Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Türkiye'ye dönse ne yazar dönmese ne yazar?

O sahne hangi romandaydı hatırlamıyorum...
Romanın kahramanı tartıştığı arkadaşının başına Dale Carnegie'nin "Dost Kazanma Sanatı" kitabıyla vurarak onu yaralıyordu...
Demek romanlar da gerçek yaşamdan alınmış sahneler üzerinde kurulurmuş... "Dinler arası diyalog" benzeri ilkelerle yola çıkanların, bırakın farklı dinden olanlarla diyaloglarını, kendi ülkelerinin seçilmişleri ile kural tanımayan bir iktidar kavgasına giriştiklerine tanık olmuyor muyuz?
Açıkçası asıl sorun Fethullah Gülen'in Amerika'dan çıkartılması ya da Türkiye'ye iadesi sorunu değildir... Uzun yıllar kendisini barışın, uzlaşmanın, hizmetin simgesi olarak sunan bir kişinin, fonda bedduasının da bulunduğu genel görüntüsü, onun için daha büyük bir sorun değil midir?
Bu kişinin güdümündeki medyada seçilmiş iktidarı çocuk katilleriyle eş tutan yorumlar ya da bu kişinin örgütünün mensuplarının devlet kurumlarına sızma girişimleri ortada değil midir?

Kim kime düşman?

Yine bir romandaydı... ABD ordusundaki savaş pilotu "İnsanlar beni sevmiyor" saplantısı ile yatağa düşmüştü...
Kendisine "İnsanların seni sevmediğini nereden biliyorsun" diye soran komutanına "Uçağıma doldurduğum bombaları Alman hatlarına atarken, onların uçaksavarları bana ateş açıyor, yani onlar da beni sevmiyor" diye cevap veriyordu romanın kahramanı.
Akla gelebilecek ve gelmeyecek her türlü hakarete hedef kıldığınız, sokak eylemlerini tahrik ederek devirmeye çalıştığınız bir seçilmiş iktidar bunlara tepki gösterdiğinde, "Basın özgürlüğü tehlikede, bu iktidar hoşgörüsüz" diye feryat edenlerin, sözünü ettiğim romanın kahramanından farkları var mıdır ki?

Öncelikler karışıyor
Ne yazık ki, Türkiye gündeminin maddelerini öncelik sırasına göre belirlerken "Gerçekten" önemli ve öncelikli konular ile o anda bizim için öncelikli olan "Güncel" konuları birbirine karıştırıyoruz.
Neticede ben de bugün bu yanlışa düşenlerden biri değil miyim?
70 milyonu aşkın nüfusu ile dünyanın en problemli jeo-politik bölgesinde istikrarını ve bütünlüğünü koruyarak demokrasisini geliştiren, kronik sorunlarına çözüm üreten bir Türkiye'de bir avuç kifayetsiz muhterisin siyasi hırslarına takılmak, gündemin önceliklerini gözden kaçırmaktan başka ne anlama gelir ki?
Ama böyle alışmışız... Sonuçta her siyasi tartışmanın sonunda, her konu bir "Rejim meselesi", her genel seçim "Tarihi dönüm noktası" haline geliyor.
Cumhurbaşkanları veya muhalefet partileri liderleri "Uyarılar" yapmayı, "Siyaset etmek"le karıştırıyorlar. Kayıt dışı siyasetin öfkeli figüranları da üzerlerine düşen her türlü yaramazlığı geçerli görüyorlar bu süreçte...

Soyut da önemlidir

Oysa gelişmişlerin sözlüklerinde "Siyaset" onu birbirlerinin varlığına tahammülsüz karşı kampların kavgası şeklinde uygulayanların değil, birlikte yaşamanın koşullarını pekiştirenlerin mesleği olarak algılanır. Seçimler doğal bir nöbet değişikliği olarak görülür, iktidardan düşmek bir felaket biçiminde görülmez.
Neticede Montaigne 400 yıl önce
"Dünyanın bütün tahtlarında ve koltuklarında insanlar kıçlarının üzerinde oturur" diye yazmamış mı?
Bu yazdıklarımız "Soyut" şeyler olabilir...
Ama soyutları tartışamayan toplumlar, somut konularda "Önemli" sıralamasını pek doğru yapamıyor. En son söylenecek sözler, en az önemli sorunlar için de söyleniyor. Çok önemli ve hatta hayati konular bu arada çözümsüzlüğe bırakılıyor. Ve bu arada "Cemaat"mi yoksa "Örgüt" mü sorunsalına da takılıp, yıllarımızı ziyan ediyoruz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA