anladık birbirimizi. Çünkü benim geçmişimle onun geçmişi bir bakıma birbirine benzerdi. Politik duruşlarımız da birbirine yakındı. Felsefi ve kültürel açıdan düşüncelerimiz, çoğu noktada örtüşüyordu.
- 10 yıl önce Türkiye'ye geldiğinizde Gezici Festival ile Kars'a gitmiştik ve siz orada "Yılmaz Güney hapiste ve hastaydı. Onu kurtarmak Yol filminden daha önemliydi benim için" demiştiniz. Nasıl gelişti bu kurtarma?
- Yılmaz'ın o zamanlar şiddetli derecede mide ağrıları vardı. 1980'in sonlarından itibaren hapishaneye İsviçre'den ilaçlar göndermeye başlamıştık. Asistanı Canan organize ediyordu bu süreci. Daha sonra ben, "Bir şeyler yapmalıyız, eğer yapmazsak hapishanede ölecek" dedim. Hiç istememesine rağmen ülkeyi terk etmeye karar verdi. Oysa 1979'da, ona ülkeden ayrılması gerektiğini söylemiş "Aksi takdirde hapishanede ölürsün" demiştim. Fakat Yılmaz o zaman beni reddetti, "Sadece burada çalışabilirim, burası benim ülkem, benim kültürüm, benim dilim" demişti.
- Daha sonra fikri nasıl değişti?
- 1980 yılında zaten hapisten çıkarım diye düşünüyordu ama askeri darbeden sonra her şey değişti. Dolayısıyla bir seçeneği kalmamıştı. Ama onun için ülkeyi terk etmek hakikaten çok zor bir karardı. Çünkü Türkiye'de büyük bir isimdi, buradaki kültürle güçlü bağları olan birisiydi. 1981'in başında hapishanede öleceğini anladı. Sadece hastalığından dolayı değil, çalışamıyordu hiçbir şey yapamıyordu. Ayrıca arka arkaya davalar açılıyor, hükümler veriliyordu. O zaman ülkeyi terk etmeye karar verdi. Ona birileri yardım etti ve o da ülkeden ayrıldı.
NİHAT BEHRAM ÇOK HATA YAPTI
- O birileri arasında sizin de isminiz geçiyor?
- Ben mi? (Gülüyor) Ben orada değildim, hatırlamıyorum bile. Ama bu meselenin içine birçok kişi girip çıktı. Örneğin o zamanlar Güney Filmcilik'in başında olan Nihat Behram. Ama o çok hatalar yaptı... Neyse onun hakkında çok konuşmak istemiyorum. Değerli hiçbir şey yapmamasına karşın birçok hata yaptı.
- Nihat Behram da kaçış operasyonunun içinde değil mi, anlattı hatta yazdı bunları?
- O, Yılmaz'ın kaçışını organize eder gibi görünmek istedi. Fakat iş ciddileşince çekindi. Bir şeyleri de organize edemedi, akıcı bir şekilde İngilizce konuşamıyordu, Almancası zaten yoktu. Fakat bu işi yapacak başka insanlar da vardı. Ve yapıldı. Yılmaz, Fransa'ya iltica etti. Gitmeden önce her türlü anlaşma yapılmıştı. Fransa'da sorun çıkmayacağını, gidebileceğini öğrendiği anda gitti.
- Bu planın organizasyonunda sizin rolünüz neydi?
- Ben mi? Ben bir şey bilmiyorum. O zamanlar tatildeydim (gülüyor).
- Hadi ama 37 yıl geçti üzerinden. Siz de tatilden döndünüz artık?
- Evet 37 yıl!
- Bu kaçırma operasyonunun 25 bin dolarlık bir maliyetle yapıldığı söylenir, doğru mu?
- Hayır. 20 bin dolardı. İsviçre'deki zengin bir arkadaşımdan 20 bin dolar istedim, çıkarıp bu parayı verdi.
- Bir de kimi yetkili kişilere rüşvet verildiği söylenir bu doğru mu?
- Kerim Puldi (Yıllar önce Kerim Bey de kendi cephesinden bir kaçış öyküsü anlatmıştı) adında bir prodüksiyon şefimiz vardı. Yol'un kimi çekimlerinin yapılabilmesi için asker ve polis yetkililerine para verdi. Ama kaçırma operasyonu için kimse kimseye bir şey ödemedi.
- Kerim Puldi de anlattı bu kaçış hikayesini haberiniz var mı?
- Açıkçası o zaman kimse bilmiyordu ne olduğunu, ne yaptığımızı, ben hariç. Dört kişi vardı bilgi sahibi olan, bir Türk, bir Fransız, bir Alman ve bir İsviçreli. Fakat onlar da birbirini tanımıyordu. Örneğin Fransız olan sadece tekne uzmanıydı.
BÜTÜN HİKAYEYİ ANLATAMAM
- Bu dört kişi nasıl birbirini buldu öyleyse?
- Ooo bu çok uzun ve karmaşık bir hikaye. Ama birçok insanla anlaşmalar yaptık, konuştuk, yanlış kişilerle de muhattap olduk. Dediğim gibi çok uzun hikaye.
- Hikaye biraz da burada gibi sanki?
- Hikaye kitapta olacak merak etme. Bütün hikayeyi size anlatamam. Çünkü bir ay boyunca burada oturmamız gerekir. Ama şunu söyleyeyim; Yılmaz'ın eşi Fatoş ve çocuklarını da götürmek işin içine dahil olunca, kaçırma olayı daha da zorlaştı.
- Onlar da planın içinde miydiler?
- Onlar ben ne dersem onu yapmak durumundaydılar (gülüyor) ve de yaptılar.
- O halde sizin için planın başındaki kişi diyebilir miyiz?
- Hayır hayır! Belki erkek kardeşimdi planın başı. (Yine gülüyor ve doğrudan sorunca kabul etmiyor kaçırma operasyondaki rolünü, espriyle hedef şaşırtıyor) Ama asıl önemli olan Yılmaz'ı üç yıllığına da olsa kurtarmaktı. Mide ağrısı vardı ve gerçekten hastaydı. Hapishaneden zaten Yol filmindeki gibi çıkmıştı. Bayram izni aldı. Aynı filmdeki gibi izin kağıdını gösterdi görevlilere ve hapishaneden çıktı. Zaten problem hapishaneden değil ülkeden çıkmasıydı.
YİYECEK SIKINTISI NEDENİYLE PLAN DEĞİŞTİ
- Sıkıyönetim koşullarında zor bir kaçırma operasyonu gerçekleştirmişsiniz.
- Çok zor bir durumdu. 1981'de Türkiye ile Yunanistan arasında neredeyse savaş koşulları hakimdi. Tüm sınırlar tamamen askerlerle doluydu. O yüzden Kemer'e gitmek zorundaydık.
- Oradan da Yunanistan'a mı?
- Yok hayır. Biraz karmaşık. Bu anlattıklarım legal şeyler değil zaten. Gitmek istediğimiz yer Fransa, Marsilya'ydı. Bu A planıydı. Gidemedik. Teknede bir sorun oldu. Yemekleri saklayacak bir soğutucumuz yoktu. Dolayısıyla yiyecek sıkıntısı olacağı öngörüldü ve B planı uygulandı. Farklı bir yol tercih edildi. B planını kimse bilmiyordu, Yılmaz bile. İyi bir plandı, çok iyi biçimde çalıştı. Ben tasarlamıştım.
- B planının detaylarını öğrenebilir miyiz?
- (Gülüyor) Çok komplikeydi. Ama bir dakika! Argo filmini izlemişsinizdir. İşte biz de aynısını yaptık. Onlar benim hikayemi almışlar!
FİLM ÇEKMEK İÇİN TÜRKİYE'YE GELMİŞ GİBİ YAPILDI
- Argo filmiyle nasıl bir benzerliği var planın anlatır mısınız?
- Argo'daki hikayenin neredeyse birebir aynısıydı bizimki de. Sadece bizimkinde CIA ve uçak yoktu. Bizde tekne vardı. Argo'yu izlediyseniz görmüşsünüzdür. İran'da rehin kalan Amerikalıları ülkeye geri döndürmek için CIA filmci olarak Ben Affleck'i gönderir. Orada Ben Affleck otel odasında oturur ve bazı kağıtları manipüle eder, sahte kimlikler hazırlar. 1981 Ekimi'nde benim yaptığım da başta bazı kağıtlar üzerinde ufak tefek oynamalar yapmaktı, planın uygulanması için.
- Bazı evraklar hazırladınız yani?
- Muhtemelen öyle yapmışımdır. Kimse kanıtlayamaz tabii... Ayrıca tıpkı Argo'daki gibi bizim de yanımızda bir film senaryosu vardı. Güya ekibimiz bu film senaryosu için Türkiye'de mekan araştırması yapıyordu. Senaryoyu her yerde sürekli cebimde taşıdım.
- Sahte bir film yarattınız öyleyse?
- Yok aslında bu film de daha sonra çekildi. Bir İsviçre filmiydi, açıkçası çok da iyi bir film değildi. Senaryonun o zamanki başlığı Transit'ti. Fakat daha sonra film daha farklı bir adla çekildi. Bu filmde ortak yapımcı olma durumumuz vardı, senaryo o yüzden yanımdaydı. Ama o noktada yanımızda duran senaryoyu pek tabii farklı bir maksatla kullandık.
- Argo'yu izleyince mi fark ettiniz benzerliği?
- Argo filmini de bilmiyordum aslında. Bir gün sinemaya gittim ve filmi izledim. Ve dedim ki "Benim hikayeme ne yapmışlar?" (Gülüyor). Hatta filmi izlerken son sahnede, uçak sahnesinde, Amerikalıların İran'ı terk ettikleri anda ben de gözyaşlarımı tutamadım. Yine hatırlarsınız finalde birisi Ben Affleck'in yanına gelir, elini sıkar ve bu olayı kimseye anlatamayacağını söyler. Benimkine benzer bir durumdu. Kimse ona teşekkür etmez. Ama çok kolay bir durum da değil. Düşünsenize, birinin hayatını kurtarmışsınız, o size gelip ne diyerek, ne yaparak teşekkür edebilir ki? Hayatını kurtardığınız kişi için de zor bir durum. Bütün bunlar için Yılmaz da benim elimi sıkmadı ama bana güzel bir Türk halısı verdi.
YILMAZ, FRANSA'YA YANIMDA ÇALIŞAN BİRİNİN KAĞITLARIYLA GİRDİ
- Bu kaçırılma hikayesiyle ilgili birçok farklı iddialar da var. Biliyor musunuz onları?
- Yılmaz kaçtıktan sonra birçok makale, haber yazıldı çizildi Türkiye'de. Büyük bir harita yayımlanmıştı. Yılmaz'ın yurtdışına nasıl gittiği bu harita üzerinden anlatılıyordu. Gerçekten çok gülmüştüm o haritayı görünce. Nerelere gitmemiş ki Yılmaz, nereleri uydurmuşlar? Lübnan, Libya, İtalya, İsviçre sonra Lihtenştayn, Almanya... Hiç ama hiç böyle bir şey söz konusu değildi. Gerçekte bu kadar ülke yoktu, Fransa, İsviçre, Türkiye... Ayrıca bilirsiniz, Yılmaz Güney Fransa'ya hiçbir zaman Yılmaz Güney adıyla girmedi. Oraya başka bir insan adıyla gitti. Başka kağıtlar ayarlandı onun için.
- Neydi oradaki ismi?
- Bir İsviçreli olmuştu Yılmaz. Ama ismi söyleyemem.
- Hadi ama olayın üzerinden yıllar geçti.
- Evet ama ismi kullanılan kişi hâlâ yaşıyor. Ve böyle bir durumdan haberi bile yok.
- Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?
- Yanımda çalışan bir İsviçreliydi. Onun haberi olmadan kağıtlarını aldım ve bazı değişimler yaptım. Hâlâ da bu kişi bunları bilmez.
İŞVİÇRE ONU TÜRKİYE'YE İADE ETMEK İSTİYORDU
- Fransa'ya girdikten sonra bir süre İsviçre'de yaşadı diye biliyoruz?
- Zürih'te benim dairemde kaldı. Sonra birileri onu gördü ve biz de onu alıp Fransa'ya, ufak bir şehir olan Divonne'a götürdük. Cenevre'ye yakın, 20 dakika uzaklıkta fakat Fransa sınırları içerisinde bir şehirdir. Yol'un kurgucularından Elizabeth de Cenevre'de yaşıyordu, keza kurgu laboratuvarı da Cenevre'deydi. İsviçre'ye gidemezdi çünkü İsviçre polisi onu yakalayıp Türkiye'ye iade edecekti. O yüzden Fransa'ya gitmek zorundaydı. Divonne'da Yılmaz ve ailesi için bir ev bulduk. Oraya bir kurgu masası kurduk. Karısı ve çocuklarıyla orada yaşadı.
TÜRK AJANLAR CANNES'DA YILMAZ'I TAKİP ETTİLER
- Peki, Argo'daki gibi sizi takip eden polis veya başkaları var mıydı?
- O an için hayır. Fakat sonra gelenler oldu. Üstelik sadece yetkili kişiler, polisler de değil. Örneğin Hürriyet'ten Zürih'e yanımıza gelenler oldu. O dönem, 1982'de, bu kaçırma hikayesi için bana 100 bin dolar teklif ettiler. Paylaşacak bir hikayem yoktu tabii, ben o sıralar size de sık sık söylediğim gibi 'tatildeydim' (gülüyor yine). Daha sonra İsviçre polisi evime geldi. Yılmaz Güney'i sordu. Ben de "Burada değil, hiç de olmadı, kendisiyle probleminiz nedir?" dedim. Bir şey söylemeden gittiler.
- Böyle kolayca ikna oldular mı?
- "Evde yok" dedim ve gittiler daha ne olsun? Zaten Yılmaz Güney'i yakalama konusunda çok hevesli ve istekli de değillerdi. Baskıdan, olası bir skandaldan çekiniyorlardı. Ama Cannes'da dört Türk gizli servis ajanı gördük.
- Ne yapıyorlardı?
- Bilemiyorum. Öylece çalılıkların arasında dikilmiş duran dört iri cüsseli adamdı. Fransız polisi bizim yanımızdaydı.
- Yılmaz Güney'in tepkisi ne oldu onları görünce?
- Onlara doğru dönüp el salladı. Ajanlar şaşırdılar ve tedirgin oldular. Türkiye, Interpol'den Yılmaz'ın tutuklanmasını istemişti. Bu ajanların gelme amacı da belki buydu. Fakat Fransız polisi bizi gece gündüz koruyordu Cannes'daki 10 gün boyunca. O ajanlar da öylece döndüler sanırım Türkiye'ye.
BEN TEDAVİ OLMASINI İSTEDİM YAKIN ÇEVRESİ İSE FİLM ÇEKMESİNİ
- Fransa'ya gittikten sonra tedavi olmayı reddedip yeni filmler çekmeye devam etti Yılmaz Güney. Neden tedavi olmadı?
- Yılmaz'ın tedavi olmadan yeni filme başlamasına her zaman karşı oldum. İkimizin arasında imzalanmış bir sözleşme vardı, Duvar'ın yapımcısı olduğuma dair. Ona rağmen "Eğer doktora görünüp tedavi olmazsan bu filmin yapımcılığını yapmayacağım" dedim. Fakat o tedavi olmadı. Yakın çevresi onu film çekmesi için zorladı. "Evet, yeni filmler yapmalısın" diye onu sürekli baskı altına aldılar. Ben ise "Hayır önce hayatta kalman lazım" dedim.
- Siz ona karşı çıkınca Yılmaz Güney'in reaksiyonu ne oldu?
- Paris'te başka bir yapımcıya gitti. Duvar'ı başka bir Fransız yapımcıyla çekti.
- Siz ne hissettiniz?
- Çok üzüldüm. Aynı zamanda da çok kızgındım. Çünkü bu filmi çekmesini çok tehlikeli buluyordum.
- Ona yardım etmeyi denediniz mi?
- Doktora gitmesi için çok uğraştım. Fakat herkes onu film çekmesi için çok zorladı.
- Siz nasıl anlaşıyordunuz Yılmaz Güney ile?
- Genellikle çevirmen vasıtasıyla konuşurduk. Ama Yılmaz, Fransa'ya geldikten sonra yabancı dilini biraz geliştirdi. Yine de beş İngilizce, üç Almanca iki de Fransızca cümle biliyordu. Buna rağmen iletişimini kusursuz bir biçimde yürütüyordu.
YILMAZ GÜNEY GECEYARISI EKSPRESİ'NE ÇOK KIZMIŞTI
- Yılmaz Güney'in Duvar filmini Geceyarısı Ekspresi'ne karşı çektiği söylenir. Bu konuda herhangi bir bilginiz var mı?
- Aslında Yılmaz hapishanedeki mahkumlara bu öyküleri anlatacağının sözünü vermişti. Asıl amacı bunları anlatmaktı. Duvar'da izlediklerinizin hepsi aslında Yılmaz'ın gördüğü şeyler değil, diğer mahkumlar tarafından ona anlatılanlardır. Tabii Geceyarısı Ekspresi'ne de karşıydı, filmi izlediğinde çok sinirlenmişti. Çünkü bütün Türkler çok kötü yansıtılmıştı. "Anlatılanlar doğru değil" dedi. Sonra ben ona "Öyleyse Duvar üzerinde çok dikkatli çalışmalısın çünkü bizim hem negatif hem de pozitif karakterlere ihtiyacımız var" dedim. Fakat sonunda Fransız yapımcı filmin senaryosu üzerinde çok iyi çalışmadı. Tuncel Kurtiz'in oynadığı iyi karakter çok kısa süreye sahipti filmde. Eğer Duvar'ın yapımcısı ben olsaydım, iyi karakterlerin senaryoda daha fazla yer alması için Yılmaz'a baskı yapardım. Bence Duvar çok iyi bir film değildi, aceleyle çekilmişti. Yol'un Cannes'da yakaladığı rüzgardan yararlanabilmek adına filmi hızlıca çektiler. Zaten senin Altın Palmiyen varsa bir sonraki filmini finanse etmen daha kolay olacaktır, bunu fark edemediler.
- Bir kitaptan bahsettiniz, ne zaman yayımlanacak? İsmi belli mi?
- Henüz bitmedi. Önümüzdeki yıl bitecek. İsmi henüz belli değil, yayıncımla henüz imzaları atmadığımız için paylaşmayayım (gülüyor).
- Yol ve Yılmaz Güney ile ilgili merak ettiğimiz şeyleri bu kitapta okuyabilecek miyiz?
- Evet. Her şey olacak. Bu hoş ülke ve hoş insanlar hakkında birçok anı yer alacak elbette.
CANNES POLİTİK NEDENLERDEN DOLAYI ÖNCE YOL'U İSTEMEDİ
- Yol'u yıllar sonra neden yeniden kurgulama ihtiyacı duydunuz?
- Cannes Film Festivali'nde 1982'de gösterdiğimiz versiyonda 25 dakikanın üzerinde bir süreyi kesmek zorunda kalmıştık. Festival yöneticisi politik nedenlerden dolayı önce filmi almak istemedi. Sonra programa alacaklarını ama filmin çok uzun olduğunu söyledi. Biz de altıncı karakteri çıkardık, bir de Yusuf'un hikayesinin yarısını... Yılmaz filmi kısaltmayı hiç istememişti. Bir akşam vakti Paris'te onunla oturdum ve filmini yarışmada göstermenin önemini tartıştım. Kısaltılmış bir filmi göstermenin hiçbir şey göstermemekten daha iyi olacağını söyleyerek onu ikna ettim.
- Peki siz, o ilk Cannes'a başvurduğunuz uzun halini mi önümüze getiriyorsunuz?
- Filmi, Yılmaz'ın ilk başta istediği haline getirmeye çalıştık. Ben filmin ilk kurgu planlarını biliyorum. Şimdi bunları bir araya getirip yeniden kurguladık. Cannes için yapılan kurgu üç ay sürmüştü, zor şartlarda yapılmıştı. Filmin hiçbir sesi yoktu. Filmin başındaki anonsu örneğin Yılmaz seslendirdi. Otobüs istasyonunda sigara isteyen adamı da keza Yılmaz seslendirdi. Onlar şimdi var.
- Sizin için Yol hayatınızın filmi oldu diyebilir miyiz?
- Evet benim için çok özel bir filmdir. Biz hiçbir fon almadan çektik bu filmi. İsviçre'de çektiğimiz filmlerden kazandığımız paraları Yol'a aktardık.
- Yol'un yönetmeni Şerif Gören'dir. Fakat bazı kaynaklarda yönetmenin Yılmaz Güney olduğu yazılır. Şerif Gören'in buna gönül koyduğu, üzüldüğü bilinir. Çekim sırasında Yılmaz Güney'in müdahaleleri oluyor muydu?
- İlk yönetmen Erden Kıral'a müdahaleler vardı fakat Şerif'e müdahale yapılmadı. Şerif Gören hapishaneye Yılmaz Güney'i görmeye gitti. Yılmaz ona talimatları verdi. Senaryo zaten çok detaylıydı. İsteyeceği her şey orada yazılıydı. Ama tabii ki bu filmin yönetmeni Şerif Gören'dir. Bunu Yılmaz Güney her yerde söyledi, Cannes'da bile. Fakat ben Şerif'in, Tarık Akan'ın sahnelerine çok konsantre olmakla birlikte filmin diğer kısımlarında aynı odaklanmayı gerçekleştiremediğini düşünüyorum.
- Sizce Şerif Gören'in filme katkısı nedir?
- Bilmiyorum. Pek katkısı olduğunu sanmıyorum. Oyuncuları, kamerayı yönetti bunun haricinde yaratıcı bir şeyler de koymadı. Zaten çekiniyordu bir şeyleri değiştirmeye. Çünkü Erden Kıral birçok şeyi değiştirmeye çalışmış ve projeden ayrılmıştı sonunda. Hatta Yılmaz bana Erden Kıral için "Bu adam başka bir film çekiyor" demişti. Şerif ile Yılmaz birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. Yılmaz "Ona güvenebilirim" diyordu. Erden için o zamanlar herkes "Büyük bir yetenek" diyordu. Yılmaz da "Bu büyük yeteneği desteklemek istiyorum" diyordu. Fakat sonunda olmadı işte.