Herman Hesse'nin ünlü kitabı Sidharta'yı okuyan var mı? Sidharta, Hindistan'da toplumsal kast sisteminde en tepede yer alan sınıfa ait bir Brahman'ın oğludur. Ama mutlu değildir.
Her şeyi vardır fakat bir türlü tatmin olamaz. Tanıdık geldi mi?
Düzenli bir işi, evi, eşi ya da sevgilisi ve sağlıklı çocukları olmasına rağmen bir türlü tatmin olamayan, heyecanı farklı bedenlerde arayan pek çok insan yok mu?
Sidharta sahip olduğu her şeyi bırakıp, gerçek mutluluğu aramak için yollara düşer. Hatta bu uğurda tüm egosunu ve korkularını yok etmek için kast sisteminin en altındaki berduşlar gibi yaşamaya başlar.
Kaybedeceği bir şey olmadığında artık korkacak bir sebebi de kalmayacaktır.
Günün birinde Kamala adlı bir kadınla tanışır. Kamala kadınlığının doruğundadır.
Onunla birlikte olmak isteyen pek çok erkek ona para ya da değerli şeyler sunmak zorundadır.
Sidharta ise bedeninden ve üzerindeki bez parçalarından başka malı, işi, parası olmayan biridir artık.
Kamala'yı öpmek ister.
Genç kadını elde edebilmek için sadece içinden geldiği gibi muhteşem bir şiir yazıp ona hediye eder. Genç kadın şiiri çok beğenerek Sidharta ile öpüşür. O dudakların tadı çok lezzetlidir ve Sidharta'nın aklında kalır.
Fakat artık bir kez kadınıyla öpüşüp bunun tadını alan genç adam yeniden insani özelliklerine geri döner. Çalışmaya başlar. Sıfırdan başarı elde eder. Bir süre sonra artık iyi para kazanan, çok şık kıyafetler, pahalı ayakkabılar giyen, hatta kumar oynayan biri haline gelmiştir. Gün geçtikçe hayattan aldığı tatmin azalmaya başlamıştır. Daha iyi kıyafetler, ayakkabılar giyebilmek, daha fazla kadınla birlikte olabilmek için para kazanmak, para için köle gibi çalışmak zorundadır artık. Ve ruhu bir gün buna da isyan eder.
Pek çoğumuzun başına gelen de bu değil mi son yüzyılda aslında? Hepimiz daha iyi giyinmeye, pahalı markalar almaya çalışıyoruz. Kredi kartı borcu yapıyor sonra onları ödemek için fazla mesai yapıyoruz.
Daha fenası, iyi giden bir ilişkimiz ya da evliliğimiz olsa da yeterince tatmin olamıyoruz. Ve sonunda başka bedenlerin bize aradığımız heyecanı vereceğini sanıyoruz.
Ne yazık ki, o da vermiyor. İnsani zaaflara, günlük tüketici heyecanlara bağımlı yaşıyoruz. Aslında kalbimizde gerçek anlamda sevgi yok. Başta kendimizi sevmiyoruz. İşte bu yüzden bizi bize sevdirecek ilgi ve alakayı farklı bedenlerde, yasak ilişkilerde bulmaya çalışıyoruz.
Kendimizle baş başa kalmamak için, sürekli TV seyretmek gibi boş bağımlılıklar geliştiriyoruz. Alışveriş, seks, yemek yemek, sigara içmek gibi... Ve gitgide bu bağımlılıkların kölesi haline geliyoruz.
RUHUNUZUN YETENEĞİNİ KEŞFEDİN
Bu şekilde gerçek sevgi gelmez. Çünkü biz de sevmeyi unuttuk. Bilmiyoruz.
Evliliklerimizi de sadece toplumsal kurallara göre yapıyoruz. Henüz hayatı, kendimizi keşfedemeden. Sevemeden.
Gerçek ve uzun vadeli sevgiye nasıl ulaşabiliriz, biliyor musunuz? Henüz hayatımızı bir kişiye bağlamadan, özgür bir zaman geçirerek. Hayır, özgürden kastım önüne gelenle cinsellik yaşamak değil... Ruhunun gerçek arzusunu ve yeteneğini keşfetmekten bahsediyorum.
Her insanın ruhunda, insanlığa getirmiş olduğu bir armağan vardır. Bunu ancak özgür olabildiğinizde keşfedersiniz. Örneğin yazar olmak, resim yapmak ya da çok mutlu olduğunuz bir alanda insanlığa yararı dokunacak faaliyetlerde bulunmak gibi... İşte o zaman kendini sevmeye başlar insan. Kendini sevdiği için başkasına da aynı özenle davranmaya... Karşısındaki insanın kusurlarını görüp eleştirmeyi bırakır ve mükemmeli aramaktan vazgeçer.
Bilir ki mükemmel yoktur. Sadece seçtiği eşin olumlu yanlarına odaklanmak ve bunlardan zevk almak, ona müthiş bir haz vermeye başlar.
İçindeki yaratıcılığı keşfeden insan artık bir şeytan tüyüne sahip olur.
Bedeninin şekli, kıyafetleri önemli değildir.
Onu herkes esrarengiz bir biçimde sever.
Ancak böyle kişiler tek bir sevgiliye odaklanabilir.
Yoksa kişi kendini keşfetmemişse, aldatan taraf olacaktır. Tıpkı Sidharta'nın Kamala'nın kıymetini bilemediği gibi...
İşte bu yüzden ruhen özgür bireyler yetiştirmeliyiz. Yasaklar ancak kabahatleri yer altına indirir. Ama tamamen yok edemez. Su akar yolunu bulur. Yaşanması gerekenler muhakkak yaşanır.
Kendini keşfetmiş ve özgür bireylerin kuracağı sevgi dolu ailelerden oluşan bir toplum yaratabilmek dileğiyle...