Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Yapışır kalır

Ne diyecekler diye merak ettim, bekledim.
Bizim kuşağın eski abazanları elbette "gece uçuşu sırasında yan koltukta oturan kadını kucaklayıp uçağın tuvaletine götürme" fantezisini hasretle andılar.
Efendi çocuklar oldukları için, trencilik oyununu, "önde kadın, arkada genç erkek, onun da arkasında yaşlı adam" rezilliğini hatırlayan çıkmadı. Bu arada, vardakosta kadınlardan hoşlandığı için Syvia Kristel'i "fazla düz ve kemikli" bulanlar da vardı. Onlar "engebeli" severlermiş, Rubens tiplerini... (Bir kadına hakaret etmek isterseniz "bana Rubens tablolarını hatırlatıyorsunuz" deyiniz, resimden anlamadığı için hoşuna gidecektir. "Botero heykellerini" de diyebilirsiniz, kendini "heykel gibi kadın" sanacaktır.)
Sylvia Kristel altmış yaşında ölmüştü...
Ama Türk basınına sorarsanız Emmanuelle ölmüştü tabii.
Türk lumpenleri arasında da "Emel Nüel" namıyla maruftur. Fakat "Türk damak tadına" uygun değildi.
Türk basını, oyuncuyu "falanca filmin ya da dizinin bilmemkimi" diye tanır ve tanıtır. Meryem Uzerli yoktur, Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem'i vardır. Gazeteci böylece "halka inmekte", alt tabakanın "anlayacağı şekilde" yazmaktadır.
Sonra da yakınır, "halkımız cahildir, Erol Taş'ı görünce kötü adam sanırdı" diye...
Sylvia Kristel değil, Emmanuelle ölmüştü. Bir oyuncu değil, bir nesne ölmüştü. Yürüyen cinsellik... Çoğunlukla da yatan cinsellik...
Oysa Kristel "Mata Hari" de oynamıştı ama kimsenin umurunda değildi. (Bizim kuşağın bazı kızları herhalde kendilerini çok yıprattıkları için erken gidiyorlar, Marilyn Chambers'i de böyle kaybetmiştik. Ama sor şimdi bizim oğlanlara, onu değil, bir başka görev kurbanını, John Holmes'u hatırlayacaklardır! Eh, insanoğlu hep kendinde olmayan şeylere gıpta eder.)
Emmanuelle denilen kadın, Sylvia Kristel'in üstüne yapışıp kalmıştı...
Toprağı bol olsun, kendisi de bundan müştekiymiş. Bir söyleşide, "çok halsizim, Sylvia'ya rağmen Emmanuelle kalmanın ağırlığını omuzlarımda taşıyamıyorum, ben o değilim" demiş...
Fazla başarılı olmayacaksın, rol oyuncuya yapışır kalır.
Tıpkı, Angelique'in de Michele Mercier'ye yapışıp kaldığı gibi.
Kadıncağız Angelique diye çağırılmaktan öyle bunalmıştı ki, anılarını yayınladığı kitabı "Ben Angelique Değilim" adını taşıyordu, "Je ne suis pas Angelique"...
Başka birçok filmde oynadı ama kurtulamadı. "Friends" dizisinin hepsi birbirinden başarılı oyuncuları kurtulabildiler mi?
Joey Tribbiani olarak tanınan Matt LeBlanc kendi başına ayrı bir dizi yapmaya kalktı, iki seksen yattı. Tek başına değil, ötekilerle "birlikte varolduğunu" unutmuştu. Phoebe'yi oynayan Lisa Kudrow, Monica'yı oynayan Courteney Cox, Chandler'i oynayan Mathhew Perry "dışarıda" hiçbir varlık gösteremediler. Ross'u oynayan David Schwimmer ile Rachel'i oynayan Jennifer Aniston, eh işte.. Aniston "kötü kadın" bile oynadı. Üstelik iyi de oynadı, seyirci olarak reddetmedik ama çok fazla da ısınamadık, şartlanmıştık bir kere.
Cırlak Janice'i oynayan Maggie Wheleer'in adını da Amerika'da hiçkimse bilmiyormuş, gördükleri zaman "oh my God girl" diyorlarmış!...
Ben şimdi yeni parlayan güldürü yıldızımız Bartu Küçükçağlayan için de korkar oldum.
Gerek "Çoğunluk" filminde gerekse "Yalan Dünya" dizisinde, "öküz babasıyla sorunları olan bunalımlı genci" pek iyi yorumluyor ama Allah korusun, farklı bir şey yapamazsa üstüne yapışır kalır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA