Barcelona'da bir Ermeni
İki hafta kadar önce. Barcelona'da La Rambla caddesinde yürüyoruz. Yol boyu resimlerini sergileyen ressamlar… Zaman zaman durup resimlere bakıyoruz, ressamlarla sohbet ediyoruz. Kara kaşlı kara gözlü bir ressama denk geliyoruz. Tezgahında birbirinden güzel resimler. İçlerinden birini seçip, almaya karar veriyoruz. 'Çok güzel' diyoruz, muhabbet açılıyor haliyle. Tipik 'Neredensiniz?' sorusuna varıyor muhabbet iki cümle sonra. 'Türkiye' cevabından sonra hızlı bir rüzgar geçiyor iki gülen yüzün arasından.
Ressamımızda zoraki bir gülümseme. 'Hı hı' diyerek sallanan bir kafa. 'Neresinden', 'İstanbul'. 'Siz nerelisiniz' diye soruyoruz, 'Ermenistan' diyor. Kafa sallama sırası bizde. Bu, arada gidip gelen 'Hı hı'lar pek çok şey söylüyor iki tarafa da. Ondaki belli ki pek çok milliyetçi tepkiden örselenmiş, kırılmış, kızdırılmış bir tepkisellik. Bendeki altında biraz suçluluk duygusu, biraz ne söylesem telaşı.
'Ermenistan'a geldiniz mi hiç' diye soruyor, 'Hayır, siz Türkiye'ye?' 'Hayır, Ama anneannemler Muşludur, oradan gelmişler Ermenistan'a'. Sormalı mı sormamalı mı tereddütünden sonra '1915'ler?' Kısa bir cevap: 'Evet'. Sessizlik.
Birbirine değen hayatlar. Karşılıklı yaş tutuyoruz sanki. Susarak köprü kuruyoruz birbirimize. Geçmişlerin ruhuna biraz daha sessizlik... Biraz daha muhabbet.
Elimizdeki resmi uzatıyoruz, 'Çok güzel, alıyoruz' diyoruz. Parayı uzatıyoruz. 'Benden hediye olsun' diyor, gülümsüyor. İki taraf da Anadolu'dan, 'Olmaz, olur, olmaz, olur'. Ama adam kara kaşlı, kara gözlü. Tipik bir Anadololulu. Gönlü zengin. Kalbi yumuşak. 'Olur olur' diyor. Konu kapanıyor.
Herkesin hayatında en az bir kere yaşadığı karşılaşmalardan bir tanesi. Ama başka türlüsü. Akademik ortamda buz gibi üzerine tartışmaya benzemiyor hiç. Sıradan. Ama yoğun. Ama kederli. Ama ağır.
2015: Yüzyıllık Acı
Her sene, her 24 Nisan'da aynı telaş, 'Kim ne diyecek, büyük acı mı, soykırım mı, katliam mı?' Gazetelerde benzer haberler, İsrail 'Soykırım olarak tanıyacağını' açıkladı. Amerika Başkanı 'soykırım' demedi. Anmaya katılanlar, olaysız dağıldı. İşin siyasi boyutu bir kenara, birbirine değen hayatlarımız ne diyor bize? Bunu sormanın vakti bugün değilse ne zamandır? Vicdanımız ne yapmayı salık veriyor? En önemlisi Ermeni meselesinde toplumun vicdanı ne diyor?
Muhafazakârların pozisyonu
Kendi tarihimizi savunduğumuzu sanırken, tehciri savunmak aslında bizi neyi savunmaya zorluyor? Osmanlı geleneğini ve kimliğini mi bağlıyor yapılanlar, yoksa darbeyle iktidara gelen İttihat ve Terakki'yi ve onların oluşturduğu köksüz zihniyeti mi? İttihat ve Terakki zihniyetinin vaazettiği tüm kimlikleri reddettiğini ifade edip Ermenilere yapılan zulmü sahiplenmek kimin yolu? Her şey, tüm söylenenler bir yana zorlanmış, formatlanmış, bastırılmış bir vicdan gerçekten vicdan mıdır?
Hakan Albayrak 1915'te yaşananlar için dün köşesinden "Tarihimizde rezil bir sayfadır bu; keşke yırtıp atabilsek" dedi. Keşke yırtıp atabilsek. 'Savaş koşullarından' başka, daha insani bir dile terfi edebilsek. 'Kemalatla Kemalat' olmaz diyebilsek, Yapanlar yapmıştır, ancak bize yapmak yakışmamıştır, bunu savunmak da yakışmaz diyebilsek. Zaman geldi, içimizden yükselen çağrılar sıklaşıyor. Cisim gözden uzaklaştıkça küçülür, fakat acı küçülmüyor. Ermeni meselesi eskidikçe acı büyüyor. Devletin diliyle verilen cevaplar artık cevabın sahibini bile tatmin etmiyor.
@PINARAKYASAN