Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Bizim pedere selam söyle

Bu adamlardan bir Frank Capra, bir Jean Renoir, bir Marcel Carne, bir Rene Clair çıkabilirdi... "Sistem" bırakmadı.
Geçen gün kaybettiğimiz Memduh Ün, daha önce aramızdan ayrılan Lütfi Akad gibi adamlar. İsterseniz Atıf Yılmaz'ı da katınız. Hani bir Metin Erksan da bir tür Ingmar Bergman...
Yetenekli adamlardı. İyi niyetli adamlardı. "Sinema yapmak" için çırpınan adamlardı. Söyleyecek sözü olan adamlardı.
Yeşilçam, onların "büyük yönetmenler" olmalarına izin vermedi. Onları hep aşağıya, kendi düzeyine çekti. Yıllarca çarçur işlerde harcadı. Yaşını başını almış adamları hep "istikbal vaadeder" düzeyde tuttu.
Girin YouTube'a, "Üç Arkadaş" filmini, "Kanun Namına" filmini, "Meyhanecinin Kızı" filmini izleyin, hatta o pespaye "Ayşecik" dizisinin ilkini.
Pırıltıyı göreceksiniz.
Ellili yıllarda Türk sineması, Muhsin Ertuğrul ve ekibinin o berbat "Darülbedayi" etkisinden kurtulmuş, sinema olmaya başlamıştı. Bizde de İtalyan "neo-realizm" okuluna benzer bir "Türk realizmi", ya da Fransız sinemasının "şiirsel gerçekçilik" akımını andırır bir "Türk duyarlılığı sineması" kurulabilirdi... Üstelik ellerinde senaryo yazarı olarak Orhan Kemal gibi, Attila İlhan gibi büyük imzalar da vardı.
Olamadı. Yeşilçam kötü filmlere endekslendi.
Çünkü "lumpenlerin" elinde kaldı.
Sermaye yoktu. Sinemadan para kazanılıyor ama bu yatırıma dönüşemiyordu. Çünkü yapımcı, kazandığı parayı ya kumara, ya iş hanı yaptırmaya ya da metresine kürk almaya harcıyordu.
Böylece, teknoloji de yoktu. Yeşilçam, "dolly" gibi, "şaryo" gibi en basit teknik araç ve gereçleri bile altmışlı yılların sonlarında reklamcılardan öğrendi!
Sermaye birikemediği için, yapılacak yeni bir filmin finansmanını "işletmeci" üstleniyor, film de onun zevkine göre çekiliyordu. Kelek dekor, kabak ışık, sevimsiz dublaj, kötü oyunculukla. Ücretler de "vadeli çekle" ödeniyordu tabii.
Sonra iyice yozlaştı, ellili yılların o umut verici çabalarının bile gerisine düştü. "Susuz Yaz" filminden sonra (1963) yapılan binlerce filmin yeri çöp sepetidir, montajcının iş kopyası sepeti bile değil.
Ancak Yeşilçam ölünce bir Türk sineması doğabildi! Henüz "büyük" bir sinema değildir ama "iyi" sinema olma düzeyine erişmiştir çok şükür.
Nitekim, Yeşilçam'ın yönetmenleri de köşelerine çekilmek zorunda kaldılar. Yepyeni ve "mektepli" bir kuşak gelmişti... Direnen yeteneksizler de kendilerinden menkul bir solculuğa sığındılar. Sanki solcu olmak iyi film yapmak için gerekli ve yeterliydi!...
Yeşilçam şimdilik televizyon dizilerinde sürüyor. Sinema da bambaşka yerlerde.
Bize de, bataklıkta çiçek yetiştirmeye kalkmış ve harcanmış değerlerimize ağıt yakmak düşüyor.
Güle güle, Beşiktaşlı Memduh Amca.
Kamburun Bahçesi'nden, Gürel'den, Yıldız'dan, Suatpark'tan, çocukluğumun sinemalarından selam sana...
Sen de babama selam söyle. Benim de aranıza katılma vaktim giderek yaklaşıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA