YIL 1987'iydi... Beyazıt'taki eski Güneş Gazetesi'nde spor muhabiri olarak çalışıyordum. Bir haber için foto muhabiri ağabeyim Yaşar Saygı ile birlikte gazeteden ayrılmıştık. Tepebaşı'na geldiğimizde korkuyla kaçışan insanları gördük. Hemen durduk. Galata Kulesi'nin önünden dumanlar yükseliyordu. Koştuk, Neve Şalom Sinagogu'ndan duman ve yanık et kokusu yükseliyordu. Polis henüz sokağı kapatmamıştı. Yaşar Ağabey ile beraber içeri daldık. Ve ben terörün o vahşi yüzüyle ilk kez orada tanıştım. Yanmış cesetler, tahta tabutlara yerleştiriliyor ama kapakları bir türlü kapatılamıyordu. Çünkü kömürleşip, kıvrılmış, kaskatı kesilmiş kollar, bacaklar buna engel oluyordu. O görüntüler yıllarca hafızamdan silinmedi. Yanık insan eti kokusu, aylarca burun deliklerimde kaldı... Yıllar sonra İstanbul'daki bombalı saldırıları izleyen haberci meslektaşlarımı televizyonda seyrederken, burnumda o kokuyu yeniden hissettim... Yanık insan eti kokusunu... Sizler günlerdir sansürlenmiş görüntüleri izliyorsunuz. Bizlerse muhabirlerin ve ajansların ulaştırdığı "ham" görüntüleri... Demem o ki, habercilik kolay değil. Nasıl kolay olsun ki? İşte Akşam Gazetesi muhabiri Yusuf Demir'in anlattıkları: "HSBC'nin önündeki yaralılardan biri, kolu ve bacağı kopmuş olmasına rağmen sağa sola dönmeye çalışıyordu. O sırada yanıma gelen iki kişi ne yapacaklarını bilmez halde yardım edememenin çaresizliği içindeydi. Ben şok içinde 'Yaralısın ayağa kalkamazsın. Sakın dönmeye çalışma' diyebildim sadece. Nasıl söyleyebilirdim ki bacaklarının yerinde olmadığını... Yaralı adam gözlerime baktı ve iki dakika içinde hareketsiz kaldı..." Ben medya kuruluşu yöneticilerinin yerinde olsam, bombalama olaylarında görev yapan tüm muhabirleri ve kameramanları psikolojik rehabilitasyondan geçirirdim. Çünkü hepimizin buna ihtiyacı olacak...